Mehmed Fatih Çıtlak | Aşkın İsimleri | Allah (c.c.) | Radyo Programı | TRT Radyo1 | 08 Ocak 2016 Cuma - 16:30

Program İsmi

Konu

Allah (c.c.)

Tür

Radyo Programı

Mecra

TRT Radyo1

Program Tarihi

08 Ocak 2016 Cuma

Format

Ses (mp3)

Ses Dosyasını

Dinlenebilir Ses Dosyası

Jenerik: TRT podcasting yayınına hoş geldiniz.

AŞKIN İSİMLERİ

Hazırlayan ve sunanlar: Mehmet Fatih Çıtlak, Nesibe Sarıhan.

Nesibe Sarıhan: Sevgili dinleyicilerimiz, "Aşkın İsimleri" programıyla sizlerleyiz bugün de. İstanbul'dan merhaba. Ben Nesibe Sarıhan. Değerli hocamız Mehmet Fatih Çıtlak burada, stüdyomuzda. Hoş geldiniz hocam.

M. Fatih Çıtlak: Hoş bulduk efendim, teşekkür ederiz, Allah razı olsun.

Nesibe Sarıhan: Allah ism-i şerîfini konuşuyorduk, Allahü Teâlâ'nın birçok ismi vardır ama Allah ism-i şerîfi gibi yoktur demiştik, demiştiniz, buyurmuştunuz.

M. Fatih Çıtlak: Tam da oradan başlayalım istiyorsanız, çünkü zaman su gibi akıyor hakikaten. Konuşacağımız çok şey var diye hissediyorum. Bunları da doğru bir şekilde, doğru zamanı, kullanarak ancak, biraz olsun derleyip toparlayabiliriz.

Şimdi biz şunu unutmayalım, hakikaten de, Allah celle celalühû’nun zât ismi olarak Allah ism-i şerîfi gibi bir başka isim yoktur. Bütün isimler o Allah Teâlâ'nın ismini, O’na işaret eder.

Mesela, Rahîm diyorsunuz. Rahîm kim? Allah. Bakın cevabı da budur. Rahman, Rahîm, Gafûr kimdir diye sorduğunuzda, Gafûr’dur, Rahîm’dir demezsiniz, ne dersiniz, "Allah" dersiniz.

Demek ki Allah ism-i şerîfi çok mühim ve zât ismi, çok önemli bir isim.

Fakat biz ilk programda dedik ki, Allah Teâlâ'yı, Allah dediğinizdeki şuurumuz ve idrakimiz çok önemli. Çünkü Allah deyin gerisini bırakın dememiş Hazret-i Allah, celle celâluhû.

Allah Teâlâ kendisini beyan etmiş. Kendi güzelliklerini isimlerle anlatmış ve bilinmekliği murad etmiş, istemiş, beni bilin demiş. Ve onu bilmemiz için isimleri bize bahşetmiş.

Peki, o zaman biz Allah ism-i şerîfinin özelliğini bilebilmek için, en önce "Lâ ilâhe illallâh" sözündeki "Allah" zikrini yaptığımızı idrak edeceğiz.

Tekrar söylüyorum, Allah ism-i şerîfinin insanda uyandırdığı bilinç, "Lâ ilâhe illallâh" sözündeki "Allah" ism-i şerîfidir.

Yani Allah celle celâlühû denildiğinde, biz, Allah Teâlâ'nın bir olduğunu, zâtının tek olduğunu, yemediğini içmediğini, insanın, insana, beşere ait şekilde ancak beşerde olanlar, nedir o, işte ma’lûl, illetli, birisine dayanmak, bir şeylere muhtaç olmak gibi fiilleri olmadığını, hiçbir şeye muhtaç olmadığını, her şeyin O’na muhtaç olduğunu, kendimizi bilmemiz dahil bütün bilincimizin O Allah'ın lütfuyla her şeyin O’na ait olduğu şuurunu anlayabilmemiz için, bizim Allah zikrinden Allah'ın birliğini anlamamız ilk şarttır. Yani şartların başında ilk sırayı almaktadır.

Bunu ifade eden cümle ise, hatta bu bir kelime olarak, bozulmadığı için, parçalanması mümkün olmadığı için, kelime olduğundan, Kelime-i Tevhîd’i anlamakla başlamak lazım Allah ism-i şerîfine.

Bakın biz Allah, Allah, Allah, Allah, Allah dediğimizde, peş peşe Allah Allah Allah Allah dediğimizde bazıları diyor ki "ya burada hiçbir şey anlaşılmıyor ki işte hep ismini anıp anıp duruyorsun, sıfatını söylesene, yardım etsene Allah'ım de, Allah şöyledir de, o zaman bir işe yarar" diyorlar.

Halbuki öyle değil.

Biz buradaki Allah deyişimizde neyi kastediyoruz Nesibe Hanım, "lâ ilâhe illallâh"da kendisini bize tanıtan, o tevhîd şuuruyla zikrettiğimiz rabbimiz olan Allah demek istiyoruz. "Allah", yani, "Lâ ilâhe illallâh".

Nasıl Allah? Hangi Allah?

Şimdi "hocam başka Allah var" diyecekler. Değil.

Ama pek girmek istemiyorum detaylarına, fakat bizim programlarımızı da çok avâmî tarzda bulmalarını da insanların istemiyorum, "Allah" kelimesinin bile kendi içerisindeki o lügat manasının, o telaffuz şekillerinin nereye dayandığı hakkında çok ciddi incelemeler vardır.

Bendeniz hatırlıyorum, lise son zamanlarımdı, Osman Öztürk Hoca'nın çok güzel bir incelemesi vardı. Arapça’ya Süryanice’den giren kelimeler şeklinde bazı incelemeler vardı. Şimdi o incelemeler toplandı.

Hatta İslam Ansiklopedisi’nin "Allah" isminin yazıldığı o maddede de bunlar açıklandı. Yani bazıları Allah ism-i şerîfinin "el-ilâh"dan geldiğini de söyler. "el-ilâh"… Yani insanların kendilerine göre edindiği tanrılar değil, "Allah", "el-ilâh"dan geldiğini söyleyerek Cenabı Hakk'ın kendisini bildirdiği, yegâne Allah, bilinen ve o bilinçle kendisini, kullarına bildiren "Rabb", hakiki, yegâne "Allah" olduğu noktasından hareket edersek bunu en güzel anlatma, mesela "Allah'tan kastın nedir?" denildiğinde "Lâ ilâhe illallâh"tır deriz.

Allah ism-i şerîfinin zât ismi olduğunu söylüyoruz tekrar bakın, Allah, zât ism-i şerîfidir. Fakat "Lâ ilâhe illallâh", O zâtın nasıl anılması gerektiğini en iyi ifade eden kelimedir ki, adı da Kelime-i Tevhîd'tir.

Ne demek tevhîd?

Bakın teşvîk, takdîr, teşhîs, te’dîb gibi kelimelere bakıldığında Arapçada, karşıdaki insanı bir yöne doğru sevketmek, muhatabınızı o yöne doğru itmek, o yönle buluşturmak demektir.

Mesela "te’dibe davet etti, te’dib etti beni" derken, "beni edebe yönlendirdi, edeple beni yüzleştirdi" gibi bir kalıp ifade eder Arapça’da bu tef’îl kalıbı. Tevhîd… Mesela "teşhîs" dersiniz, "teşhîs etti." Teşhîs denildiğinde, o somut hale getirme, birisi üzerinde tatbik edilmiştir, somutlaşmaya doğru bir gidiş vardır orada. Tekdîr, değil mi, terkîb, bir şeyleri düzenlemeğe doğru bir gidişe işaret eder.

Peki bu aynı, gidiş ifade eden kalıbı, biz "vahde", "vâhid" kelimesini bu kalıba döktüğümüzde ne çıkıyor karşımıza? "Tevhîd" çıkıyor.

Tevhîd nedir? Sizi birliğe götürendir.

Kelime-i Tevhîd nedir? Sizi o "bir" olana götürendir. Birlemeye… Ayrı ayrı görme, başka ilahlar, kudret var zannetme, Allah var.

O Allah kelimesini de en iyi ifade eden cümle "Lâ ilâhe illallâh"tır, adına da Kelime-i Tevhîd denir.

İnsanı birliğe götüren kelime, ikilikten kurtaran kelime, şirkten kurtaran kelime.

"Şirk derken hocam bu zamanda puta tapan görmedik biz, var mı?" Çok nadirdir. İşte Hindistan'a gidersiniz, bilmem nereye gidersiniz puta tapan insanlar falan görürsünüz. İneğe tapanlar var, ne bileyim kendilerine göre put edindikleri şeyler, hani biraz bizim toplumumuza baktığımızda en azından bizim coğrafyada fazla rastlamadığımız bir şeydir. Anadolu'da, İstanbul'da yaşayan bir adam puta tapan nadir insan görebilir.

Fakat buradaki puta tapmaktan kasıt bir, karşı da putun olması demek değildir. İnsanın Allah'ın mülkünde kendisini kuvvetli, kudretli, yegâne muktedir, iktidar sahibi zannetmesi de bir şirktir.

İnsanın zaten puta tapmaktaki en büyük handikabı şudur Nesibe Hanım; bunu bizim TRT dinleyenlerimize özel bir formül olarak veriyoruz. -Bunu daha evvel "Aşk ve Ahlak" programında da kısmen zikretmiştik-, mesele puta tapılması meselesi, putun emrinde olma meselesi değildir.

Meselenin özü şuradan kaynaklanır: Bu put nasıl oluştu?

"Canım işte şöyle oldu, böyle oldu."

Evveline bakın, bu nasıl bu ilahlık makamına yükseltildi, nasıl böyle put edinildi?

İnsanlar bunu tayin etti. Yani "şu bizim putumuz olsun" dediler.

O zaman burada putun bir günahı yok. Zaten putun, garibin ne günahı olsun. Yani ağaçtandır, tahtadandır, undandır, çamurdandır. Onun ne günahı olacak. Günah ona tapandadır. "Ben putları şöyle cehennemde yakacağım" diyor mu Cenâb-ı Hak zü' l-celâl ve tekaddes hazretleri?

Putlar bile yarın yevm-i kıyâmette Allah'a şikâyette bulunacaklar "Yâ Rabbî biz senin kudretinden, senin karşında titriyoruz bunlar nasıl oldular da bizi put edindiler, biz bundan utanıyoruz!?" diyecekler. Putlar bile "Biz bunlardan beriyiz!" diyecekler.

Peki, buradaki özellik nedir? Buradaki hususiyet, dikkat çekilmesi gereken şudur:

İnsanın benliği vardır. O benlikle insan, bir put tayin edebilecek noktada kendisini görür. "Ben bunu put edindim." dediğinde ne olmuş olur o? O put olmaz ama o insan, kendisini bir ilah tayin etme makamında görür.

İşte burada şirk olan zaten bu anlatılandır. Buna dikkat çekilmesi lazımdır.

"Lâ ilâhe illâllah"daki birliğe davet o ikilikten kurtulmak. Zaten iki oldu mu şirket oluyor biliyorsunuz. Bir şirketin olabilmesi için on kişi olması şart değil. İki kişi oldu mu şirket oluyor zaten o. Ortaklık var çünkü. İki oldu mu şirktir o zaten.

Peki, bu ikilikten ve daha çokluktan birliğe gidişteki hikmet nedir?

İnsanın kendisini kul değil de Allah görmesi hastalığından kurtulması için o birliğe gitmek zorundadır. İki dediğinde bozulur.

İşte "Lâ ilâhe illâllah" sözünü anlayabilmemiz için bunu Kelime-i Tevhîd'de anlamamız lazım.

Nasıl bir Allah?

Şimdi "Âmentü billâhi ve melâiketihî ve kütübihî ve rusulihî ve'l-yevmi'l-âhiri ve bi'l-kaderi, hayrihî ve şerrihî minallâhi teâlâ ve'l ba'sü ba'de'l-mevt..." Bunu her Müslüman bilir.

Ben Allah'a inandım, meleklerine inandım. Değil mi? Bunu biliriz. "Kitapları vardır Allah'ın ona da inandım. Peygamberlerine inandım, -bazıları bizim "rasûlihi" der, "rusulihî"dir o.- peygamberinin hepsine inandım, "ve'l- yevmi'l-âhiri" öldükten sonra bir gün olduğuna, öldükten sonra dirileceğime inandım, "ve bi'l-kaderi", ilahi bir program var; bana tercih hakkı verilmiş ama, ben bu tercihlerden bin tane şıktan herhangi birisini seçebilirim ama, hiç programsız değil, bunların hepsinin programı var, ve Allah tarafından şunu yapmasam bunu etsem, bunu tercih etmeyip de şu tarafı tercih etsem, Allah'a sürpriz yapamam, bir ilahi program var, bir yazılım var, bir yazılım şifresi var yaradılışımda. "ve bi'l-kaderi, hayrihî ve şerrihî" hayır veya şer olarak gördüğüm. "Ve'l ba'sü ba'de'l-mevt", öldükten sonra dirileceğime inanırım, sözünü söyleriz.

Fakat Nesibe Hanım, bu sözlerin her birinin altında bir iman manzumesi vardır.

Mesela şimdi Allah ism-i şerîfini konuşuyoruz. Orayı anlatabilmek için burayı anlatmak lazım. Mesela diyoruz ki orada, bir kere dizilişi çok muazzamdır.

"Âmentü billahi ve melâiketihi ve kütübihi ve rusulihî." Allah, melekleriyle kitabı peygamberlere indiren Allah'tır. Âmentü'nün yazılışı ve sıralaması kendiliğinden insana bir şey öğretir zaten.

"Âmentü billahi ve melâiketihi" meleklerine, "ve kütübihi" kitaplarına, "ve rusulihî" peygamberlerine.

Nasıl bir Allah? İman edilecek o Allah; melekleri olan, melekleriyle kitabı peygamberlere indiren Allah'tır. Bakın Amentü’nün gelişi bile bizi bir bilgi sahibi kılar.

Fakat bir insan meleklere iman ettim dese de, fakat melekleri cinsiyet sahibi bilse; "erkek olurmuş, kadın olurmuş, kız olurmuş" diye düşünse… Peki bu "Âmentü billâhi"de Allah'ın meleklerine inanmıyor değil bu adam şimdi, Allah’ın melekleri var diyor, fakat meleklere cinsiyet atfediyor. Ne olmuş oluyor? Melek anlayışı bozuk olmuş oluyor.

Veya dese ki "ve kütübihi, ben kitaplarına inanıyorum, Kur'an'a inanıyorum ama şu âyetler beni hiç sarmıyor, ben... şu âyetleri pek hoşuma.. ya bu zamanda da namaz kılınır, bu zamanda nasıl faiz yenmez?" diyor mesela. Şimdi bakın, o kişi kitabın indiğine inanıyor gibi görünse de, onun altındaki iman manzumesine bakıldığında o kitaptan bir âyetin bile, inancın dışında kalmak olduğunu da bilmesi lazım. Doğru mu?

Bir örnek daha verelim sonra Allah ism-i şerîfine geçelim. "ve rusulihî" diyor, peygamberlere inanıyor fakat Hazreti İsa'yı Allah'ın oğlu zannediyor. E şimdi peygambere inanmış mıdır bu, böyle diyebilir miyiz? Hayır. Hazreti İsa'nın peygamber olduğunu kabul ediyor ama Allah'ın oğlu dediğinde o "ve rusulihî" maddesinin altındaki iman manzumesine ne yapmış oluyor? İnanmamış oluyor. Dolayısıyle imanın dışında kalıyor.

İşte bunun gibi "Âmentü billahi" dediğimizde, "Allah'a iman" dediğimizde bizim Allah ism-i şerîfiyle maksudumuzun, muradımızın doğru olabilmesi için Allah'ın zâtî ve subûtî sıfatlarını bilmemiz icab ediyor.

Nasıl bir Allah?

Hatırlayınız, Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem Tâif’te iken oradaki insanların... ne yaptı... Taşla, dikenlerle, hatta çocukların bile taciziyle aleyhi’s-salâtü ve’s-selâm Efendimiz'e eza edildi. Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in önünde Hazreti Zeyd kalkan olmaya çalıştı ama, Efendimiz biliyorsunuz beddua etmedi, bir bağa girdiler, o bağda biraz soluklandılar. Üzüm bağı.

Hakikaten Tâif'in hâlâ daha nebâtâtı, sebzeleri, meyvaları çok güzeldir.

O bağa girdiklerinde orada çalışan bir toprak işçisi veya köle diyelim, o zamanın şartlarında. Köle geldi, Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem'e üzüm ikram etti. Efendimiz de "Bismillah", bakın, çok dikkatli dinlesin kıymetli dinleyenlerimiz, "Bismillah" buyurdu, "Allah'ın ismiyle."

Bakın dikkat edin söze şimdi.

Adam sordu; "Hangi Allah'ın ismiyle?"

Demek ki Allah denildiğinde o Allah'ın hangi vasıflarıyla bizim Allah'ı zikrettiğimizi idrak etmek icab ediyor.

"Hangi Allah'ın ismiyle?" diye sordu. Efendimiz ne buyurdu? "Rahmân Rahîm olan, Samed olan, insanlığa mahlûkata muhtaç olmadan bütün mahlûkatının ve yarattıklarının ihtiyacını gören Allah. O Allah ki baba olmamıştır, çocuk da olmamıştır." şeklinde İhlâs-ı şerife'nin bize anlattığı manayı aleyhi’s-salâtu ve’s-selâm Efendimiz'den gelen şekliyle bizzat Efendimiz'den o köle dinlemiş oldu. Sonra ne yaptı? Hemen oracıkta Efendimiz'in duası berekâtıyla Müslüman oluverdi.

Ama ben şuraya dikkat çekmek istiyorum, çünkü o zaman programın formatı açılacak, siyer noktasına, başka şeye gelecek.

"Lâ ilâhe illallâh"da anlatılan Allah kelimesini biz Kelime-i Tevhîd çektiğimizde kabullenmiş oluyoruz.

"Lâ ilâhe illallâh", "âmentü billâhi" demektir.

"Lâ ilâhe illallâh, Âmentü billâhi". Başka?

"Bismillah" dediğimizde o Rahmân ve Rahîm olan Allah'ın sıfatını düşündüğümüzde yine o Allah'ı bildiğimiz için O'nun Rahmân’lığı, O'nun Rahim’liğidir.

Bendeniz buradan dinleyenlerime şunu muhakkak tavsiye ediyorum: Allah denildiğinde, Allah’ı, müşrikler de kendilerine göre Allah diyorlardı. "Yerleri gökleri kim yarattı? Sor onlara, sana Allah diyeceklerdir. Ama şunu şunu kabul etmediler, senin peygamberliğini kabul etmediler." buyurarak o Allah Teâlâ'nın zâtı hakkındaki cehalete ve gaflete Kur'ân bizzat işaret etmiştir.

Dikkat edin bakın müşrik denilenlerin çoğu ve kâfirler Allah'ı bilmiyor değillerdi, Allah'ı kendilerine göre biliyorlardı ama. Nasıl Allah? Putlarla kendilerine varılacak bir Allah diyorlardı. Bak, Allah'ı tanımamak bu. Başka? "Allah bir insana vahyetmez." diyorlardı. "İlle de vahyedecekse içimizde en güzel olana, en zengin olana, en soyu sopuyla övünülecek olan adama gelirdi." diyorlardı. Bu, kulu bilmemek gibi görünse de, kulluğu anlamamak gibi algılansa da aslında Allah'ı tanımamakla alakalıdır. Allah Teâlâ kendisini nasıl anlatıyor, kullar nasıl anlıyor.

Nesibe Hanım, şu müthiş sözü bütün insanlar zapt etsin. Tarih boyu insanlığın bütün sapkınlıkları, Allah'ı ve O'nun dinini, celle celâluhû, insanların kendi anlayışları yüzünden sapıklık olmuştur. Bütün sapıklıkların menşei budur. Allah'ın anlattığı gibi Cenâb-ı Hakk'ı anlayanlar, yine Allah celle celâluhû'nun indirdiği dini, o Allah Teâlâ'nın beyan ettiği gibi anlayanlarda sapıklık olmamıştır. Bütün sapıklıkların hepsi, Allah Teâlâ'nın muradı üzere anlamadıkları için çıkmıştır.

Mesela putperestlik… Putperestlikten önce din var mıydı? Vardı. Dini bozdular. Kendi anlayışlarını din zannetmek, insanları dinin dışında bıraktı ve sapıklıklar başladı. Bütün putperestliğin, her türlü habisliğin, düşmanlığın köküne baktığınızda Allah'ın beyan ettiği gibi değil insanların kendi anladıkları gibi dini telakki etmeleri, -telakki sözü de yanlış- dini kategorize etmeleri ve kendi anlayışlarını din olarak görmeleri hatası yatmaktadır. Bütün hataların başı bu olmuştur.

O sebepten dolayı bunu Hazret-i Âdem aleyhi’s-selâm'ın çocuklarında bile görürüz. Allah Teâlâ'nın o kurbanla alakalı sunulacak şeyi idrak edemeyen Kabil'in yaptıklarını düşünün.

Nedir bu?

İşte bakın "Ben”, "Ben bunu istiyordum, niye bana bunu yaptı?" denildiğinde bir sen ben çekişmesiyle başladı. Peki, sen-ben çekişmesi din olursa, sapıklık başlar.

Şirk dediğiniz, küfür dediğiniz ve günah dediğiniz şeylerin hepsinin temelinde Allah karşısında "ben" diyenin yaptıkları durmaktadır. Yaptıklarının, bir ismi olmaktadır.

O halde "Lâ ilâhe illallâh", Allah'ın murad ettiği gibi "Allah" demektir.

"Bismillah"ın manası da "Tevhid"de vardır. Ve çok acayiptir zaten, "Besmele"nin harfleriyle "Kelime-i Tevhîd"in harfleri arasındaki benzerlikler ve adet benzerliği, ayrıca "Âmentü billâhi"deki o Allah'a inancı temsil eder.

Fakat biz tekrar söyleyecektik, söz buraya biraz uzadı. Kıymetli dinleyenlerime lütfen, şunu tavsiye ediyorum; Allah Teâlâ'nın zâtî ve subûtî sıfatları olarak bilinen, bu, Allah'a iman bahsinin hemen altında zikredilen, şöyle birkaç paragraflık -fazla değil en fazla bir sayfalık, haydi olsun iki sayfa- Allah Teâlâ'nın zâtî ve subûtî sıfatlarını öğrenmelerini tavsiye ediyorum. Yani biz bu programlarda bunları anlatmaya kalkarsak programın hacmi çok genişler ve programın hacmi genişlediği için Esmâü'l-Hüsnâ'ların birçoğunu konuşamadan, ne yapmış oluruz? Program yetmez yani kapanmış olur. Şimdi bu şekliyle başlamış olduk.

Allah ism-i şerîfinin –celle celâluhû- muhakkak surette Allah'ın zât ismi olduğunu biliyoruz.

"Celle celâluhû" demek, mesela her isimde "celle celâluhu" demek şartı yoktur, ama Allah denildiğinde, "celle celâluhû" denir.

Şöyle bir tasnif yapmış bazı âlimler; Allah Teâlâ'nın zâtına işaret eden isimlerde "celle celâluhû", sıfâtına ve ef'âline işaret eden isimlerde de "celle şânuhû" denilirmiş.

Mesela "Allah", celle celâluhû. Peki, "Vâhid" Allahu Teâlâ'nın isimlerindendir, "el-Vâhid", celle şânuhû denmiş. "El-Ehad", celle celâluhû denmiş. Çünkü "Vâhid" celle şânuhû derken O'nun sıfatı. "el-Ehad" denildiğinde doğrudan zâtını anlattığı düşünülerek bunu bile tasnif etmişler.

Biz, Allah ism-i şerîfinin muhabbetle söylendiğinde ve "Lâ ilâhe illallâh" dediğimizdeki o Allah kastedilerek, maksudumuz Kelime-i Tevhîd’de zikrettiğimiz Allah olarak, Allah zikrini, ne yaparız zikrederiz. Allah Teâlâ'nın buna denk başka bir ismi yoktur.

Programın başında söylediğimizi programın sonunda da söylemiş olalım. Allah ism-i şerîfinin diğer isimler arasında asla ve asla, nesi yoktur, denkliği yoktur. Allah ism-i şerîfi O'nun zâtına aittir. O sebepten dolayı bazı insanlarda bazı sıfatlar görülebilir. Merhametlidir, onda da Rahîm, Vedûd sıfatı vardır ama, Allah ismi ancak ve ancak "Lâ ilâhe illallâh" olan Allah'a aittir, diyelim.

Böylece Kelime-i Tevhîd ve "İsm-i Celâl" -bunun adı da, öyle söyleyelim artık- "İsm-i Celâl"dir. Tecellilerin en güzel müşâhede edildiği tam olarak ortaya çıktığı bu isimledir, Allah ism-i şerîfi. Bu programda Kelime-i Tevhîd’i ve İsm-i Celâl’i de işlemiş olduk.

İnşallah Mevlam nasib ederse Nesibe Hanım, bundan sonraki programda Cenâb-ı Hakk'ın Esmâü'l-Hüsnâ'da geçen Rahmân ism-i şerifini, biraz da gelin "Besmele"yi konuşalım diyorum, Allah ömür verirse.

Nesibe Sarıhan: Amin inşallah hocam, ağzınıza sağlık. Sizin bize aksettirdiğiniz muhabbetle inşallah bilir idrak ederiz.

M. Fatih Çıtlak: İnşallah efendim.

Nesibe Sarıhan: Ben Nesibe Sarıhan, kıymetli Hocamız Mehmet Fatih Çıtlak, yapımdaki arkadaşımız Nazlı Güven, teknik masadaki arkadaşımız Zahide Ağırel Demir, çok teşekkür ediyoruz hepsine. Haftaya aynı gün ve aynı saatte tekrar sizlerle olacağız. Şimdilik hoşça kalın.

Jenerik: AŞKIN İSİMLERİ

Hazırlayan ve sunanlar: Mehmet Fatih Çıtlak, Nesibe Sarıhan.

TRT podcasting yayınını dinlediniz.