Mehmed Fatih Çıtlak | Aşkın İsimleri | Er-Rahmân | Radyo Programı | TRT Radyo1 | 15 Ocak 2016 Cuma - 16:30

Program İsmi

Konu

Er-Rahmân

Tür

Radyo Programı

Mecra

TRT Radyo1

Program Tarihi

15 Ocak 2016 Cuma

Format

Ses (mp3)

Ses Dosyasını

Dinlenebilir Ses Dosyası

Jenerik: TRT podcasting yayınına hoş geldiniz.

AŞKIN İSİMLERİ

Hazırlayan ve sunanlar: Mehmet Fatih Çıtlak, Nesibe Sarıhan.

Nesibe Sarıhan: Sevgili dinleyicilerimiz, Aşkın İsimleri programıyla bugün de sizlerleyiz. Değerli Hocamız Mehmet Fatih Çıtlak ve ben Nesibe Sarıhan, sizleri İstanbul'dan selamlıyoruz.

Hocam hoş geldiniz, safalar getirdiniz.

M. Fatih Çıtlak: Efendim Allah razı olsun, inşallah bu programlar dinleyicilerimizin de güzelliği anlaması, Cenâb-ı Hakk'ı zikretmesine vesile olur diyorum...

Nesibe Sarıhan: Amin inşallah, arzumuz böyle... Allah ism-i şerîfini yani İsm-i Celâli işlemiştik ve Kelime-i Tevhîd’i bu ismin özelliklerini açıklarken anlatmıştınız kıymetli Hocam... Şimdi doksan dokuz isim sırasına göre gidersek, Rahmân ism-i şerîfiyle devam etmemiz uygun mudur?

M. Fatih Çıtlak: Herhalde uygun, ama hatırlayalım; o Allah ki, Hüva’llâhu’llezî, o Allah ki, ilâhe illâ diye başlar. Esmâü'l Hüsnâ ezberleyen insanlar bunu çok iyi bilirler, böyle başlar. Hüvallâhullezî, O Allah ki; ilâhe illâ hû, O'ndan başka ilah yoktur, O'dur Allah...

Allahu ism-i şerifinden sonra Kelime-i Tevhîd, ism-i Hû... ism-i şerîfiyle "O" denildiğinde ilk akla gelmesi gereken isimdir O, o ismin sahibidir O, Allah'tır O, dedikten sonra, bu, Allah celle celâluhû’nun insana hemen kulluk noktasında âdeta imdadına yetişecek, O Allah Teâlâ'nın kulluğuyla, zikriyle, fikriyle, insana dönüşecek yani beşerken insanî sıfatlarla Allah'ın kulu olabilecek ilk esmâ nazarımıza nasıl verilir?

Er-Rahmân ismiyle verilir.

"Hocam, şimdi siz Esmâü'l Hüsnâ'da bu sıraya göre mi bunu kastediyorsunuz, yoksa başka bir sıralama daha var mı?" diye soranlara da hemen şöyle bir kestirme bir cevap verelim.

Biz Kur'ân-ı Kerîm'i nasıl bildik?

Allah Teâlâ'nın kendisini bildirmesi; kuluyla Allah Teâlâ'nın konuşmasına vahiy denir, -bu vahyin de, konuşulmanın da- haberdar oluşumuz Peygamber vasıtasıyladır, peygamber'e indirilen kitap ki Kur'ân'dır, işte biz Allah'ımızı, kulluğumuzu oradan biliriz. Doğru mu? Doğrudur.

Peki, bu Kur'ân-ı Kerîm'e başlarken, bizim Kur'ân'a ait olduğunu düşündüğümüz ilk cümle nedir?

Evet, bazıları “dâhildir, değildir, Fâtiha'ya aittir, değildir” diye konuşsalar da nasıl başlar Fâtiha?

"Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm" diye başlar.

"Bismillâh" O Allah'ın ismiyle ki, "er-Rahmân", Rahmân'dır ve "Rahîm", er-Rahîm'dir, diyoruz.

Peki, Rahmân ve Rahîm dediğimizde neleri söylemiş oluyoruz?

Bir kere dedik ki biz ilk programda, Esmâü'l Hüsnâ denilmesinin bir sebebi de Allah Teâlâ'nın kendi isimlerini böyle isimlendirmesi, bu sıfatla zikretmesidir. Hüsnâ; güzel isimler, güzelleştiren isimler, Güzel'in kendisini anlattığı isimler, Güzel'in bizzat kendisini överken kullandığı tarifler. Değil mi? O yüzden de dedik ki "Aşkın İsimleri".

Ana noktayı hiçbir zaman unutmayalım, resmin tamamını hiçbir zaman unutmayalım, çünkü bu çok önemli.

Bugün önemli bir ifşaatta daha bulunacağız, önemli bir Esmâü'l Hüsnâ anlayışına daha şöyle bir evre yaklaşmış olacağız.

Halkımızın, insanlarımızın maalesef çok yanlış anladıkları, bu kadar Esmâü'l Hüsnâ ile alakalı kitap okudukları halde değerlendirmelerini ve onları özümsemede, idrak etmekte hata ettikleri çok önemli bir, efendim, yanlış anlamayı ortadan kaldırabilecek bir bakış açısını konuşacağız.

O yüzden bizi arkadaşlar dinlemeye devam etsinler.

Şimdi tekrar gelelim; er-Rahmân ism-i şerîfi...

Bu sıralamaya göre...

Hangi sıralamaya göre?

Kur'ân-ı Kerîm'in sıralamasına bakarsak, Allah Teâlâ, ismini zikrettikten hemen sonra, "Rahmân" ism-i şerîfini zikrettiriyor.

"Bismillâhi’r-rahmân", o Allah'ın ismi, "Bismi", o isimle ki, kimin ismi o? Allah. Allah, er-Rahmân. O Allah ki Rahmân'dır. Sonra? Er-Rahîm.

Müthiş bir diziliş vardır burada.

Rahmân'ı gelin en önce bir kelime manası olarak, halkın çok yaygın şekilde bildiği kelime manası olarak biraz açıklayalım.

Ondan sonra da yani "Rahmân" denildiğinde ne kastediliyor, maksud nedir? Hem bunu konuşalım, hem de ondan sonra biraz Besmele'den, biraz da n’apalım, işte o formül dedik ya, yanlış anlamaları izale edebilecek bakış açısını da, bugün bu programda söyleyelim.

Ve arada bir de bu söyleyeceğimiz sözü hatırlatalım.

Ama biraz daha meraklandıralım dinleyicilerimizi.

En önce "Rahmân" kelimesini anlatalım.

Rahmân kelimesi, rahime kelimesinden gelmektedir.

Yani arkadaşlarımız burada şaşıracaklar belki ama, biz belli noktaları anlatabilmek için mecburuz biraz alt yapıdan destek almaya. Yani ben anlamam demekle bu olmuyor. Bir parçacık kendimizi şöyle adım atmaya zorlamamız lazım. Bakın, adım diyorum, koşmaktan bahsetmiyorum.

Şimdi "Rahmân" kelimesi ile "Rahîm" kelimesi aynı köktendir, "rahime" kökündendir.

"Rahmân" denildiğinde... Mübalağa sîgaları vardır, işte bu "Rahmân" kelimesi sonundaki "n" kelimesi. O kelimeden dolayı "Rahmân"’la "Rahîm" kelimesi nasıl aynı kelimedir diye şaşırıyor insanlar. Fu'lân gibi, fa'lân gibi bir vezindir, kalıptır bu Rahmân kelimesi.

Ama kök olarak bakın; "Rahîm" kelimesi, "yerhamu" kelimesi, "Rahmân" kelimesi, "merhamet" kelimesi hepsi aynı kökten gelir, "rahime" kökünden gelir, bunu bilmemiz lazım.

Şimdi Rahmân kelimesi ne demek?

Halkın ekserisi şöyle bilirler; O Allah ki, kendisini tanıyan tanımayan bütün her şeye merhamet nazarıyla, hepsini kul olarak, yarattıkları olarak, hacetini gören, onlara merhamet eden demek.

Şimdi, Cenâb-ı Hakk bir dünya yaratmış. Bu dünyada imtihan için gelenler var, bir de figüran olarak yaşayanlar var.

Hayvanlar vesaireler bunlar işin dekoru gibi.

Bu sahneye sürülen insan, oyuncudur.

Bunların hepsi bir dekordur.

Hani nasıl romanlarda bir içsel zaman vardır, bir dış mekân vardır, tasvirleri vardır. Oyuncular burada, oyuncular insanlardır.

Ve bazı roller değişmez Nesibe Hanım, bazı roller değişmez.

Mesela insan kendi hayatını oynayacağı rol aldığı bu serüvende, bu senaryoda bazı oyuncuları değiştiremez.

Kimlerdir bunlar?

Mesela annesini, babasını değiştiremez, doğduğu yeri değiştiremez, senaryoda o noktalarla oynayamaz.

Ama doğduktan sonra gideceği mekânları, "Ben iyi rolü oynayacağım, kötü rolü oynayacağım? "Burada esas erkeği mi oynayacağım, esas hanımımı oynayacağım?", “burada hep birbirine kumpas kuran, hırsızı oynayacağım, katilimi oynayacağım?"

Bakın bu rollerde Allah bize seçme hürriyeti vermiştir.

Senaryoda, insanın kendi hayat senaryosunda, oynayabileceği rolleri seçebilmeyle alakalı insana bir hürriyet verilmiştir.

Ve sonra seçilmiş oyuncularla da, değiştiremeyeceği, asla efendim onların yerine başka bir şey koyamayacağı oyuncularla da ilişkilerini de, aslında metni nasıl yazacağı biraz insanın eline kalmıştır.

Değişmeyen oyuncu anne baba. Bunlarla ilişkisi nasıl olacak? Anlatabiliyor muyum? Doğduğu memleketle ilişkisi nasıl olacak? Akrabalarıyla lişkisi nasıl olacak?

Bunların birbirleriyle olan münasebetinde de bu boşlukları sen dolduracaksın.

Peki, doğru mu yaptım, yanlış yaptım?

"Bak bakalım şöyle bir etrafına, bak bakalım benim isimlerime, bak bakalım benim muradıma. Bunlara göre nasıl oynayacağını anla!" sözünün bütün senaryoyu içine alan ismi er-Rahmân'dır.

Er-Rahmân'da büyük bir genişlik... Oyna oynayabildiğin kadar, yaz yazabildiğin kadar, seç seçebildiğin kadar.

"Peki, ben burada seni inkâr edeceğim, burada adamın kafasını kıracağım. Bana kalem ver, bana bu rolü ver, bunun için dekor ver, bunun için kan ver, bıçak ver, küfür ver" dediğinde, o senaryonun hepsini sana verebilecek bir Allah var.

Ama sen bundan tercih edileceksin, sen bundan sorumlu olacaksın.

"Ben adam öldürmek istiyorum!" Adam öldürmek istiyorsun, bunun hakkını verirsin ama.

Peki, "Ben Allah'ı inkâr ediyorum!" diyen bir insan düşünün. Şöyle düşünün, "Ben Allah'a küfrediyorum!" dese bir insan, hâşâ…

Hani diyecekler ki "Ya biz dini bir program diye açtık hoca da neler söylüyor!" diyecekler ama, en önce bir ters yüz edelim. Benim rahmetli hocalarım öyle derdi; "Bozulmadan düzelmez”, derdi, “bazı şeyler."

Düşünün Nesibe Hanım, Allah'ı inkâr eden bir insan düşünün, zihninizde canlandırın; o insanın vücuda gelmesi Allah'ın yaratmasıyladır. O insanın aklı, o cümleleri, küfrederken seçtiği cümleler bile Allah'ın kuvvetiyledir. Allah'ın mülkünde, Allah'a ait, Allah'ın bahşettiği güzelliklerle ve nimetlerle bir insan küfreder de nefesi tıkanmaz. Küfreder de hava, ekmek, su ihtiyacı kesilmez. Tam bir merhametle o senaryo içerisinde, ölüm anına kadar bu imtihan sahasında bir merhamet üzere bırakılış vardır.

Hani şöyle değil, bakın, burada bir incelik var, onu anlatamıyorum gibi geliyor bana. Biraz da tabi dinleyicilerimin ben nazarlarını göremiyorum, işin heyecanını anlayamıyorlar gibi hissediyorum sanki.

Şurayı kaçırıyoruz bakın:

"N’aparsanız yapın, ben size hesabı sorarım!" diye bir terk etme yok, dikkat edin.

Yani bu dini algılamada ve insanın hayatı okumasında bazı fikrî şaşkınlık içerisinde olanlar, tabiattaki olayları bile kaosa dayandırır. "Savaş var" der, "Güçlü olan, kuvvetli olan zayıf olanı ezer" der. "Kainatın, hayatın devam ettirilmesinde aslında bir kaos hakimdir." derler.

Bu kaos fikri, hiçbir zaman medeni insanı oluşturmaz. Kültür insanını, popüler insanı oluşturur, eyyamcı insan tipini oluşturur.

"Bu kâinatın zemininde bir düzen vardır ve merhamet üzere inşa olmuştur." denilen bir bakış açısı medeniyet oluşturur, insan yetiştirir.

Arz edebiliyor muyum?

Moda akımlarla, moda düşüncelerle insan benliğini satmaz, şahsiyetini berbat etmez, bir düzen olduğunu fark eder.

Şimdi buradaki tekrar incelik noktası şu:

Yani Allah Teâlâ bırakmış bizi, "Yapabildiğiniz kadar yapın sonra ben toparlayacağım." diye bizi terk etmiş değildir.

Merhametiyle muamele etmiştir.

Neden peki, bu, ne kadar önemli?

"Ya abi, hocam, yani bizi şu an bırakmış, ister merhametiyle bıraksın, değil mi, ister başından atmak için bıraksın." Hâşâ, hani öyle bir senaryo yapalım. "E bu ne olacak ki?" diye düşünebilir.

Haa, arada çok fark var.

"Rahmân" dediğinizde, bu kâinatın her şeyi yaratılmış, kâfir de olsa, müşrik de olsa, mü'min de olsa, herkese bol bol ikram eden Allah demektir. Merhamet üzere kurulmuş.

Peki, bunun avantajı ne?

Zemin merhamet üzere olduğu için; son anda, son bir sözle, son bir dokunuşla o senaryoda iyi bir şey yapmak istediğinizde kapının açık olduğunu size gösterir.

Bakın işte burada fark eder. Yani Rahmân oluşu nedir?

Bir adam yetmiş sene azgınlık yapabilir, her şeyi kırıp dökebilir fakat iyi olmak istediğinde, kâfire de, müşrike de, mü'mine de eşit şartlarda bunu bahşeden Allah demektir er-Rahmân.

Merhamet üzere düzenini kurmuştur. Senaryoyu merhamet üzere kurmuştur. Bu merhametle anlayış çok önemlidir.

"Bismillâh, er-Rahmân" dediğinizde, bu bizi aslında tevhide götürür.

Allah Allah, şimdi ne oldu, nasıl geldik tevhide?

Rahmân dediğimizde Nesibe Hanım, bizim karşımıza çıkmış bir çok dekor, fakat bu dekorlar içerisinde rolünü oynayan insan ve insanlar var mı? Var.

Bu kadar çok şey arasında insanın Allah'ını ve kendisini kaybetme ihtimali var mı? Var.

Ama "Bismillâh" dediğinde, tevhid ettiği Allah'ın ismiyle, "er-Rahmân" dediğinde, çoklukların hepsi bir oluverir. Besmele’nin özü de tevhiddir. Besmele’nin özü, bir olan Allah'ı çokluk âleminde tanımaktır.

Ekseri hocalarımız veya abilerimiz “Rahmân”ı anlatırken "Dünyada herkese veren, er -Rahîm sıfatı da Âhirette sadece mü'minlere bahşeden." diyor.

Böyle olur mu ya? Şu anda er-Rahîm sıfatı duruyor mu yani? Daha henüz bir şey çıkmamış mı, er-Rahîm böyle bekliyor mu daha âhiret gelmediği için?

Bakın bunlar hep yanlış anlamalardır.

O zaman şimdi gelelim o müthiş, bize turnosol kâğıdı gibi, işin mihenk taşı olabilecek meseleye gelelim şimdi.

Bakın Nesibe Hanım, Esmâü'l Hüsnâ'da yapılan en büyük hata; isimleri farklı farklı akılla tartarak Allah Teâlâ'nın isimlerini sanki birbirini bekleyen süreçlerde tecelliler, fakat bazıları tecelli etmiş bazıları etmemiş gibi görme hastalığıdır. Ve bu isimleri birbirinden ayrı görme illeti de aslında aklın o tezadları birleştirememesi, akıl terazisinde tarttığında bu işin içinden çıkamamasıyla işin içinden çıkamamasıyla alakalıdır.

Yani "Nasıl oluyor” der, “hem bir yandan Gafûr hem bir yandan Müntakim, hem bir yandan Mudil hem bir yandan Hâdî. Hidâyet ediyor, saptırıyor nasıl oluyor aynı anda?"

Hepsi bir kere, Allah’dır, Allah Teâlâ'dır. Peki bunlar bekliyor mu? Bekler mi?

Bunu daha sonra anlatacağız, biz şimdi bugün formülü anlatıyoruz.

Kıymetli dinleyenler, Esmâü'l Hüsnâ öyle bir şeydir ki, hangi ismi elinize alır incelerseniz, gönlünüzle, ruhunuzla, imanınızla bakarsanız, bütün isimlerin özelliklerini o esmâda görürsünüz.

Tekrar ediyorum, Esmâü'l Hüsnâ'nın en büyük özelliği, bir kere hepsinin Allah'a işaret etmesidir.

Bunu ilk programlarda söyledik.

Yani "Rahîm kim?" Allah, "Rahmân kim?" Allah, "Şekûr kim?" Allah, "Gafûr kim?" Allah, hepsi Allah'a işaret eder, tamam.

Bir de bu isimlerden hangisini alırsanız alın, onun dallarına indiğinizde, keşfettiğinizde, sizi hep Allah Teâlâ'nın zikrine götürdüğü için aslında Esmâü'l Hüsnâ'yı şuna benzetebiliriz, hatalı düşünmemek için.

İnsanın saçından bir tel alınsa, tırnağının ucundan bir parça alınsa, kanından bir örnek alınsa, alınsa da alınsa... Ağzındaki sıvıdan pamuğa bir şeyler bulaştırılsa ve tahlil edilse... Soruyorum Nesibe Hanım, hepsinde aynı DNA özelliğini bulur musunuz, bulamaz mısınız?

Bir tanesinin adı saçtır; bir tanesinin adı deridir, bir tanesinin adı salyadır, tükürüktür, dudaktır, kulaktır. Hepsinde aynı nokta var mı, aynı DNA yapısına işaret ediyor mu ve hepsi aynı şahsa işaret ediyor mu?

Hem de nasıl ediyor.

Öyle bir işaret var ki, bir parmak iziyle milyarlar arasından siz seçilebiliyorsunuz. Parmak iziniz, saçınız, ne bileyim dudağınızın içindeki bir sıvı bile sizin DNA yapınızı ortaya koyuyorsa, Esmâü'l Hüsnâ'yı nasıl farklı farklı göreceksiniz ki?

Bütün Esmâü'l Hüsnâ'nın hepsini incelediğinizde, Allah ism-i şerîfi ile alakalı bir tecelli görürsünüz.

Peki, bununla şimdi bir daha düşünelim.

Allah'ın bir an... An da demeyelim, yani bunun kuantumları bilmem neleri alt parçacıklarının hepsini birden alalım, milyon kere milyon kere milyon kere anın da altına inelim, bir an Allah'ın yokluğunu düşünebilir miyiz?

İman, bunu asla kabul etmez. Allah'ın yokluğu diye bir şey mevzu bahis olamaz.

O zaman nasıl diyebiliyoruz ki biz, "burada şöyle bir ismi vardır, öteki ismi bekliyordur..." Bu bekleyen kim?

Sen O'nun ismini göremiyorsun. O bütün esmasıyla beraber tecelli eden Allah mıdır? Allah'tır.

Rahmân bu dünyada tecelli edermiş de, Rahîm âhirette tecelli edermiş!...

Peki, o zaman Rahmân'ın işi bitti, o ismin, dünyada kaldı, şimdi Rahîm mi görüyor?

Bu bir sıralama hatasıdır, bu bir planlayamamadır, bu bir eksikliktir hâşâ... Hayır, öyle değil...

"Rahmân ve Rahîm olan Allah!" dediğinizde, bütün isimler O Allah'ın.

Evet, siz mesela konuşan bir insansınız, şu anda susuyorsunuz. Sizin konuşma sıfatınız gitti mi sizden, gitmedi. Siz aynı zamanda konuşan, gören, duyan, işte şu cinsiyette, şu bilgideki bir insansınız. Kelam sıfatı sizde mevcut mu şu anda, konuşma sıfatı mevcud mu? Mevcud.

Sizin varlığınızı benim müşâhade etmem meselesi var.

"Şu anda susan o konuşan, şu anda dinleyen bakan, aynı insan." diyebiliyor muyum?

İşte burada hata yapıyoruz.

Esmâü'l Hüsnâ'yı değerlendirirken sanki ayrı ayrı yerlerdeki bir Allah telakkîsi gibi noktaya gidiyor iş.

Unutmayalım ki putperestliğin, insanlık tarihine baktığımızda putperestliğin dayandığı noktalar, Allah'ın isimlerini ayrı kendisini ayrı zannettiler, melekleri ayrı Allah'ı ayrı zannettiler ve ondan sonra putperestlik başladı. Bütüncül bir anlayışa bizi götürmesi lazımdır Esmâü'l Hüsnâ'nın.

İşte bak geldik mi yine tevhide… Tevhid meselesi var.

Rahmân sıfatı Allah Teâlâ'nın kâinatı kuşatıp bütün hepsini, bu imtihanhâneyi yaratıp, esas imtihan edilecek ve kulluğunu bilecek insanın, yegâne insanın yaratılmasıdır.

Fakat o kadar serbest bırakmıştır ki; kâfir küfrünü, mü'min imanını burada ortaya koyar. Bu ortaya koyuş için fırsattır er-Rahmân.

Şöyle anlatıyorlar mesela; "Kâfirin dünyada da rızkını veren, mü'minin de rızkını veren Allah; âhirette onlara zırnık koklatmayacak, cennette sadece Rahîm de öyle tecelli edecek", hayır, bu söz doğru bir söz değildir, eksik bir sözdür.

Kâfirin de küfrünü göstermek için, mü'minin de imanını göstermek için insanının, hayvanının, gökyüzünün, yeryüzünün bütün fiillerini yapabilmesi için sahayı merhametiyle genişleten Allah demektir er-Rahmân.

Ve bu çokluğun asla kendisine ziyan getirmediği...

"Bismillâh"taki o Allah celle celâluhû, "Lâ ilâhe illallâh" dediğimiz Allah'tır ki; Rahmân'ın senin için yarattığı bu merhamet âlemine baktığında hangi çokluk olursa olsun, hangi yer olursa olsun, o Rahmân bakışı ile baktığında kendisini bildiren Allah demektir.

Ne oldu şimdi?

Besmele’nin başından başladık, Allah er-Rahmân derken, er-Rahmân Allah ismiyle dedik. Böyle bir gidiş oldu şimdi, değil mi?

Ve bunun anlaşılmasıdır murad. Bunun anlayışsızlığı da merhametinden dolayı serbest bırakılmıştır, anlayışı da merhametinden dolayı serbest bırakılmıştır. Mesele sadece rızık vermek meselesi, Rahmân'ın sadece dünyada "Yarattık bir kere, imtihan sonuna kadar bekleyelim, artık yiyip içecekler elleyemeyiz." demek değildir.

Buradaki "Rahmân" ona fırsat vermektir.

Ve tekrar söylüyorum, bu cümle yarım kalmıştı; -ondan sonra bir on beş dakika konuştuk ama- ne kadar kötü bir ömür geçirirse geçirsin, fırsatı değerlendirdiği an, Allah Teâlâ'nın rahimiyetini açacağı andır er-Rahmân, er-Rahmân kelimesi.

Şimdi buradan bakmış olduk er-Rahmân kelimesine.

"Bismi’llâhi’r-rahmâni’r-rahîm" sözüyle, zikrettiğimiz "Rahmân ve Rahîm"; Fâtiha'nın, aynı zamanda Kur'ân-ı Kerîm'e girerken ilk cümledir dedik.

Peki nedir?

Mesela, Rahmân'ın ikramını, Rahmân'ın tecelliyâtını anlamayan kâfirlerle alâkalı Kur'ân'da âyetler vardır.

Mesela "mâ enzele'r-rahmân…." "Rahmân indirmedi, Rahmân Kur'ân indirmedi, Rahmân seni göndermedi" tabirlerini görürüz.

Yani onlar, müşrikler şöyle anlıyorlar; Allah Teâlâ'nın kendi merhametiyle bu dünyada tecelli etmesini, Allah'a istedikleri şeyi yükleyebilmek gibi bir şey zannediyorlar, alan zannediyorlar.

Hâlbuki mü'min o rahmâniyet içerisinde, bu merhamet duygusuyla Allah'a karşı ondan uzaklaşma korkusunu yaşıyor.

Şimdi şöyle misal verelim, "Rahmân" konusunda mü'minle kâfir arasındaki ve aynı zamanda bu Esmâü'l Hüsnâ'yı yanlış anlama arasındaki farkı da görelim.

Nedir?

Şimdi soruyorum arkadaşlara; elbette kalbinde vicdanı, muhabbeti, merhameti olan arkadaşlara soruyorum. Çünkü bu sualin cevabını onlar verebilir.

Annemizi düşünelim veya çok sevdiğimiz bir insanı düşünelim. Bunu "Aşk ve Ahlâk" programında da kısmen işlemiştik. Onun bize vereceği ceza vesâire noktasını bir kenara bırakalım da verdiği imkânları düşünelim.

Bir insan kendisine verilen imkânlarla ve sevdiği kişi tarafından verilen imkânlarla alakalı bir ihanet içinde olduğunda, ilk önce onunla arasının açılmasından, bu merhameti kaybetmekten korkar.

Mesela sizi çok seven bir öğretmeniniz var ve o öğretmenin siz, dersinde bir şey yapmışsınız o da dedi ki sana "Seni sınıfta bıraktım, disipline sevk ettim." Siz hocanızı seviyorsanız, onun sizi disipline sevk etmesi değildir sizi yakan, o sevgiyi kaybetmektir.

Allah Teâlâ'nın merhameti, aslında bir muhabbet eseridir. Mü'minin, bu serbestîlikte, ödü patlar. "Bu merhamet sahibi, bana bunu veren kişiye karşı, ben n’aparım?!" korkusu ile tirtir titrer.

Ama azgın talebe öyle değildir; "Ya bu hoca da çok yumuşak" der, yapabildiği kadar edepsizliği yapar.

Mü'minle münafık veya müşrik arasındaki en bâriz fark da aslında buradan anlaşılır.

"Bismillâh, er-Rahmân" dediğimizde, er-Rahîm'e doğru giden bir yolculuk başlar. Bu er-Rahîm'e giden yolculuk, aslında anne rahminde Rahîm’den gelen insanın Rahîm'e gidişiyle alakalıdır.

Ve Rahmân, mü'minler tarafından Allah Teâlâ'ya mahcub olunmaması gereken, vereceği cezadan dolayı değil, o cezanın ona terettüb etmesinden dolayı değil, o kendisini seven ezelden merhamet eden Allah'a karşı, uzaklık imtihanı yaşama korkusunu yaşar.

Fakat kâfir ve müşrik, bu sıfatları anlamayan kişi ise, kendisine verilen bu imkânları yine hem kendi aleyhine, hem Allah'a karşı kullanmaya kalkar.

Rahmân tahsil edilmeden Rahîm'e kavuşmak ve Allah'ın birliği tahsil edilmeden de Rahmân'ı anlamak, mümkün değildir, diyelim, bugün bu mevzuyu bu şekilde bağlayalım.

Nesibe Sarıhan: Ağzınıza sağlık hocam, anlattığınız şekilde aynı muhabbetle idraki nasib etsin Mevlam hepimize.

M. Fatih Çıtlak: Âmin efendim.

Nesibe Sarıhan: Ben Nesibe Sarıhan kıymetli hocamız Mehmet Fatih Çıtlak, yapımda görevli arkadaşımız Nazlı Güven, teknik masadaki arkadaşımız Zahide Ağırel Demir, hepinize çok teşekkür ederiz.

Önümüzdeki hafta aynı gün ve aynı saatte tekrar sizlerle olacağız. Hoşçakalın

Jenerik: AŞKIN İSİMLERİ

Hazırlayan ve sunanlar: Mehmet Fatih Çıtlak, Nesibe Sarıhan.

TRT podcasting yayınını dinlediniz.