Mehmed Fatih Çıtlak | Aşkın İsimleri | Esmâü'l-Hüsnâ | Radyo Programı | TRT Radyo1 | 01 Ocak 2016 Cuma - 16:30

Program İsmi

Konu

Esmâü'l-Hüsnâ

Tür

Radyo Programı

Mecra

TRT Radyo1

Program Tarihi

01 Ocak 2016 Cuma

Format

Ses (mp3)

Ses Dosyasını

Dinlenebilir Ses Dosyası

Jenerik: TRT podcasting yayınına hoş geldiniz.

"AŞKIN İSİMLERİ"

Hazırlayan ve sunanlar, Mehmet Fatih Çıtlak, Nesibe Sarıhan.

Nesibe Sarıhan: Sevgili dinleyicilerimiz, yeni programımz "Aşkın İsimleri" ile sizlerle olmanın mutluluğunu yaşıyoruz. İstanbul'dan merhaba.

Ben Nesibe Sarıhan. Kıymetli hocamız Mehmet Fatih Çıtlak, yeni programımız "Aşkın İsimleri"nde bizlerle olacak.

Değerli hocam, hoş geldiniz safâlar getirdiniz.

M. Fatih Çıtlak: Hoş bulduk efendim, sağolasınız. Allah hayırlara vesile eylesin inşallah.

Nesibe Sarıhan: Amin inşallah hocam.

“Aşk ve Ahlak” sohbetlerinden sonra ilahi ahlakla ahlaklanmanın ancak Allah'ın yüce ve güzel isimlerinin anlamlarını, gerçek manada kavrayabilmemizle mümkün olabileceğini düşündük, her hafta aynı gün ve saatte sizlerle olacağız.

Kıymetli hocam, Esmâü’l-Hüsnâ’ya başlayacağımız bu ilk programa, tevhid ve Allah'la başlayabilir miyiz? Esmâü’l-Hüsnâ tabirini duyduğumuzda, ruh dünyamızda neler hatırımıza gelmeli kıymetli hocam?

M. Fatih Çıtlak: Evet, girazgah aslında çok öz, çok net bir şekilde zaten durumu ifade ediyor.

Şimdi Esmâü’l-Hüsnâ denildiğinde, yediden yetmişe herkesin kendisince bilgisi var. Esmâü’l-Hüsnâ'nın Allah'ın isimleri olduğunu... Esmâ, "isimler" demek, isimlerin çoğulu, esmâ. Hüsnâ denildiğinde güzel isimler olduğunu...

Peki Allah Teâlâ'nın isimleri çirkin olur mu, hayır, burada kastedilen, nedir, Esmâü’l-Hüsnâ denildiğinde, bizim medeniyetimizde "güzel" denildiğinde, "güzel", neden bahsedildiği bilinmiyor, hangi konudan bahsedildiğini bilmiyoruz, önünde bir metin yok, arkasında bir metin yok, tek başına “güzel” dediğimizde, bizim medeniyetimizin insanlarının ilk aklına gelen şey, Allah'tır, celle celaluhû…

"Güzel" denildiğinde, O akla gelir. Yani "güzel" kelimesi tek başına kullanıldığında, ancak Allah'a ait olabilir. Esmâü’l-Hüsnâ denildiğinde, aslında "güzel isimler" yerine, "güzelliğin isimleri" de denebilir.

Ama biz programda bunu, bu güzelliği, bu güzelliği görebilmek için lazım olan aşkla yad ediyoruz ve “Aşkın İsimleri” diyoruz.

Biraz o duyguları çağrıştırmak ve bizim zihnimizde bu isimleri sadece kuru kuruya Allah şudur, Allah budur, Allah şöyledir, Allah böyledir celle celalühü, şeklinde bir didaktik üslubla, bir mekanik veya matematik hesapla, metinleri sıkıştırılmış şekli ile değil, bizim aşk ufkumuzda, ruhî kalbî sahamızda, bir esmâ bilinci vardır.

Şimdi bunu, çok güzel bir şekilde, ilk program olduğu için çok sağlam bir şekilde zemine oturtmak lazım.

Kaldığımız yere tekrar dönüp, buraya bir daha dönüş yapalım.

Ne dedik, Esmâü’l-Hüsnâ denildiğinde Allah Teâlâ'nın güzel isimleri hatıra gelir.

Çünkü Allah'ın isimleridir mevzu olan, elbette ki güzeldir. Güzel'in isimleri, güzel Allah'ımızın isimleridir.

Başka, Esmâü'l-Hüsnâ denildiğinde, hani dedik ki, herkes yediden yetmişe, elinde bir kitabı olan, hatta çoğu insan, namaz kılmaz, böyle dini hayattan biraz uzak kalmıştır ama, Esmâü’l-Hüsnâ denildiğinde herkesin fikri vardır.

Yani bugün belki kendisini ateist olarak gören, fakat ateizmin bile ne olduğunu bilmeden bazı fikrî fraksiyonlara, kendilerine göre bir şeylere inanan veya inanmayanlara şöyle bir baktığımızda, hepsine, Esmâü’l-Hüsnâ denildiğinde bir fikirleri vardır, yani Allah'ın isimleri olduğunu bilirler.

Esmâü’l-Hüsnâ denilmesinde bir güzellik daha var ama. bunu biz nasıl anlatıyoruz?

Kıymetli dinleyicilerimiz bize can kulağıyla katılsınlar, iştirak etsinler, sohbetlere... Bizler satırlarda, kitaplarda olanı biraz daha süzülmüş, sohbet kıvamında, sohbet meclislerinde alimlerin fikirleriyle, muhabbetleriyle harmanlanmış kısmını radyolarda kendilerine sohbet olarak açacağız.

O yüzden bu tabirleri konuşurken, yani bizim burada yaptığımız tarifler üzerinden giderken, şunu bilsinler ki kıymetli dinleyenlerimiz; burada konuştuğumuz cümleler, kitaptaki cümlelere ilaveten söylenmiş cümlelerdir.

Arz edebiliyor muyum?

Hani, yemeği kaşıkla yeyiniz ve şu şekilde şu tabağa koyunuz dediğinizde ortada bir yemeğin olması lazım, gibi. Hani yemeğin zaten varlığını biliyoruz değil mi?

Bir de biz o arada önemli usuller burada aktarıyoruz, zaten ancak bunu yapabiliriz.

Bir radyo programı, televizyon, medya, ilmî sahadaki derinliği tamamen veremez. Bu olamaz. Her şey için böyledir, her ilim sahası için böyledir. Ama bir tat bırakabilir, bir yön çizebilir, doğruya işaret edebilir.

Biz şu anda onu yapıyoruz sohbette.

Esmâü’l-Hüsnâ denildiğinde, güzel isimler denildiğinde, bu güzelliğin bir sebebi de şu: Demin anlattığımız "güzel" tabirinde anlattık ama, bir başka güzelliği daha var bunun.

Nedir o?

Bu esmâları tanıyan kişiyi güzel yaptığı için adına Esmâü’l-Hüsnâ denilmiştir.

Nesibe Sarıhan: Sadece zâtının güzelliği değil,

M. Fatih Çıtlak: O ismi bilen, o isme nüfûz eden kişiyi de güzel yapan isimlerdir bunlar.

O ismi bilmek, o isimden haberdar olmakla insanın güzelliğe doğru bir dönüşüm, bir hız kazanması ve kemâle, güzelliğe doğru gidişi de olduğu için bu esmâları insan öğrendikçe, okudukça, görmeğe başladıkça, onun hakkında derinleştikçe, insanın ahlakını, insanın düşüncelerini güzelleştirdiğin için Esmâü’l-Hüsnâ denilmiştir.

Peki bu Esmâü’l-Hüsnâ tabirini biz nereden biliyoruz, biz kendimiz mi yakıştırdık bunu, hayır.

Allah Teala kendi isimleri için zaten Kuran-ı Kerîm'de, Esmâü'l-Hüsnâ buyuruyor. "Güzel İsimler"... “Güzel İsimler” diye bizzât Cenab-ı Hak bunu beyan etmiş oluyor.

Ama şimdi anlıyoruz ki Allah Teâlâ'nın bu isimleri övmesi, hem kendisinin övgüye layık olmasıyla alakalıdır, güzeldir, hem bu isimleri anlayan insanı güzel yapar, o yüzden Esmâü’l-Hüsnâ’dır.

Şimdi bir de üçüncü özelliğe bakıyoruz...

Madem ki bunu Esmâü’l-Hüsnâ diye Allah söylemiş, yani Allah öyle buyurmuş, bu neyi gösterir Nesibe Hanım, Allah Teâlâ'yı en iyi zikretmek, en iyi hamdetmek, en iyi anlamak kime aittir?

Bu sorunun cevabını bilmemiz lazım. Yani Allah'ı en iyi zikretmek, onun sıfatlarını en iyi bilmek, onun isimlerinin hakkını en güzel şekilde bilmek, onu en iyi, en yüksek, en eksiksiz şekilde meth ü senâ etmek kime aittir?

Hadi bakalım bu sorunun cevabını dinleyenlerimiz de düşünsün.

Kime aittir?

Allah'a aittir. Hiç kimse Allah teâlâ'dan daha iyi kendisini, kendi zâtını, kendi isimlerini bilemez.

Nitekim Efendimiz sallallahü aleyhi ve sellem'in meşhur duasında, Yarabbi ben seni hamdden meth ü senâ eylemekten acizim. Sen kendi zâtını nasıl tahmîd ediyorsan, Sen kendi zâtını nasıl yüceltiyorsan öylece yücelt, öylece biz de hamd etmiş senâ etmiş meth ü senâ eylemiş gibi kabul et diye efendimizin duası vardır.

Peki, Esmâü’l-Hüsnâ bambaşka bir ufka dönüştü şimdi. Ne oldu?

Allah Teâlâ kendi ismini mademki kendisini en iyi bilen yine kendisidir, peygamber bile olsa onu anlamaktan aciz kalır, ancak onun bildirdiği ile biz bilebiliriz; Allah Teâlâ kendisini beyan etmek, sıfatını övmek üzere, Esmâü’l-Hüsnâ dediği için, bu isimlerin güzelliği Allah tarafından ilan edilmiştir.

Bakın, Esmâü’l-Hüsnâ’da, başka bir perspektif, fakat kalbî ve rûhî ufkumuzu dolduran bir perspektifte, Allah zikretmiştir kendi isimleri hakkında.

En isabetlisini en güzelini, en meth ü senâya uygun olanı bizzat Allah bize öğretmiştir. O yüzden de Esmâü’l-Hüsnâ’dır.

Yani bu üçüncüden dördüncüye geçersek, Allah Teâlâ bu güzelliği ihsan ettiği için ve bu isimleri Allah öğrettiği için Esmâü’l-Hüsnâ'dır. Öğretiliş bakımından ve öğreten açısından da bakıldığında bu isimler güzel isimlerdir. İşte bu bizim ufkumuzu açacak.

Peki Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem bu hususta neler buyuruyor?

Esmâü’l-Hüsnâ hakkında "Cenab-ı Hakk'ın 99 ismi vardır, kim bu isimleri ezberlerse, -“ahsâhâ” tabiri geçmektedir orada, burada ezberlemek te kâfi geliyor mu acaba, ona sonra döneriz- ezberlerse, Allah'ın rahmetine, cennetine dahil olur, cennet gibi bir hayat sürer, ve akabinde de o cennetin dünya hayatında hissettirilen kısmının tamamı eksiksiz olarak tam ve kâmil, mükemmel olarak ahirette de kendisine bahşedilir." mealinde bir hadis-i şerif hatırlıyoruz.

Demek ki bu isimleri ezberlemek, zaptetmek, hatırlamak, onların bize anlattığı mana üzerinde derinleşmek, kişiyi cennetlik bir hale dönüştürüyor. Bakın yine ikinci maddeye gelmiş olduk, bu esmâ, dönüştürmüş oluyor.

Nesibe Sarıhan: Bu, halk arasında isimleri ezberlemek, ki işte cennete girmeye vesiledir inancı...

M. Fatih Çıtlak: Evet hepsi bir adımdır.

Nesibe Sarıhan: Doğrudur...

M. Fatih Çıtlak: Tabi hepsi bir adımdır.

Ama, bir insan belli şeylerin ismini anlasa, ezberlerse de, onun ruhuna sahip olmasa, mesela; "Korkma sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak" bunu insan ezberledi, ama o “Korkma” sözündeki korkmayışı, o ufukları, o al bayrağı, yani bu ocak kavramını... bunları bir insan içselleştirdiği zaman, bu İstiklal Marşı'nın ruhuna erişebilir. İstiklal Marşı, o ruhtaki insanları istiklale eriştirir ve istikbale devreder.

Esmâü’l-Hüsnâ da böyledir. Allah Rahman Rahim Settar Gaffar Cebbar diye ezberlemek, hayır burada kalmamalı.

Çocuk bir çok kelimenin manasını ezberler. Baba anne su masa tahta abi papağan kuş maymun bir sürü şey söyler. Bunların manasını çoğu zaman bilmez. Baktığı objeleri bize anlatmak için bunları ezberlemek zorundadır.

Nesibe Sarıhan: Tümden gelim gibi sanki...

M. Fatih Çıtlak: Bizle iletişim kurmak içindir. Ama belki de bunu tüme varım da düşünebiliriz, çünkü o tümden gelmiştir, o bütünden bize aksetmiştir ama o parçalarla biz bütüne ulaşırız.

Dolayısıyla Esmâü’l-Hüsnâ'ya baktığımızda, esmâ, Allah Teâlâ'nın ya sıfatına, -biraz daha konuyu derinleştiriyoruz- ya fiiline, o özellikteki itikad açısından, inanç açısından rabliğini anlatan bir isme veya dolaylı, doğrudan zâtına işaret vardır.

Bizzat Allah Teâlâ'ya işaret vardır.

Şimdi bu geniş fakat önemli temeli attıktan sonra şöyle bir, arazinin hudutlarını çizmiş olduk.

Esmâü’l-Hüsnâ denildiğinde bu. Allah Teâlâ'nın kendi isimlerini, güzel diye övdüğü isimlerle elbette uğraşmak, onları anlamak, Cenab-ı Hakk'ın bize verdiği müfredatı veya o aşkı, o isimlerle meşk etmek olacaktır.

"Aşkın İsimleri"ni çok güzel bulmuşsunuz. Yani o aşk-ı ilahîyi meşk etmek olacaktır.

Şimdi bir gelelim biraz daha teknik, ne diyorlar şimdiki tabirle, spesifik mi diyorlar, biraz daha lokal böyle mevzulara…

Nedir o?

"Efendim Allah Teâlâ'nın 99 ismi mi vardır?... " sorusu var.

Bu çokça zikredilir. Hatta şöyle bir bakıldığında, hadis-i şerif'te, "Allahü Teâlâ'nın isimleri şunlardır" mealindeki hadis-i şeriflere bakıldığında, yüz küsurdan fazla isminin olduğunu, hatta farklı rivayetleri bendeniz baktım hadis-i şerîf kitaplarında, bunların, metinde bazı değişiklikleri var, o değişiklikleri de alırsanız, yüz yirmi, yüz yirmi beş civarında falan oluyor isimler.

Nesibe Sarıhan: Gizli ilimlerle....?

M. Fatih Çıtlak: Yok, onlara daha hiç girmeyelim. Yani onlara daha hiç girmeyelim, Esmâü’l-Hüsnâ’nın o gizli ilimler boyutuna girdiğimizde bambaşka bir şekil alır yani, burada biz kelime-i tevhidi, Allah Teâlâ'nın isimlerinin lügat manalarını değil başındaki sonundaki harflerin bile özelliğini incelemek zorunda kalırız ki, bu çok ayrı bir noktaya gider. Gözle göremediğimiz başka hangi boyutları çalıştırır, hangi boyutlarla alışverişimizi sağlar ona geleceğiz, onu da muhakkak konuşacağız, bu programda olmasa bile Esmâü’l-Hüsnâ'da işlenir.

Şimdi bir kere, bir teknik mevzuyu aydınlatmaya çalışalım.

Doksan dokuz isimden mi ibarettir?

Hayır.

Doksan dokuz ismini kim ezberlerse buyuruyor Efendimiz ama, değil mi, Allah'ın doksan dokuz ismi vardır sadece demiyor.

"Allah Teâlâ'nın isimlerinden doksan dokuzunu kim ezberlerse", buyuruyor.

Demek ki bu doksan dokuz isim denildiğinde, Cenab-ı Hakk'ın doksan dokuz isimden ibarettir isimleri, manasına gelmez.

Doksan dokuzunun ezberlenmesi vardır.

En meşhur olan, bütün rivayetlerde ortak olarak geçen, Esmâü’l-Hüsnâ'daki bunlar mesela Şâfî'de vesaire bazı kaynaklarda hakikaten farkı vardır, isimler biraz farklı olabilir, birkaç isimde, ama genel kabul gören işte şu anda insanlarımızın çoğunun elinin altında evlerinde muhakkak kütüphanelerinde bulunan Esmâü’l-Hüsnâ olarak yazılan 99 isim, en çok ittifak edilen isimlerdendir.

Peki hadis-i şerîfler böyle, Kur'ân-ı Kerîm'de de sadece doksan dokuz mu geçiyor?

Aaa hocam, doksan dokuz isim sadece Kur'ân'da geçtiği için galiba diyebilir bazıları, hayır.

Kur'ân-ı Kerîm'de de Cenab-ı Hakk'ın neredeyse iki yüze yakın ismi vardır.

Ayrıca zikredilmiş isimleri vardır. Tefsirlerde, hadis-i şeriflerde, asr-ı saadet zamandaki hadisi şeriflere bakıldığında, Cenab-ı Hakk'ın Kur'ân-ı Kerîm'de geçen bazı, O'nu tavsîf eden, O'nun fiilini, sıfatını, zâtını anlatan bazı isimler vardır ki, bunları da o işaretlerle, tefsirlerle topladığımızda bunlar da gene yüz elli, yüz kırk, en aşağı yüz kırk, hatta iki yüze kadar saymak mümkündür.

Bir de “1001 Esmâ” denilen esmâ var.

Biz Allah Teâlâ'ya, mesela dualar ederiz. Cenab-ı Hak bizlere dualar ihsan etmiştir, nereden, hem Kur’ân-ı Kerîm'de, başka, mesela “Rabbene’ftah beynenâ ve beyne kavminâ bi’l-hakki ve ente hayru’l-fâtihîn.” Sen fâtihlerin, açanların, fethedenlerin hayırlısısın. "Hayru'l gâfirîn" var. "Ve kul rabbi’ğfir ve’rham ve ente hayru’r-râhimîn" var. “Râhim” var. "Gâfirîn" var. Dualarda var bu.

O zaman dualardaki bazı tesbihlere baktığımızda farklı isimler görüyoruz Allah'ı zikrederken.

Nereden görüyoruz bunları?

Allah Teâlâ'nın Kur’ân'da bildirdiği isimlere bakıyoruz, Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem'in şöyle dua edin diye isimleri var.

Mesela Mü’milü, Muhtilu diye isimler var. Bedûh diye isim var mesela.

Baktığımızda bunu hiç, Kur’ân-ı Kerîm'de göremiyoruz, hadis-i şerîflerde göremiyoruz, ama hadis-i şerif dualarında Allah'a yalvarırken Allah'ın bu isimlerini kullanıyor Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem.

Ha, diyorlar ki o zaman, 1001 isim var.

Niye bin bir?

Oturup saymışlar 1001 diye?

Şöyle bir kaide var:

1000, bir şeyin çokluktaki sınırını gösterir. Ama hala sayılabilecek olduğunu gösterir. Arap'ta ve Arap medeniyeti, Arap şiirinde, metinlerinde, 1001 dediğimde o, bir şeyin bundan sonra devam edebileceğine işarettir.

Nesibe Sarıhan: Sonsuzluk gibi mi?

M. Fatih Çıtlak: Sonsuzluk demeyim, sayılamayacak kadar çokluğa devretmiş olur. Hani 1000 denildiğinde, 1000 kişi geldi denildiğinde, çokluktaki bir zirveyi, ama sayılabilecek olduğunu gösterir. Bin bir dediğinizde, bini devretti, yeniden başladı gibi olduğunu gösterir, ucu nereye kadardır bilinmez.

O zaman "1001 Esmâ" diye de bir şey var, bir kavram var.

Peki hocam bunlar da Esmâü’l-Hüsnâ'dır?

Tabii ki.

Allah'ın isimleri ise, o Güzel'i anlatıyorsa, o da Esmâü’l-Hüsnâ'dır.

Nesibe Sarıhan: Hocam bütün bu güzel isimler, ulûhiyet kavramının daha güzel pekişmesi açısından mıdır?

M. Fatih Çıtlak: Harika ifade ettiniz, bakın, işte bu, yani ulûhiyet açısından, Rabbimizin güzelliğini bilmemiz açısından bizlere açılmış olan rahmetlerdir.

En meşhur rivayetlerden birisi de İbni Arabî Hazretlerinin, Muhyiddin İbni Arabî Hazretleri'nin "Allah Teâlâ'nın on iki bin ismini keşfettim", bakın ne diyor, "12.000 ismini keşfettim".

Şimdi bu çok acayip bir şey.

Ya bu insanlar oturup yalan atacak, söyleyecek insanlar değil. Yani bugün bir çok gazetede bir çok medyada yalan haber yazan insanlar, din hususunda konuşurken biraz daha dikkatli olurlar en azından, öyledir diye ümid ediyorum. Çünkü büyük vebaldir bu. E bugün basit bir meslekte bulunan insan bile bu kadar dikkat ederse, kendisi koskoca allâme olmuş bir insan bu hususta niye yalan söylesin, veya niye yanlış bir iddiada bulunsun.

Demek ki Allah Teala'nın on iki bin ismi de olabilir.

Şimdi mevzu dağıldı zannediyoruz, değil işte.

Şöyle bir şey:

Bu doksan dokuz ismi kim güzelce ezberlerse görecek ki, yarın bir gün ilmi de artsa, başka isimleri de öğrense, Muhakkak hepsi gelecek gelecek gelecek, bakın tam bir kırılma noktası yaşıyoruz şu anda.

Şu anda, bundan sonraki sohbetleri anlayabilmek için en önemli cümlelerden birini söyleyeceğiz, birazdan. Ne diyeceğiz?

Bu doksan dokuz ismi çok iyi anlamaya muvaffak olan, -kendi kapasitesine göre- bir kişi, Allah Teâlâ'nın diğer isimlerini, tecellilerini, yaratma, yaradılış sırlarını ve onun ulûhiyetini -sizin buyurdunuz gibi-, anlamak hususunda en önemli ana damarı yakalamış oluyor.

Şimdi diyelim ki doksan dokuz ismi öğrendi... Bu doksan dokuz ismi, ama bakın burada kalmayacak, bir başka cümle ilave edeceğiz buna, bu birinci cümle… En önce bunu açalım, sonra ikinci cümleyi söyleyelim.

Bu doksan dokuz Esmâü’l-Hüsnâ'yı öğrenen bir insan, başka yerde başka duada Allah Teâlâ'nın bir ismi ile karşılaştığında, yahut Cenab-ı Hakk'ın bir tecellisinin anlatıldığı bir ayeti okuduğunda, Hee, burada Cenab-ı Hakk'ın şu sıfatları da zikrediliyor ama bu sıfat aynı Esmâü’l-Hüsnâ'daki şu isim gibi, bu ismin bir dalı herhalde, bu isimde bu da varmış diyecek şekilde, o doksan dokuz isim aslında ne olmuş oluyor, on iki binler, o bin birler, bu isimleri şerh ediyor. Tümden varım ve tüme varım meselesini, belki burada şimdi daha iyi netleştirebiliriz.

Bütün öğrendiklerinin Esmâü’l-Hüsnâ’da toplandığını görüyor, bir başka deyişle, bu Esmâü’l-Hüsnâ'yı görünce, diğerleri bu doksan dokuz ismi şerh eder gibi oluyor. Bu birinci cümle.

Şimdi ikinci cümle.

Bu doksan dokuz esmâyı çok iyi öğrenmeye çalışan bir insan, hepsinin sonunda "Allah" der. Celle celâluhû...

Yani aslında bu sadece bir ismin şerh edilmesidir.

Özü, lübbü, künhü, her şeyi, zât isminin tecellisi olan Allah celle celâluhû’dadır.

"Allah" celle celaluhu demek için Esmâü’-Hüsnâ'yı öğrenir. Esmâü’l Hüsnâ'yı öğrendiği için "Allah" der. İki açıdan da bakabilirsiniz.

Allah ism-i şerîfinin bu özellikleriyle Allah Teâlâ'yı bilmek nasıl nümkün olabilir?

Biz bu, Allah Teâlâ'yı bilişi nasıl mümkün hale getiririz? Nasıl olur?

Bu şöyle olur:

Allah ism-i şerifi bizim Esmâü’l-Hüsnâ diye anlattığımız bu isimlerle alakalı bilişimiz nereden gelmektedir?

Çok önemli bir cümle daha:

Allah Teâlâ kendisini bildirdiği için biz onun esmâsını biliriz. Rasulullah Efendimiz bu dünyayı şereflendirdiği için bu esmâ bize meçhul olmamıştır. Bu isimlerin bize malum olması Allah'ın muradıydı, o muradı üzre bu ismi anlayabilecek kulu yarattı, o kulun üzerinde de ilmiyle, yaşayışıyla, ahlakıyla, idrakiyle bizlere Allah, kendisini anlattı.

Neticede hepsi o Allah diyebilmek içindir. Bütün isimler hepsi o bir kere Allah demek içindir.

“Bir kez Allah dese aşk ile lisan, dökülür andan günahlar misli hazan” diye Süleyman Çelebi'nin buyurduğu ağacın yapraklarının dökülmesi gibi adamda günah bırakmaz bir kere Allah dese insan lisanıyla denilmesi o Allah tabiri, o Allah zikri, insanı kendi benliğinden soyan, bambaşka bir vücuda getiren bir oluşu simgeler.

İşte o yüzden de güzelleştirdiği için adı Esmâü’l-Hüsnâ’dır. Allah Teâlâ'nın isimlerinin özü, “Allah” ism-i şerîfidir. Allah ism-i şerîfinin de bir özü vardır ama.

Buradan kelime-i tevhide de geçeceğiz. Çünkü bu birkaç program, bazı programlarda bir kaç esmâyı beraber işleyeceğiz. O yüzden dinleyicilerimiz müsterih olsunlar, nasıl yetişecek bu demesinler.

Allah ism-i şerîfi üzerinde çok iyi durmamız lazım. Bakın, kelime-i tevhîd, müstakil bir program olması lazım.

Ha, bazı isimleri beraberce zikrederiz. Yani Alîm’le Hakîm’i beraber zikrederiz mesela.

Nesibe Sarıhan: Nasıl uygun bulursanız hocam.

M. Fatih Çıtlak: Hem böylece bütün esmâlar işlenmiş olur. Ama biz doğru anlamak mecburiyetindeyiz.

Allah ism-i şerîfinin de bir özü vardır.

Allah ism-i şerîfi, yazılış açısından bile mucize bir isimdir.

Nasıldır?

Bakın, Allah dediğinizde Allah'ı, zâtını işaret etmiş olur.

Peki Allah lafzının elif'i gitmiş olsa geriye "lillahi" kalır. "Lillâhi mülkü’s-semâvâti ve’l-ard" dersiniz, yine Allah Teâlâ’ya işaret eder.

Peki o lâm’ı da attınız başından, "lehû" kalır. Bilhassa seyircilerimizin dinleyecilerimizin bildiği isimden gidiyorum. "Lehû fi’s-semâvâti ve’l-ard" dersiniz, yine Allah'a işaret eder.

Peki o lâm’ı da attınız, “Hüvallahü'llezî ilâhe illâ hû" dersiniz, “hû” ism-i şerifi de oraya işaret eder.

Bizim Anadolu'da "hü" derler bazen ona, bazı ocaklarda. Aslında "hû" da "hü" de aynıdır. Hangi "hû"dur o? Allah ism-i şerîfinin özündeki.

Çünkü programın başında ne dedik?

Bizim medeniyetimizde tek başına, tek başına, sadece, "güzel" denildiğinde ilk akla gelen, Allah'tır.

"Hû" da "O" demektir.

O denildiğinde, O denildiğinde de, ilk önce akla gelen, Hazreti Allah'tır diyelim, inşallah programımıza bu isim üzerinden devam edelim.

Nesibe Sarıhan: Eyvallah hocam, idrak etmek umuduyla diyelim, önümüzdeki programda tekrar konumuza devam edeceğiz inşallah sırada kalan şekliyle. Ben Nesibe Sarıhan, kıymetli hocamız Mehmet Fatih Çıtlak, yapımcı arkadaşımız Nazlı Güven, teknik masadaki arkadaşımız Zahide Ağırel Demir, çok teşekkür ediyoruz haftaya aynı gün aynı saatte tekrar birlikte olacağız hoşçakalın.

Jenerik: AŞKIN İSİMLERİ

Hazırlayan ve sunanlar, Mehmet Fatih Çıtlak, Nesibe Sarıhan.

TRT podcasting yayınını dinlediniz.