Ve'd-Duhâ

Duhâ sûresinin hemen öncesindeki Leyl sûresinin son âyetinde Cenâb-ı Hakk "Ve le sevfe yerdâ - Allah ondan razı olacaktır." diye buyurmaktadır.

"Ene râdî, ene râdî" diye dönmenin bu âyetin nüzûlünde olduğunu söyleyen âlimler de vardır. Hani Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem'in "Yâ Ebâ Bekir, Allah senden razı, sen de ondan razı mısın?" dediğinde Hazret-i Ebû Bekir (r.a.)'in ayağa kalkıp cevlân etmesi hâdisesi.

Bu âyet-i kerîmeden sonra Duhâ sûresinin başlamasının sebeb-i hikmeti de sıddîkiyet makamından üstün olan nübüvvet makamına işaret etmesidir, diyorlar.

Mevlid Kandili geliyor. Âşıkların bayramı. Kadir gecesinden efdal. Allah Rasûlü (s.a.s.) teşrif etmeseydi ne ay, gün felek olurdu, ne de Kadir Gecesi inen Kur'ân-ı Kerîm olurdu. O yüzden en büyük gün Mevlid Kandili'dir.

Makâm-ı sıddîkiyetten daha üstün olan makam nübüvvet makamıdır. Sıddîkiyetten sonra nübüvvetin beyanı ve nübüvvet makamının şahı ve seyyidi olan Fahr-i âlem (s.a.s.) Efendimiz'in kadrini, şerefini, faziletini bildiren âyetler gelmiştir, diyorlar.

Başka bir hikmeti de, sıddîk, Allah Rasûlü'ne o kadar yakındır ki, aralarında kimse yoktur. Cibrîl bile giremez. Sıddîk ile Nebiyy-i zîşân yanyanadır, aralarında kimse yoktur, o kadar yakınlardır ki, "Ve le sevfe yerdâ. Ve'd-Duhâ"nın aralarının ne kadar yakın olduğuna da işaret olduğunu beyan ediyorlar.

Duhâ sûresinin sebeb-i nüzûlü hakkında çok değişik rivayetler var.

Bir rivayette, Cenâb-ı Rasûl (s.a.s.) Efendimiz bir mağaraya dinlenmek veya sığınmak için girdiklerinde mübarek kadem-i şerîflerinin kanadığını görüyorlar. Ve Allah Rasûlü'nün nâdir buyurdukları şiire benzer bir beyit fem-i saâdetlerinden zuhûr ediyor. Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz, vezinle konuşmamıştır. Allah Rasûlü'ne şair diyen kişi dinden çıkar. Çünkü "O şair değildir." diye Kur'ân-ı Kerîm'de beyan vardır. Nebiyy-i zîşân Efendimiz'e gelen Kur'ân-ı Kerîm kelâmullahtır, öyle büyük, öyle muazzam bir kitaptır ki, Hazret-i Rasûlullah'ın buna nisbetle şiir okuması zuldür diye, Allah Rasûlü (s.a.s.) Efendimiz'in mübarek fem-i saâdetlerinden şiir şeklinde pek söz zuhûr etmemiştir. Fakat kadem-i şerîfleri kanadığında "Sen bu yolda başına pek az şey gelmiş bir parmaksın, başına gelen de senin bu yolda katlandığın bir cefadır." şeklinde parmağıyla konuşuyor Efendimiz sallallahu aleyhi ve sellem.

Cenâb-ı Rasûl (s.a.s.) Efendimiz, bütün mahlûkata müşfik olduğu gibi, eşyalarına dahi isimler verirmiş. Mesela içtiği kâseye, giyindikleri elbiseye, hususi bazı örtülerine bile ayrıca isimler takarmış. Sanki onlar birer varlık, birer şahsiyetmiş gibi. Rasûllullah (s.a.s.) Efendimiz'in nezaketini ve letafetini gösteriyor.

Bu parmak rahatsızlığından dolayı birkaç gün Cenâb-ı Rasûl (s.a.s.) Efendimiz'in gece ibadete kalkamayışını gören bazı kişilerin -çünkü Allah Rasûlü'nün her haline tecessüs ediyorlardı- "Galiba Rabbisi Muhammed'i bıraktı." -hâşâ- şeklinde hakarette bulunmaları ve Cenâb-ı Rasûl (s.a.s.) Efendimiz'in kendisine bu haberin ulaşmasıyla me'yûs olmaları üzerine bu âyet-i kerîmenin indiği rivayeti var.

Bu mağaraya sığınma hâdisesinin Taif Seferi esna'ında olduğunu beyan eden bir başka rivayet de var. Taif'te biliyorsunuz  Cenâb-ı zîşân (s.a.s.) Efendimiz'i çocuklara taşlattılar, Allah Rasûlü yine beddua etmedi onlara. "Ben âlemlere rahmet olarak gönderildim, yâ Rabbi bunlar câhiller, bilmiyorlar, bilselerdi yapmazlardı." şeklinde dua ediyor. Fakat o insanların aşırı tazyikiyle mağaraya bir müddet girmek icab ettiğinden orada vuku bulduğunu söylüyorlar.

Yine bir başka rivayette Ebî Leheb'in karısı, Tebbet sûresi indikten sonra Rasûlullah Efendimiz'e gelip "Sen beni hicvediyor, kötülüyormuşsun." gibi O'na (s.a.s.) çıkışmaya kalkıyor. Bunun üzerine Cenâb-ı zîşân (s.a.s.) Efendimiz gayet kâmil bir şekilde "Seni ben hicvetmiyorum, Allah seni hicvediyor." diye cevap veriyor. Bunun üzerine attığı bir taş veya hakaretinden dolayı Rasûlullah Efendimiz'in me'yûs olduğu ve o günden sonra vücudunda bir ağırlık ve rahatsızlık zuhûr ettiğinden gece kalkamadığı için "Rabbisi Muhammed'i terketti." diye söyleyenin Ebî Leheb'in karısı olduğu rivayeti de vardır. O sözü duyunca me'yûs olan Allah Rasûlü'nün o hüznünü defetmek ve hüznünü sürura tebdil etmek için Cenâb-ı Hakk, O'na (s.a.s.), şeref ü kadr ü kıymetinin âlâ oluşunu beyan eden Duhâ sûresini indirmiştir, diyorlar.

Fakat en ziyâde, ulemânın, müfessirlerin beyan ettiği bir görüş var. Yahudilerden bir kısım geliyor, Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz'e soru soruyorlar: "Ruh nedir? Dünyanın dört bir tarafına, batıya, doğuya, kuzeye ve güneye yolculuk yapan kumandan kimdir? O senelerce uyuyanlar kimlerdir?" şeklinde Rasûlullah (s.a.s.) Efendimiz'e soru sorduklarında Cenâb-ı Rasûl (s.a.s.)'ün "Gidin, sonra cevabınızı vereyim" derken 'inşâallah' demesinin unutturulduğu ve bu sebepten cilve-i Rabbanî olarak bir müddet vahyin inkıtâ'a uğradığı, bu inkıtâ esna'ında "Vahiy kesildi, Muhammed ile Rabbi herhalde bozuştular." gibi alenî ahlâksızlık, terbiyesizlikten ve bu şekilde nâhoş sözlerden Cenâb-ı Rasûl (s.a.s.) Efendimiz'in mesmû-i şâhâneleri olması hasebiyle mahzûn oldukları, bu mahzûniyeti de Hazret-i Allah'ın sürura tebeddül etmek ve tahvil eylemek için Ve'd-Duhâ sûresini inzal ettiğini beyan ediyorlar.