Fasıl 01 - Sultân Süleymân'ın fermânı

Birinci fasıl, 

Bu eserin yazılmasına,
Aslımızın kimlerden olduğuna,
Ağam Oruç Reis'in esirliğine ve
Korsanlık etmesine

dâirdir.

  • Sultân Süleyman'ın Fermânı: “Hazîne-i âmiremde bulunsun!”
  • Seyyid Murâdî
  • Midilli'de İlk Müslümanlar
  • Babamız Yakup Ağa
  • Oruç Reis'in Rodos Şövalyelerine esir düşmesi
  • Kirigo'nun Oruç Reis'le görüşmesi
  • Oruç Reis'in dostuna: "Beni satın al" demesi
  • Kirigo'nun hıyâneti, Oruç Reis'in zindana atılması
  • Oruç Reis'in Komandorla konuşması ve alay etmesi
  • Ak yüzlü bir pîr
  • Şövalyelerin korkusu
  • Sultân Korkut
  • Oruç Reis'e kâfirlik teklif olunması
  • Oruç'tan alarga durun!
  • Ağamın kurtulması
  • Kocakarıcığın tarlası
  • Papazın kurnazlığı
  • Ali Kaptan'ın kalyonunda
  • Kirigo elime geçerse
  • Kâfir donanmasının baskını
  • Oruç Reis'in korsan olması
  • Kâfirlerin Oruç Reis'i kıstırmaları
  • Oruç Reis'in Sultân Korkut'un huzuruna çıkması
  • Sultân Korkut'un duâsı
  • Kaza yıldırımı gibi
  • Her kim Âl-i Osmân'dan duâ alırsa
  • İşte ayağınıza geldik, bizi alın!
  • Ağam Oruç'la buluşmamız
  • Oruç Reis Mısır'da
  • İskenderiye'den sefer
  • Kıbrıs açıklarında
  • Sultân Selîm Han
  • Bir nâzenin tekne ki ancak bu kadar olur


Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm,

Sonsuz hamd ve şükür, varlıkları yaratan ve besleyen Cenâb-ı Hakk'a olsun. Bizi yokluktan varlık âlemine çıkardı, imân elbisesi giydirdi. Biz kullarına dünya nimetleri ve safalar verdi.

Ve dahi salât ü selâm kâinatın serveri ve mevcudatın iftiharı, dünya ve âhiretin sultânı Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem'e ve dahi ashâbı ve evladı üzerine olsun ve dahi ol çehâr-ı yâr-ı güzîn üzerine olsun ki; biri Ebû Bekr Sıddîk, ikincisi Ömeru'l Fâruk, üçüncüsü Osmân-ı Zinnûreyn, dördüncüsü Aliyyü'l Murtazâ'dır. Rıdvânullahi Teâlâ aleyhim ecmaîn.


Sultân Süleyman'ın Fermânı: Hazîne-i Âmire'mde bulunsun!

Ve bundan sonra, sultânü’l-a'zam ve melikü’l-muazzam, ümmetlerin metbû’u, Arab, Acem ve Rum reislerinin efendisi, emniyet ve selâmetin yayıcısı, adâlet ve ihsanın koruyucusu Osman Han'ın oğlu Orhan Han'ın oğlu Murad Han'ın oğlu Mehmet Han'ın oğlu Bâyezîd Han'ın oğlu Selim Han'ın oğlu, es-sultân ibni’s-Sultân Süleyman Han Hazretleri -Allah onun mülkünü zamanın ve devranın nihayetine kadar devamlı kılsın, amin ya Rabbe’l-âlemin- bir gün fermân buyurdular ki:

“Sen ve karındaşın nasıl ortaya çıkıp cihad meydanına atıldınız? Bunun sebebi ne idi? Kimlerdensiniz? Kul tâifesinden mi, sâirlerden mi? Bu zamana gelinceye kadar ufak büyük, karada ve denizde, ne şekil gazalar oldu ise, baştan sona kadar, ne eksik ne fazla, gerek nazım gerekse nesirle, yazıp bir kitap düzüp buraya gönderin ki, eskiden yazılmış tarihlerin yanında, Hazîne-i Âmire'mde bulunsun!"    ”


Seyyid Murâdî

Bu yüce fermâna can baş üstüne deyip, Seyyid Murâdî'yi çağırttım. Seyyid Murâdî, emrimdeki reislerden Durak Reis'in baştardasında gazalara iştirak eden bir deniz yiğidi idi.

( BAŞTARDA, kadırganın büyüğüdür. 26 ilâ 36 oturaklı olup her küreğini 7 kişi çekerdi. Kaptan Paşa baştardası 36 oturaklı olup, 500 kürekçi, 216 savaşçı ve gemicilerle birlikte 800 mevcutlu idi. Baş tarafında üç ağır ve yanlarda hafif topları bulunurdu. )

Gazalarımızı nazımla destan edip söylerdi. Yazdıkları hoş şeyler olup gâziler ezber eder, okurlardı. Murâdî'ye dedim ki:

"Bak a Murâdî! Bizler için artık dünyada işitilmedik nesne kalmamıştır. Hemen arzumuz, bu fânî âlemde bir eser bırakıp ahfâdımızın hayır duâsına vesile kılmaktır. Nitekim denilmiş ki:

Er odur ki dünyada koya bir eser,
Esersiz kişinin yerinde yeller eser.

Benim dediklerimi nesirle ve nazımla yaz. Bu dünyada gazâlarımızdan sonra bir de kitap koyup gidelim."

Murâdî benden dinlediklerini, kendi gördüklerini ve öteki reislerden duyduklarını kaleme aldı. Böylece bu eser meydana geldi.

Hemen vasiyetim, iş bu kitabı okuyan din karındaşlarımın beni, yoldaşlarımı ve bütün mücahidleri hayır duâ ile yâd kılmalarıdır, vesselâm.


Midilli'de İlk Müslümanlar

Midilli  (Lesbos -  Λέσβος) - Yunanistan  |  Google haritasında mevkii

Sultân Mehmed Han -Allah kabrini nurlandırsın- zamanında Midilli fetholunup kâfirlerin elinden alındı. Sultânın emri ile kul tâifesinden bazı kimseler, kaleyi beklemek üzere tâyin olunup yazıldılar.

Bu erlerin kalede kalmaları kararlaşınca, bunlar, şevketlü padişah hazretlerine arz-ı halde bulunup şöyle dediler:

"Bizim burada kalmamızı fermân buyurdunuz. Emriniz cân baş üstüne! Gerektir ki bizim ihtiyaçlarımızı da gideresiniz. Zira bizler burada bir alay bekar adamlarız. Bu yer ise bir adadır. Bu taraflarda Müslümanlık yer de yoktur ki onlarla tanışıp, kendi başımıza bir çare bulalım. Elhasıl bizim burada böyle kalmamız çok zordur. Biz buna râzı olmayız. Bize bir çare buluverin."

Sultân Mehmed Hazretleri bunların arz-ı hallerini işitip hak verdi:

"Kul tâifesinin sözleri mâkuldür. Bunların evlenmelerine bir vesîle gerektir." deyip, şu vech ile bir emr-i şerîf gönderdi:

"Ol hisarda muhâfız kalan kullarım, oradaki kâfirlerin kızlarından hangi güzel kızı beğenirlerse usûlünce nikah edip alsınlar. Ammâ şeriate muhalif almasınlar, nikah ile alıp evlensinler. Böylece oradaki kâfirlerle de aralarında ünsiyet peydâ olup, kaleyi muhafaza etmekte kolaylık ola ve kaleyi iyi hıfz edeler."

Bu emr-i şerîfi alan gâziler memnun ve râzı oldular. Gereğince de amel eylediler.


Babamız Yakup Ağa

Kale muhafızlarının içinde, Selanik yakınlarındaki Vardar Yenicesi'nden, Yakup Ağa da vardı. Yiğit, dilâver bir er idi. Bir sipahinin oğluydu. Bahâdırlığıyla akranı gençler arasında mümtâz idi.

Kâfirden ilk kızı alan bu Yakup Ağa oldu. Yakup Ağa kâfir kızlarından güzellikte emsalsiz bir dilberi beğenip, nikah edip helalliğe aldı. Zevcesi ile bir nice zaman dirlik içinde yaşadı. Dört oğulları oldu. Adlarını İshak, Oruç, Hızır ve İlyas koydu.

İşte bu Yakup Ağa benim babam olup oğullarının üçüncüsü idim. Ağam İshak hepimizin ulusu idi. Midilli'ye yerleşmiş orada çalışır, kazanırdı, Ağam Oruç, reisliğe heves ettiğinden bir gemi yaptırıp deryada ticarete başladı. Benim de hevesim reisliğe olduğundan, on sekiz oturak bir tekne de ben yaptırıp ticarete başladım.


Oruç Reis'in Rodos Şövalyelerine esir düşmesi

Kimseye muhtaç değildik. Kendi işimizi işleyip rahat yaşıyorduk. Ben, daha çok Selanik ve Eğriboz'a sefer ederdim.

Eğriboz (Euboea -  Εύβοια) -  Yunanistan  |  Google haritasında mevkii

O taraflara sefer etmek hoşuma giderdi.

Amma Oruç Reis, küçük karındaşımız İlyas'ı da yanına alıp Şam Trablusu'na doğru sefer etmek istedi.

Trablusşam  (Tripoli -  طرابلس) - Lübnan  |  Google haritasında mevkii

Kazâ kader bu ya, yolda giderlerken ansızın Rodos gemilerine rast geldiler. Ulu cenk eylediler. Karındaşımız İlyas şehîd düşüp ecel şerbetini içti. Meskeni Cennet-i a'lâ oldu. Rahmetullahi aleyh.

Elhâsıl kâfir gemileri gâlib geldi. Dertli ağam Oruç Reis'i gemisiyle esir aldılar.

Bu kara haber aleme yayılıp, Midilli'ye de ulaştı.

Haberi alınca gerek ağam Oruç'un esareti, gerek İlyas karındaşcığımın şehâdeti beni ağlatıp perîşan etti.

Sonunda; "Allah'tan gelene ‘hoş geldin’ denir. Hüküm tek ve Kahhâr olan Allah'ındır." deyip

Olacak olsa gerek çar ü nâ-çar,
Gerek kalbin gen tut gerek dar.

sözüne uyarak işe çâre düşünmeye başladım.

Midilli'de tanıdığım bir kâfir bezirgân vardı. Dâima Rodos'a varıp gelip ticaret ederdi. Adı Kirigo idi.

Bu kâfire ağamın halini anlattım. "İşte yarenlik dostluk bu günde belli olur." dedim.

Kirigo'yu gemime alıp Bodrum'a getirdim. Ben Bodrum'da kaldım. Onu, eline Oruç Reis'i kurtarması için on sekiz bin akçe verip Rodos'a gönderdim.

 "Var şimdi sen Rodos'a git. Ben burada durayım. Bak gör, karındaşım Oruç Reis ne âlemdedir. Ona göre bana bir haber getir. Tedbirli davran, kendisi ile görüş." diye tenbih ettim.

"Baş üstüne!" dedi. Bir kefere teknesine binip Rodos'a gitti.

Rodos  (Rhodes -  Ρόδος) - Yunanistan  |  Google haritasında mevkii


Kirigo'nun Oruç Reis'le görüşmesi

Kirigo ne yapıp edip ağamla görüşmüş.

Gizlice, "Karındaşın Hızır, sana çok selâm ve duâlar eder. Senin haline çok üzülüp perîşan olmaktadır. Hasretinin elemiyle gece gündüz, Hazret-i Yakûb gibi yaşlar dökmektedir. Beni sana gönderdi. Seni kurtarmak için çareler aramamı söyledi: ‘Mal ile mi hile ile mi, her nasıl ise, karındaşımı kurtar!’ diye bana minnetler eyledi, şimdi benden hayırlı bir haber bekliyor." diye bir bir anlatmış.

Oruç Reis, bu sözleri duyunca çok sevinip ağlamış. “Berhurdar olsun. Bugünkü günde karındaşlığını gösterdi." diye duâlar etmiş.

Sonra, "Sen şimdi git, işine bak. Konuştuklarımızı sırtındaki gömleğin bile duymasın. Kendi halinde ol. Ben bir şekil düşüneceğim. Bakalım âyine-i devrân ne sûret gösterir. Amma, arada bir yine gizlice birbirimizle görüşelim." demiş.

Bunun üzerine ayrılmışlar. Kirigo, Oruç Reis'in dediğine göre hareket edip, fırsat buldukça ağamla görüşür, harçlık, yiyecek gibi şeyler de verirmiş. Ne yapacaklarını konuşurlarmış.


Oruç Reis'in, dostuna, "Beni satın al" demesi

Oruç Reis'in Rodos'ta, Santurluoğlu adında bir kâfir tanıdığı vardı. Rodos'ta adı sânı mâruf bir adamdı. Dâima Oruç Reis'i gözetir, hatırını alırdı.

Kirigo geldikten bir zaman sonra bir gün, Oruç Reis, Santurluoğlu'na şöyle dedi:

"Ey Santurluoğlu sana bir sözüm var. Eğer istersen söyleyeyim."

"Elbette, benden hiç çekinmeden, kalbinde ne varsa söyle."

"Biz seninle dostuz, beni satın al. Sana hizmet edeyim."

"Pek güzel, eğer satarlarsa, canıma minnet alayım. Ancak bunu belli etmeyelim. Senin sahibin olan kaptan ve diğerleri filan yerde filan dükkânda oturup cemiyet ederler. Sen onları gözle. Filan gün gelip de o dükkânda toplandıklarında sen oradan geç. Amma sakın iki tarafına bakınma. Hemen yoluna gider gibi geç git. O zaman ben seni görür, almak isterim. Eğer benim elimden yiyecek nasibin varsa olur biter. Amma bu sır aramızda kalsın isterim."

Oruç Reis bu sözü Santurluoğlu'ndan işitince, esirlik hali değil mi, güya âzad olmuş kadar ferahlamış.

Günlerden bir gün kaptanlar ve büyük kâfirler, o dükkâna oturup cemiyet eylediklerinde, Oruç Reis de bunları gözetip hemen o dükkânın önünden sür'atle güya bir hizmete gidercesine geçip yürümüş.

Santurluoğlu, Oruç Reis'in geçtiğini görünce; "Acaba şu geçip giden esir kimindir? Bârekallah her zaman görürüm. Buradan geçer, hizmetine hemen ateş gibi gider. Eğer şu esiri sahibi sataydı, alırdım." diye sahteden ortaya bir söz atmış.

Cemiyette bulunan sahibi; "Benimdir. Eğer istersen vereyim." demiş.

"Söyle ne istersin?"

"Bin altın isterim!"

Dükkânda bulunan kaptanlar da aracılık edip sekiz yüz altına Oruç Reis'i satın alır olmuş.


Kirigo'nun hıyâneti, Oruç Reis'in zindana atılması

O zaman Rodos'ta bir âdet vardı. Vilayete iki zâbit hükmederdi. Biri derya işlerine, biri vilayet işlerine bakardı.

Amma gör hikmeti sen ki, esirin işi güç olur, bu sırada vilayete bakan kâfir mürd olduğundan, deryaya bakan kâfir onun yerine komandor olmuştu.

Yeni oturan bu komandor, Oruç Reis'i satılmasını istemedi:

"On bin altın vermeye kâdir olan kaptanı sekiz yüz altına vermeklik büyük aptallıktır. Satana haksızlık olur, buna rızam yoktur." dedi.

Santurluoğlu'na akçasını geri çevirip Oruç Reis'i tekrar esir eylediler.

Oruç Reis'i tekrar esir etmelerinin sebebi, benim Rodos'a gönderdiğim, ol kâfir-i billah, mel'ûn Kirigo imiş. Yeni oturan kumandana bizi çaşıtlamış. Hem benim, karındaşımı kurtarsın diye verdiğim on sekiz bin akçe yanına kalmış, hem de çaşıtlığının mukabelesinde, kumandan ona büyük mansıp vermiş.

( ÇAŞITLAMAK: İhbar etmek, gammazlamak )

Bakındı! Kirigo kâfiri kadar İslâm’a hayın bir kimse var mıdır? Sana dostluk yüzü göstermesi, hemen fırsatı buluncaya kadardır.

( BAKINDI: Bak şimdi )

Bundan sonra Oruç Reis'in hali pek fenalaştı. Mel'un bir kâfir olan yeni komandor, Oruç Reis'i yer altına zindana attırıp şiddetle eziyet edilmesini emretti. Eline ayağına boğazına ağır demir zincirler vurup belaya giriftar ettiler. Ölmeyecek kadar ekmek verdiler.


Oruç Reis'in komandorla konuşması ve alay etmesi

Mürd olan eski komandorun zamanında Oruç Reis'in vakti iyi geçermiş. Yalnız ayağında hafif bir demir bilezik varmış. Çokluk iş bile yaptırmazlarmış.

( MÜRD OLMAK: Ölmek )

Karındaşım dertli Oruç, artık yer altında kendi haline yakınıp, "Yarab, bu hal nedir? Bana bu azap nerden geldi?" diye ağlardı.

Elden ne gelir. "İnnallahe mea’s-sâbirîn" deyip Allah'ın kazâ ve kaderine râzı olup durdu.

Günlerden bir gün, kendisini bekleyen gardiyana, "Gel beni bugün buradan çıkar, komandora götür. Onunla konuşacak sözüm var." dedi.

Gardiyan, "İzinsiz çıkarmaya kâdir değilim. Haber verelim. Eğer çıkar derlerse, o zaman götürürüm." cevabını verdi.

Şimdi hâkim olan komandora haber verildi. Getirilmesine izin verince, Oruç Reis'i yer altından çıkarıp onun katına götürdüler.

Komandor, Oruç Reis'i görünce gazaplı bir suratla, "Niye geldin!" dedi.

Oruç Reis, "Ey sinyor! Bana bu kadar eziyet eylemekten maksadın nedir? Esirlik yolu bu yol mudur?" deyince, kâfir; "Ey Türk! Sana edeceğim azâbın daha binde biri icra edilmemiştir. Sen sekiz yüz altına paha biçip de gideceğini mi sandın? Bak ben adama ne iş keserim! Karındaşın Hızır Reis'in dünya kadar mal ile Bodrum'da senin için göz kulak olup 'Acaba karındaşımı şunların elinden nasıl halâs edebilirim' diye bu hileyi hazırladığından haberimiz yok mu zannedersin? Yoksa sen bizi uyur mu sandın?" dedi.

Oruç Reis de o zaman Kirigo kâfirin alçaklığına uğradığını anladı. Hepsini inkâr edip, "Hâşâ! Benim bunlardan haberim yoktur. Bunları benim hakkımda kim söylemişse yalan söylemiş. Bu garip halimde bana hadden aşırı iftira etmişler. Ben o dinsiz münafığı cümle kâinatı yoktan var eden Allahu azimü’ş-şân’a havale kıldım." dedikten sonra;

"Amma muradın, beni hakîkaten satmak ise, beni yine kendime sat." diye ilave etti.

Bunu duyan komandor biraz yumuşayıp sordu:

"Söyle bakalım ne verirsin?"

Oruç Reis; "Sana bütün Rûmeli'ni arpalık ve Anadolu'yu cep harçlığı verdikten sonra nakit olmak üzere de yüz bin altın vereyim." dedi.

O zaman komandor pür-ateş olup, "Bre diyavolo! Bu ne biçim bir sözdür? Yoksa sen beni maskaralığa mı almak istersin!" diye hiddete geldi.

Oruç, "Sinyor, sakın benim sözüme darılma, zira darb-ı meseldir: ‘Böyle eyyâm-ı gamın, böyle olur nevruzu’ derler. Sen bana ‘Karındaşın teknesini mal ile doldurmuş, seni bir fırsatta elimizden halâs etmek için Bodrum'da bekler imiş" dedin. O sözün cevabı budur. Evvela bu kadar çok malın sahibi olan kişinin deryada işi ne? Beni teknemle başımla aldınız. Sonra dönüp  "Bize on bin altın ver." diye eziyet eylemek Allah'ın emri değildir. Mâkul olanı sen bilirsin." cevabını verdi.

Ebedî mel'un ve sermedî hınzır, Oruç Reis'ten bu nükteli cevabı işitince hınzır gibi homurdanıp kakıdı, yıldırım gibi şakıdı. Gazaba gelip Oruç Reis'i yer altına yolladı. Eskisinden daha fazla eziyet etmeye başladılar.


Ak yüzlü bir pîr

Oruç Reis, bu kâfirden kendisine bir fayda gelmeyeceğini anladı. O gece sabaha kadar Azîzün züntikâm olan ma'bud-i bîzevâle tazarru ve niyâz edip; "Halimi sen bilirsin" deyip, yüzünü toprağa sürüp ağladı ve dedi ki:

"Ya İlâhe'l-Âlemin! Bütün kimsesiz kalmışlara derman Sen’den olur. İbrahim Peygamber’e Nemrud'un ateşini gülistan eden Sen’sin. Yûsuf Peygamber’e zindandan necat veren Sen’sin. Bütün zorlukları kullarına âsân eden Sen’sin. Habîbin Muhammed Mustafa hakkı için, ben bîçare kuluna dahi meded ve inayet edip, beni şu bela girdabından halâs eyle!.."

Gözyaşlarından, bulunduğu yer balçığa döndü. O hal ile yatıp uyudu. O gece rüyasında ak yüzlü bir pîr gelip, "Ya Oruç! İslâm uğruna her ne eziyet çekersen sabr eyle. Ferahın yakındır. Sen sekiz yüz altın vermeye râzı olmuştun. Amma buradaki kısmetin kesilmediği için işin aksi gitti. Allah, seni bir akçe vermeden kurtarmaya kâdirdir. Daha çok gazalar edeceksin." deyip kayboldu.

Oruç Reis, uykudan uyanıp; "Ya Rabbi şükür!" diyerek, sabaha kadar ibadet ve taatte bulundu.


Şövalyelerin korkusu

Sabah olduğunda, bütün kâfir kaptanları bir araya gelip, Oruç Reis'e dair aralarında konuştular.

"Bu ne iştir? Bizim kumandanımız deryada gezmez ve derya işlerini gereği gibi bilmez. Esirlik hali bugün Oruç Reis'e yarın bizedir. Deryada gezen adamın başına çok haller gelir. Sen bana elbette şu kadar akçe vereceksin, diye yer altına atıp bu denli eziyet eylemek doğru iş değildir." diye ittifak edip cümle kaptanlar, kumandana varıp bu hali izah edip anlattılar.

Kumandan dahi kaptanların sözlerinden çıkmadı. O saat, Oruç Reis'i yer altından çıkarıp bir kaliteye küreğe kodular:

( KALİTE, donanma gemilerindendir. Frenkler, kalyota, galita, galyot derlerdi. 19 ilâ 24 oturaklı olup harp zamanında 220 savaşçı taşırdı. Bilhassa düşmanı takip için kullanıldığından baş tarafında da top bulunurdu. )

Oruç Reis, "Yer altında olan eziyete göre kürek yine nûrun alâ nûrdur. Ya Rabbi şükür, dünya yüzünü gösterdin!" diye azadlık olmuş kadar mesrûr oldu.


Sultân Korkut

O sıralarda Sultân Korkut Antalya'da bulunmakta idi. Âdet edinmişlerdi, her sene Rodosluların elinden yüz esir satın alıp Allah rızası için âzad ederdi. Yine sene başı yakın olduğundan kapıcıbaşını Rodos'a gönderip, âdeti üzere yüz esir kurtardı.

O zamanda, yirmi otuz esir birden âzad olursa kendi gemilerine koyup selâmet yakasına götürüp dökmek, kâfirlerin âdeti idi.

Bu sefer de kapıcıbaşının aldığı yüz esiri, Oruç Reis'in kürekte olduğu kaliteye koyup, bir selâmet yakasına bırakmak için muvâfık bir rûmelida yola çıktılar.

Oruç Reis her lisânı bilir kişi idi. Rum lisânını da çok iyi bilirdi. Çok şen tabiatlı, sohbeti tatlı bir kimse olduğundan kendisiyle bir kere konuşan kimse ayrılmazdı. Kalitenin kaptanı ve öteki büyük kâfirlerle de şakalaşıp ünsiyet peyda etmişti.


Oruç Reis'e kâfirlik teklif olunması

Bir gün kâfirlerle sohbet edip, gülüp oynarken kâfirler, "Ey Türk! Sen güzel sözlü bir kişisin. Bizim lisânımızı da çok iyi bilirsin. Müslümanlıkta ne buldun? Gel, dinimize gir. İçimizde sen de adı sanı belli bir adam olursun." dediler.

Oruç Reis ise "Elhamdü lillahi alâ dîni’l-İslâm ve tevfîki’l-imân!" dedikten sonra; "Ey akılsız kâfirler ve ey sermedî hınzırlar! Nedir o ki, kendi ellerinizle düzüp yaptığınız ağaç parçasından medet talep edersiniz! Ondan ne fayda olacaktır? Onları ateşe atsalar kendilerini kurtarmaya kâdir değillerdir. Yanıp kül olurlar. Kendisine kulluk edilecek Allah'tan başka hiçbir fert yoktur. Bütün kâinatı yoktan var eyleyen O'dur. O'nun ortağı benzeri yoktur. Mekândan münezzehtir ve zât-ı şerîfi bir hal üzere sabittir. Ve bütün günahkarların ve suçluların şefaatçisi olan hazret-i risalet ve mefhar-i mevcûdat Muhammed Mustafa sallallahu aleyhi ve sellem, onun sevgili kuludur." diye cevap verdi.

Bunun üzerine kâfirler, "Muhammed’iniz bütün suçlulara şefaat edecektir, dersin. Bakalım şimdi seni bizim elimizden kurtarabilir mi?" dediler.

Oruç Reis, "Be hey kâfirler! Yuf sizin aklınıza! Benim sadâkatim, imânım şunadır ki; Allah'a ve Rasûlüne yapışan kimse mahrum kalmaz. Yakında sizin içinizden halâs olurum." dedi.

Ebedî kâfirler ise "Hele sen şimdi küreğini çek de, Muhammed eğer seni kurtarabilirse kurtarsın." dediler.

O gece Oruç Reis, bütün ihtiyaçları veren Cenâb-ı Kibriya'ya yine duâlar edip ağlayarak server-i kâinat olan Hazret-i Peygamber'i şefaatçi getirdi ve "Ya İlâhe’l-Âlemin! Beni şu kâfir-i müşriklerin içinde utandırma. Lûtfedip ben zayıf kulunu, yakın zamanda kurtar." diye ağlayıp yalvardı.


Oruç'tan alarga durun!

( ALARGA -Lingua Franca- : Açık, uzak, uzakta anlamına gelir. Bir geminin açıkta beklemesi, başka bir gemiden uzakta durması durumu için kullanılır. )

Oruç Reis'in forsa olduğu kalitede bir papaz vardı.

( FORSA -Lingua Franca- : Gemilerde kürek çeken esir. )

Bu papaz, kâfirlere, "O Oruç Reis dedikleri kâfir ile çok konuşmaktan sakının. Zira, Müslümanlık bakımından çok okuyup bilmiştir. Anlarım ki, benden çok yukarı papaza benzer. Siz onu aklınızca dininden çıkarmaya çalışırsınız amma korkarım ki, o sizin cümlenizi Turkuvaz eder. Ondan alarga durun." diye tenbih etmişti.

( TURKUVAZ ETMEK: Türk yapmak, müslüman etmek. )

Bunun için kâfirler de onunla eskisi gibi şaka latîfe etmez olmuşlardı. Nihayet Antalya yakınlarında ıssız bir kıyıya yanaşıp kapıcıbaşı ile yüz esiri çıkardılar. Fakat o gece rüzgar muhalif estiğinden kalkamayıp demirli kaldılar. Kalitenin sandalı da kaptan için balık avlanmaya gitti. Her taraf süt limanlık idi.

Böyle iken, bir anda büyük bir fırtına kalktı. Öyle ki Nuh tufanına benzedi. Her yeri karanlık kapladı. Sandal da gelemeyip bir koltukta sindi kaldı. O gece nerdeyse gemi helâk olayazdı.


Ağamın kurtulması

O gecenin içinde ortalık göz gözü görmez iken, Oruç Reis fırsatı ganîmet bildi. İmânının bereketi olarak, Hak Teâlâ işini rast getirip ayağındaki demiri kolayca çıkardı.

"Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm," diyerek, kendisini denize bıraktı. Yüzerek karaya çıktı. Yüzünü yerlere sürüp sonsuz hamdler etti.

Hemen yola koyulup bir köye vardı. Yer gök bilmeyip iki tarafına bakınırken bir kocakarıcık önüne çıkadüştü.

Oruç Reis'e; "Ey oğul! Zahmetli yoldan gelmişe benzersin. Gel bu gece bana konuk ol." dedi.

Ağamı evine götürüp yiyecek neyi varsa önüne kodu, yedirip içirdi. Urbacığını değiştirdi.

Oruç Reis de başından geçen halleri anlatıp nasıl firar ederek oraya geldiğini nakletti.

Kocakarıcık çok sevinip; "Şükür oğul, elhamdülillah. Allah Teâlâ sana yol vermiş." dedi, sevindi.


Kocakarıcığın tarlası

O köyün halkı misafiri pek severlerdi. Oruç Reis köyde on gün eğlendi. Öyle ki, Oruç Reis'i elden ele geçirip pay edemezlerdi. Kocakarıcığa o geceden sonra sıra vermediler.

"Sende bir gece misafir olmuş, bizde de olsun!" diye, kocakarı ile kavga ederlerdi.

Kocakarı ise "Be adamlar, niçin benim misafirimi alırsınız? Allah Teâlâ onu bana misafir gönderdi. Gidinceye kadar benim yanımda eğletsin. Varın Allah Teâlâ size de misafir versin." diye söylenirdi.

Meğer yollar üzerinde dolaşıp, düşmüşten kalmıştan, hastadan sayrudan, bulunduğunu evine götürüp, taam yedirip, görüp gözetmek bu kocakarıcığın âdeti imiş.

Bir tarlası varmış ki, onu sadece misafire ikram için ekermiş. Allah'ın emri ile, bir yerde ekin gelmese, misafir için ekilen tarlanın ekini, çekmekle tükenmezmiş. Ona böyle bir bereket inmiş.


Papazın kurnazlığı

Şimdi, gelelim kâfirlere…

O gecenin yarısında fırtına sakin olup sandal da gemiye geldikten sonra hareket için hazırlığa başladılar.

Sabah olunca bir de baktılar ki, Oruç Reis'in yeri boş. Firar etmiş. 

Kalitenin kaptanı saçını sakalını yolmaya başladı. "Gran Mastor'un yanına ne yüzle gideriz?" diye kasavete battılar.

( GRAN MASTOR -Lingua Franca- : Rodos şövalyeleri reisi, devlet başkanı, idareci )

Allah Teâlâ kâfir-i ebedîlerin kasâvet ve ukûbetlerini artırsın.

Bu kaptanın daha fazla elem çekmesinin sebebi komandora gidip;

( KOMANDOR -Lingua Franca- : Zeamet sahibi şövalye )

"Bu senin yaptığın deniz yolu değildir. Bakarsın biz de onların eline düşeriz. Onlar da bize kendi koduğunuz yoldur, diye ondan beter ederler." diye söyleyenlerden olmasıydı. Oruç Reis'in firar etmesi yüzünden Gran Mastor'un yanında mahcûb olacağından, ziyade sıkıntıya düşmüştü.

Oruç Reis'in söylediği gibi, Allah'ın inayeti ile firar etmesi ise, kâfirler arasında onun anlattıklarının hak olduğuna büyük delil oldu.

Çünkü Oruç Reis onlara şöyle demişti:

"Yakında, mâbudum olan Cenâb-ı Bârî ve şefaatçim olan Sultânü’l-Enbiyâ'nın, beni sizin içinizden kurtaracağı muhakkaktır."

Şimdi bu söz çıkmıştı. Elhamdülillahi hâzâ min fadli Rabbî.

Kâfirler ise o zaman Oruç Reis'le istihza edip "Sen şimdiki halde küreğini çek de, Muhammed'in gelsin bizim elimizden seni kurtarsın." demişlerdi.

Şimdi mahcûb olup, başları aşağı düştü. Hak Teâlâ din düşmanlarının başlarını dâima aşağı eyleyip makhur kılsın. Ve asâkir-i İslâm karındaşlarımızı berde ve bahrde üzerlerine mansur ve muzaffer eylesin.

Fakat gemideki mel'un papaz, kâfirlerin kalplerine şüphe düşüp, hak yola dönmelerini önlemek için "Onların Muhammedleri öteden beri sihirbazlıkla tanınır, bu esiri de sihirle kurtarmasında şaşacak ne var." diyerek, mel'unların sapık yollarından ayrılmalarına mâni oldu. Böylece hüsran içinde çekilip Rodos'a gittiler.


Ali Kaptan'ın kalyonunda

Oruç Reis köyde on gün kaldıktan sonra, Midilli'ye gelmek istedi. Fakat yol sapa düştüğünden gelemedi. Antalya'ya gitmeye karar verip kocakarıcığa ve köylülere veda ederek yola çıktı.

Üç günde Antalya şehrine vardı. Antalya'da Ali Kaptan derler, bir kalyon kaptanı vardı. On üç alabanda açar gemisi vardı. Dâima İskenderiye'ye işlerdi. Kemal sahibi bir kimse olup, garip yiğidin anası atası idi.

Oruç Reis, Ali Kaptan'ın ününü duyunca, doğrulup onun gemisine vardı.

"Kaptan baba, biz de bu tekkenin abdâllarındanız. Uygun görürsen hizmet edelim." dedi.

Ali Kaptan da "Pek güzel oğul, hoş geldin, safa geldin! Gemi benim değil, senindir." cevabı ile kabul etti.

Oruç Reis deniz adamı ve reisler zümresinden olduğu için onu ikinci reis eyledi. Oruç Reis'in derya işlerinde bilgisi pek ziyade idi. Ali Kaptan da "Yürük at, yemini kendi artırır." sözü gereğince onun hatrını alıp çokça pay verdi.

Hâsıl-ı kelâm, gemi yüklenip, muvâfık bir günde kalkıp İskenderiye'ye lenger-endâz oldular.

( LENGER-ENDÂZ OLMAK: Demir atmak. )

İskenderiye  (Alexandria - الإسكندرية) - Mısır  |  Google haritasında mevkii

Oruç Reis İskenderiye'de Midilli'ye gitmek üzere olan bir gemi bulunca, hemen bir mektup yazıp bana yollamıştı.


Kirigo elime geçerse

Ben ise, yukarıda zikri geçtiği gibi, Kirigo kâfirine on sekiz bin akçe verip Rodos'a yollamıştım. Onunla konuştuğumuz üzere de Bodrum'da bir haber bekleyip durdum.

Birçok bekledikten sonra, Kirigo hayınından bir haber belirmeyince, Bodrum'dan kalkıp Midilli'ye döndüm. Hem kendi işime bakar, hem de ağamı halâs için çareler arardım.

Bu sırada İskenderiye'den gelen bir gemi Oruç Reis'in mektubunu getirdi.

Nâmeyi okuyup da, hali öğrenince sanki ölü idim dirildim, cihan cihan memnun ve mesrur oldum.

Oruç Reis mektubunda, önünden sonuna kadar, başından geçen serencâmını ve Kirigo mel'ûnunun yaptıklarını, nasıl firar ettiğini ve Ali Kaptan'ın kalyonuyla İskenderiye'ye geldiğini anlatıyordu.

Kirigo kâfirinin hıyanetliğini öğrenince; "Eğer elime geçerse, burnunu ve kulağını uçurmak nezrim olsun!" diye andettim.


Kâfir donanmasının baskını

Oruç Reis, İskenderiye'de bulunduğu sırada, ağız ağızdan evsafı ve bahadırlığını Mısır sultânına anlatmışlar. Mısır sultânı da Oruç Reis'i huzuruna çağırıp, iltifatlar edip, altın yıldızlarla süslenmiş olan kendi kalitesine kaptan tâyin etti.

O sırada Mısır sultânı, Hind taraflarına asker göndermek hazırlığında imiş. Oruç Reis'i ince donanması üzerine serasker etti.

Sultân, Adana paşasına emir gönderip, "Yanındaki askerle hemen Payas Körfezi’ne gelip, kırk parça kalite için kereste kestirip, hazır olduğunda bana haber veresin. İnce donanmamı o tarafa gönderip keresteyi aldırayım." dedi.

Adana paşası da, emir gereğince Payas Körfezi’ne gelip, keresteyi kırdırıp hazır etti.

Sultâna, "Emr-i hümâyûnunuz üzere kereste hazır olup emrinize âmâdedir." diye haber gönderdi.

Sultân da Oruç Reis'i on altı parça tekne ile Payas Körfezi’ne kereste getirmeye gönderdi.

Fakat kâfir donanması da bunu haber almış. Oruç Reis'in üzerine ağır donanma ile varıp körfez içinde gâfil bastırdılar.

Oruç Reis hali görünce, bütün gemilerini baştan kara ettirip askerlerini karaya çıkardı.

( BAŞTAN KARA ETMEK: Batmak veya düşman eline düşmek tehlikesi karşısında kalan bir geminin, mürettebatını selâmete erdirmek için baş tarafından karaya bindirmesidir. )

Canlarını güç ile kurtardılar. Hepsi karaya çıkıp dağıldılar. Oruç Reis de sürüp Antalya'ya geldi. Sultân Korkut o sırada orada idi.


Oruç Reis'in korsan olması

Oruç Reis'in kemerinde çok dünyalık vardı. Bu para ile Antalya'da kendi malı olmak üzere, on sekiz oturak bir tekne yaptırdı. Bu öyle bir tekne oldu ki, uçan kuşa hükmederdi.

Teknesini donatıp Rodos taraflarında korsanlık etmeye başladı. O taraflarda basılmadık köy kasaba bırakmadı. Çok ganîmet aldı.

Sonunda kâfirler toplanıp Rodos'a Gran Mastor'a gidip şikayet ettiler.

"Sinyor, bu insafa layık mıdır ki, buradan kurtulma Oruç Reis nâmında bir forsa, korsan olup zuhûr etti. Altındaki on sekiz oturaklı teknesi ile uçan kuşa hükmediyor. İlimizi, memleketimizi ateşe verip, nice oğullarımız, uşaklarımız teknesine doldurup, götürüp Şam Trablusu'na satıyor. Şimdi onun şerrinden bir yere varıp gelemiyoruz. İmdat bu Hıristiyan düşmanı diyavolonun elinden!" dediler.

( DİYAVOLO -Lingua Franca-: Şeytan )


Kâfirlerin Oruç Reis'i kıstırmaları

O zaman Gran Mastor dîvân toplayıp bütün kaptanları çağırdı. "Bakınız şunlar ne söyler, kulağınızla dinleyiniz." deyince, şekvâcılar bir ağızdan söyleyip feryad ettiler.

O zaman Gran Mastor şöyle dedi:

"İşte benim kasdım, bu haydudu yer altından çıkarmamaktı. Ama siz beni kendi halime komadınız. Onun böyle edeceğini ben bilirdim. Varın bir daha ele geçirin!"

Böylece pek çok atıp tutup, kâfir iken Yahudi oldu.

( KAFİR İKEN YAHUDİ OLMAK, KAFİR İKEN MECUSİ OLMAK: Daha kötü bir hale düşmek, daha berbâd olmak. )

Kaptanlar, "Sinyor! Hemen senin ömrün uzun olsun. O, Oruç Reis dedikleri diyavoloyu yine buraya getireceğimizden hiç şüpheniz olmasın. O zaman, istersen ebediyen yer altından çıkarma." diyerek, hemen beş altı parça yürük tekne donattılar.

Oruç Reis'i taş be taş, bucak be bucak, liman be liman aramaya başladılar. Sonunda bir limanda kıstırdılar. Teknesini zaptettiler. Oruç Reis adamları ile birlikte kaçıp kurtuldu. Az kaldı yine yakayı ele veriyordu. Hele Allah Teâlâ korudu.

Buradan adamlarıyla birlikte sürüp Antalya'ya geldi. Kâfirler ise Oruç Reis'in teknesini Rodos'a götürdüler.

Gran Mastor, kıyıdan bakıp da teknelerin altı iken yedi olduğunu görünce, tâcını göğe atıp; "Hıristiyan düşmanı diyavoloyu ele geçirmişler!" diye sevindi.

Amma liman reisi bakıp da, tekne Oruç Reis'in amma içinde kendi yok görünce, beline vurup; "Eşekten öfke alınmazsa, semerinden alırız." sözünce, kâfirliklerinden gemiyi yakıp hırslarını tekneden aldılar.


Oruç Reis'in Sultân Korkut'un huzuruna çıkması

Oruç Reis, gemisi elinden alınıp da tekrar Antalya'ya döndüğü sırada, Sultân Korkut'a Manisa sancağı mansıp verildiğinden oraya gitmek üzere idi.

Sultân Korkut'un Piyâle Bey derler bir hazînedârı vardı. Oruç Reis daha önce bir frenk oğlanı bağışlamıştı. Allah için dostlaşırlardı.

Şimdi Oruç Reis'in başına bu hal gelip de teknesiz kalınca Piyâle Bey, Sultân Korkut'a halini anlattı, "Bir mücâhid duâcınızdır. Bunların bütün işleri gece gündüz, dinsiz kâfirlerle ceng ü cidal, harb ü kıtaldir. Sultânım hazretlerinin bir tekne ile bu gâzi kullarını kayırmaları niyâz olunur." dedi.

Sultân Korkut da Piyâle Bey'in ricasını kabul buyurup, Oruç Reis'i huzuruna çağırdı. Çok izzet ve ikram eyledi.

"Sakın teknenin gittiğine elem üzere olma, hemen başın sağ olsun. Ben seni teknesiz komam. İnşâallah kazaya uğrayan teknenden daha forsa tekne yaparsın." dedi, teselli etti.

Sonra, Sultân Korkut, İzmir kâdısına hitâben şu emirnâmeyi yazdırdı:

"Emrim sana vardıkta, fermân-ı celîlü’l-kadrimi taşıyan Gâzi Oruç Reis oğlumuza, kendi istediği minval üzere bir kalite yaptırasın. Dîn-i mübîn uğruna küffar-ı haksarlardan intikam alıp, ecdâd-ı pâkimizi rahmet ile yad eylesin."

Piyâle Bey dahi, İzmir gümrükçüsüne hitâben şu muhabbetnâmeyi yazdı:

"Nâmem sana varıp, dünya ve âhiret karındaşım olan Gâzi Oruç Reis huzuruna gelip dîdar görüştükde, üzerinden hüsn-i nazarınızı diriğ buyurmayıp, işlerine muavenet buyurasız. Ona olan ikram ve sevginiz bana yapılmış sayılır. Ve hem şöyle bilesin ki, karındaşımız Oruç Reis tarafımızdan vekilimizdir. Bizim için yirmi iki oturak olmak üzere, bir tekne yaptırasız. Ve ol teknenin üzerine mûtemed nasb olunmuştur. Hemen sizlere lâzım olan budur ki, ne harç giderse sen verip başka işine karışmayasın."


Sultân Korkut'un duâsı

Piyâle Bey, Oruç Reis'e, Sultân'ın fermânını ve kendi yazdığı muhabbetnâmeyi verip lisânen dahi ifade etti:

"Ey karındaş Oruç Reis! İşte elimizden geldiği kadar çalışıp, sen karındaşımı, bedavadan bir tekne sahibi eyledik. Senin murâdın üzere, süvar olacağın tekne İzmir kâdısına havale olunmuştur. Ben de kendim için, İzmir gümrükçüsüne yirmi iki oturak bir tekne sipariş ettim. Sen hem kendi teknenin, hem benim teknemin üzerine mûtemedsin. Tekneler tamam murâdın üzere yapılıp, bütün levazımatını, levendlerini, zahîresini ikmal ettikten sonra, İzmir'den kalkıp, gelip Foça'da yatasın... Sonra gelip Sultân Korkut'la buluşup duâsını alasın. Ondan sonra her ne emr ederse ona göre hareket edersin." dedi.

Oruç Reis, Sultân Korkut'a ve Piyâle Bey'e veda ederek İzmir'e gitti. Sultân'ın fermânını İzmir kâdısına, Piyâle Bey'in nâmesini de İzmir gümrükçüsüne tabşırdı. İkisi de "Baş üstüne" deyip, ertesi gün teknelerin inşâ’ına mübaşeret ettiler.

Sultân Korkut da, Antalya'dan kalkıp mansıbı olan Manisa'ya gelip indi.

Oruç Reis, üçbuçuk ay içinde, kendi teknesi yirmi dört oturak ve Piyâle Bey'in ki yirmi iki oturak olmak üzere tamamen yaptırıp, donatıp, Foça Limanı'na gelip, lenger-endaz olup yattılar.

Oruç Reis yanına yirmi otuz pâk levend alıp, kuşatıp Manisa'ya gitti. Sultân Korkut ve Piyâle Bey ile görüştü. Teknelerin hesaplarını bir bir ifade edip bildirdi.

Piyâle Bey emektarlarından Yahya Reis'i kendi teknesine reis nasb eyledi ve "Sakın, Oruç Reis karındaşımın rey ve tedbirinden dışarı iş eyleme!" diye tenbih etti.

Oruç Reis, Piyâle Bey'in yanında üç gün misafir oldu. Dördüncü gün gayri gitmek iktiza edince, Piyâle Bey, Oruç Reis'in önüne düşüp, götürüp, Sultân Korkut'a buluşturdu.

Sultân Korkut, Oruç Reis için duâ etti: "Allah Teâlâ seni kâfirler üzerine mansur eylesin." deyip sırtını sığadı.

"Frengistan tarafına gidip orada korsanlık edin." dedi.


Kaza yıldırımı gibi

Oruç Reis de Sultân Korkut'a ve Piyâle Bey'e veda edip Foça'ya döndü. O gece sabaha kadar ibadet ü taat edip, sıdk ile, hacetleri veren Cenâb-ı Hakk'a tazarru ve niyâzda bulundu:

"Ya İlâhe’l-Âlemin! İzzetin, celâlin hakkıyçün ve habîbin Muhammed Mustafa hakkıyçün ve cemî enbiyâ ve evliyâ hakkıyçün, ben zayıf kulunu din düşmanı olan küffar-ı hâksar üzerine mansur eyle... Fîsebîlillah gazaya niyet ettim. Can ü başımı bu yola kodum... Bismi'llâhi'r-rahmâni'r-rahîm, tevekkeltü alallah."

Oruç Reis, bir mübarek saatte gazaya teveccüh edip yola revan oldu. Önce Midilli'ye gelip sıla eyledi.

Hepimiz Oruç Reis'in hasreti ile yanardık. Bir gün iki gemisi ile çıkageldi. Birkaç gün kalıp hasret giderdik. Sonra yine gemisine binip gazaya yüz verdi gitti.

Gemileri öyle yürük çıkmıştı ki, koğduklarına kaza yıldırımı gibi aman vermeyip yetişirler; kaçtıklarını ise göz açıp kapayıncaya kadar bırakıp kaybolurlardı.


Her kim Âl-i Osman’dan duâ alırsa

Günlerden bir gün selâmetle Pulya yakasına geçti.

Pulya (Apulia - Puglia)  -  İtalya  |  Google haritasında mevkii

Orada av arayıp dolaşırken iki pare barçaya rast geldi. Allah'ın yardımı ile aman zaman vermeyip kakıp aldılar. Venedik barçaları idiler. İçlerinden yirmidört bin altın çıktı. Beşte bir teknelerin hakkı çıktıktan sonra kalanı levendlere dağıtıldı, âlet edevât alanın oldu. Kalan kâfirleri esir edip barçaları ateşe vurdular. İslâm askeri öyle tok doyum oldu ki ancak olur.

( BARÇA, hem nakliye, hem harp gemisi olarak kullanılan, kalyon türünden altları düz 2 — 3 direkli yelkenli büyük teknelerdir. 16. Asır başlarında 80'den fazla topu bulunan barçalar kullanılmakta idi. )

Hepsi zengin oldular. Nasıl zengin olmayalar ki, Âl-i Osman'dan duâ almışlardır. Dünyada iksir dedikleri padişah duâsıdır. Her kim Âl-i Osman'dan duâ alırsa, şüphesiz tuttuğu iş kolay gelir... Zira onlar bir ulu ocaktır. Kim onlara yan bakarsa onun başı aşağı olur.

Oruç Reis, Pulya tarafında barçaları alıp Rûmeli tarafına geçti. Eğriboz'a geldi. Burada Terzi Kayası denen limana girdi. Orada bir müddet yatmak istedi.

İşe bak ki, limanın ağzına gelince ne görsünler Venedik küffarı gemilerinden üç pare kalyon ile bir pare barça varmış. Bizimkileri görünce hepsi bir araya gelip top ateşine başladılar.


İşte ayağınıza geldik, bizi alın!

Oruç Reis'in gemileri geri çekilip, top altından çıkıp lenger-endaz oldular. Reis bunlara; "Ahd edelim, size zararımız dokunmasın" diye haber gönderdi. Amma kâfirler gemilerin limana girmesine râzı olmadılar.

O zaman Oruç Reis yoldaşlarına şöyle dedi:

"İşte gördünüz, bu gemiler top atıp bizi limana koymak istemezler. Bunların böyle yapmaktan maksatları şudur, bize şöyle demek isterler:

"Siz mücâhid kimselersiniz. Gelip bir limanda hazır kâfir gemileri buldunuz. Niçin gelip almazsınız? Bu kadar deryalar geçer, serencamlar çekersiniz. Varıp bir şikar buluncaya kadar canınız çıkar. Biz, işte ayağınıza geldik. Şimdi bizi alın!"

"Bize top atmaları, başlarına bela satın almaktır. Hiç şüphe etmeyin ki, bunların kazaları yakındır. Zira, biz bu kadar ahd ü eman verelim, dedikçe bunlar bizi rencide ediyorlar. Vallahi ben bunlara, Allah Allah diye çatarım. Takdirde olacak ne ise o olur." 

Bunları demekten maksadı, levendlerin gönlünü yoklamaktı. Çünkü kâfir gemileri gayet ateşli ve donanmış idiler.

Bu sözlerin sebebini bilen yoldaşları ise bir ağızdan: "Sen bilirsin! Sen ne edersen, biz onu hoş görür, ederiz!" dediler.

Oruç Reis de; "Allah cümlenizden râzı ve hoşnud olsun oğullar! Benim de sizden beklediğim budur. Berhurdâr olun. Dünya ve âhirette yüzünüz ak olsun!" diye cevap verdi.

Hemen sancaklar açılıp, Gülbank-i Muhammedî çekilip toplar atıldı.

Kavî düşmanın, topuna tüfeğine bakmayıp, kulaklarını kasıp, varıp çattılar. Asla göz açtırmadılar. İki taraftan hayli cenk oldu. Hakîkaten, Oruç Reis'in dediği gibi, kazaları yakın olup, belayı başlarına satın almışlar imiş.

Hak sübhanehu ve teâlâ inayet eyleyip dördünü de aldılar.

Dört tekneden ikiyüz seksenbeş kâfir esir aldılar. Cümlesi dörtyüzden ziyade idi. Bu kadar ganîmet malı teknelere doldurdular. Öyle ki tekneler kaplumbağaya dönüp kımıldamaya iktidarları kalmadı.

Hâsılı şenlik ve şâdımanlık ile Midilli'ye geldiler.


Ağam Oruç'la buluşmamız

Ağam İshak ve sâir akraba ile gidip Oruç Reis'i karşıladık. Öpüşüp koçuştuk, hal ve hatır soruştuk; sanki leyle-i Kadr'e erdik.

Akraba ve taallukatımızdan gayri, vilayetin bütün fakirlerinin ihtiyaçlarını da giderdi. Yetim oğulları giydirip sünnet ettirdi. Yetim kızları ere verip evlendirdi. Rodos'ta esir iken birlikte tuz ekmek yediği yârenlerinden vesair ümmet-i Muhammed esirlerinden ikiyüz kadarını satın alıp kurtardı.

Bir ay miktarı Midilli'de yanımızda kaldı. Hemen hareket edip, İzmir'e doğru gidip varıp, Sultân Korkut'a ve karındaşlığı Piyâle Bey'e buluşup görüşmeklik için can atıp dururdu.

Bu sırada bir haber geldi. Bu haberden Sultân Selim Hazretleri’nin tahta cülûs ettiği, karındaşı Sultân Korkut'un ise canından korkup firar eylediğini öğrendik. Oruç Reis, Sultân Korkut için çok üzüldü.

Biz ise büyük karındaşım İshak'la söz birliği edip Oruç Reis'e nasihat eyledik:

"Karındaşımız Oruç! Şimdiki halde buralarda durman senin için büyük hatadır. Var sen bu kışı İskenderiye'de kışla. Ne olur ne olmaz! Biz seni habersiz komayız. Kim bilir, belki bu tekne Sultân Korkut'undur diye, tekneyi ve kazandığını alırlar."


Oruç Reis Mısır'da

Oruç Reis bizim sözümüzü dinleyip kabul eyledi. Veda edip, bir mübarek saatte Midilli'den kalkıp gittiler. Kerpe Adası önünde bir barça aldılar. Ertesi günde altı tane daha aldılar. 

Kerpe (Karpathos -  Κάρπαθος) -  Yunanistan  |  Google haritasında mevkii

Aktarmaları yedi olup bu şekilde İskenderiye Limanı’na gelip dâhil oldular.

( AKTARMA: Düşmandan ganimet olarak alınıp yedekte götürülen gemi.)

Mısır sultânına Oruç ve Yahya Reislerin yedi kıta aktarma ile geldikleri haber verildi.

Oruç Reis ise, Payas Körfezi’nde telef olan onaltı pare tekne sebebiyle, Mısır sultânından pek gayet sıkılırdı. Eğer biz "Var İskenderiye'de kışla" demiyeydik, İskenderiye'ye gitmezdi. Hemen bizim sözümüzü tutmak için vardıydı.

Oruç Reis, ganîmet tuhfelerinden bir azîm hediye düzdü ki, ancak olur. Dört bâkire kızoğlan kız ve dört müstesna esir gulam ile birlikte hepsini alıp ayakdaşı Yahya Reis ile beraber büyük alayla Mısır'a çıkıp varıp Mısır sultânına buluştular.

Oruç Reis ve ayakdaşı Yahya Reis, Mısır sultânının yanına varınca peşkeş hediyelerini yollu yolunca verdiler. Mısır sultânının katında azîm makbule geçti. Öyle ki, evvel Oruç Reis, Mısır sultânından hicâb eder iken, şimdi sultân ondan hicâb eder oldu. Reisleri konuklayıp izzet ve ikramda bulundu. Üç gün şah sofraları döşenip, yenilip içildi, rahat kılındı.

Üçüncü gün Mısır sultânı, "Ey Oruç Kaptan! Sana biraz hatırım kaldı idi. Amma yine de affeyleyim. Zira Hak Teâlâ affedici kullarını severmiş. Bolay kim biz günahkarlarını dahi sevdiği kullarından eyleye..." deyip sadede girdi ve dedi ki:

"Biz seni on altı pare teknenin üzerine serasker nasb edip, kereste için göndermiş idik. Düşman baskın verip telef eyledi. Elhamdülillah ki bir ümmet-i Muhammed'in bile burnu kanamayıp kurtuldular. Bu bize hak tarafından büyük bir nimettir... Amma, sonra yanıma gelmediğinden bir miktar üzülmüştüm. Şimdi affeyledim. Hemen sağ olasın."

Mısır sultânı, Oruç Reis'in böylece hatırını aldıktan sonra, getirdiği hediyeler mukabili birkaç misli mükafat verdi.

İskenderiye serdarına da bir emir yazıp buyurdu ki:

"Oruç Kaptan'ın ve arkadaşı Yahya Kaptan'ın üzerlerinden geçen kuşun kanadını kesesin. Her ne lâzım olur ise veresin. Kaptanlar için konak ve levendler için kışla tâyin edesin. Yiyecek ve içeceklerini gereği gibi, gerek kaptanların ve gerek levendlerin, veresin."

Bunları sıkıca yazıp tenbih eyledi. Reisler Mısır sultânının yanında onbeş yirmi gün eğlendiler.

Bir gün Oruç Reis, sultâna, "Sultânım! Gelmek iradet, gitmek icazet... Eğer izn-i hümâyûnunuz olursa, varalım İskenderiye'de işimiz üzre olalım." dedi.

Mısır sultânı dahi pek mâkul bulup bunlara izin verdi. Onlar da şâha veda edip İskenderiye'ye döndüler.


İskenderiye'den sefer

Daha reisler gelmezden evvel, sultânın İskenderiye serdarına yazdığı emir gereğince, kaptanların konaklarını ve levendlerin kışlalarını silip süpürüp pâk edip döşemişlerdi.

Hepsi yerlerine yerleştiler. Vakitlerini yeme içme, taat ü ibadet, zevk ü safa ve kendi işlerini işleyerek geçirip baharı bekler oldular.

Kış geçip, bahar günleri gelince, Oruç Reis ve ayakdaşı Yahya Reis teknelerini kalafat edip yağladılar. Erzaklarını gereği gibi alıp hazır oldular.

Sonra Mısır sultânına şöylece bir nâme yazdılar:

"Benim efendim sultânım hazretleri,

Hak Teâlâ ömr-i devletinizi ziyade eylesin. Sayenizde yedik içtik, gülüp oynadık. Serdar Ağa duâcınız, her levazımatımızı gereği gibi veriyor. Devlet-i aliyyenizde bu kullarınıza ve levend gâzilere bir kıtlık çektirmedi. Sultânım efendim hazretlerinin tenbihlerinden ziyade izzet ü ikramda kusur komamışlardır.

Teknelerimizi yağlayıp hazırlandık, cihad ve gazaya açılmak üzereyiz. Bu mücâhid kullarınızı hayır duânızda unutmayınız."


Kıbrıs açıklarında

Bu nâmeyi yazıp Sultân'a yolladıktan iki üç gün sonra, kendileri de kalkıp gazaya müteveccih oldular.

Güzel günlerde Kıbrıs üzerine vardılar. Bir günde beş adet Venedik marcelyanası aldılar. Yükleri çuha, tüfenk demiri ve pireşe tabancalısı ve çerçi pusadı idi.

Elhâsıl, yirmibirinci günü Cerbe Ada’sına vardılar.

Cerbe (Djerba - جربة)  - Tunus  |  Google haritasında mevkii

Mezkur malları değeri değmezine Cerbe bezirganlarına sattılar, gâzilere pay eylediler. Pay başına, yirmibeşer zira Venedik sayası olmak üzere çuha ve ikişer çift tüfenk ve ikişer çift pişere tabancalısı ve yüz yetmiş birer buçuk altın aldılar. Gâziler kâfirden aldıkları ile öyle tok doyum oldular ki, ancak olur.

Oruç Reis, Cerbe'den İskenderiye'ye giden bir gemi bularak, bununla, Mısır sultânına en güzellerinden hediyeler gönderdi. Sultân bu hediyeleri alıp, Reis'in muhabbetnâmesini okuyunca dünyalar onun oldu:

"Dünyada nimet hakkını gözetir ve iyilik bilir bir adam varsa, oğlum Oruç Kaptan vardır." diyerek duâlar etti. Muhabbeti bir iken bin oldu.

Oruç Reis ile ayakdaşı Yahya Reis yine gazaya azimet ederek, Kalevra Papa taraflarında gezip beş on parça daha aldılar.

Sâlimen yine Cerbe Adası'na geldiler. Burada ganîmetlerini satıp zevk ü safalar eylediler.


Sultân Selim Han

Sultân Selim Han Hazretleri tahta geçip oturduktan sonra karındaşı Korkut'u aramadık yer komadı, bulamadı. Sonunda ince donanmayı Akdeniz'e salmaya karar verdi. İstedi ki denizi gırbaldan geçirip tecessüs edeler. İhtimal ki Korkut'u bir yerden bir yere geçerken ele geçireler.

O zamanlarda Kaptan Paşa, bostancıbaşılıktan çıkma İskender Paşa idi. Gayet zâlim adam idi. Akdeniz'e girip deryada iki kürekli kayık gezdirmezdi. Bakıp teftiş ederdi.

Ben de bu ahvali duyunca; "Şimdi denizde gezecek zaman değildir!" diye, tekneme buğday yükledim, Trablus'a gittim.

Trablus (Tripoli -  طرابلس) - Tunus  |  Google haritasında mevkii

Orada buğdayı siyah arpa ile değişip Preveze'ye geçtim.

Preveze (Preveze - Πρέβεζα) - Yunanistan  |  Google haritasında mevkii

Orada hem karaları hem teknemi sattım. Yerine at, kısrak, katır alıp Maşkulur pazarına gelip iki misline satıp savdım.

Maşkulur (Marsaxlokk)  - Malta  |  Google haritasında mevkii


Bir nâzenin tekne ki ancak bu kadar olur

Sonra Preveze karşısında olan Ayamavra'ya geldim. Burada karada hazır yeni yapılmış daha derya yüzüne inmemiş, yirmi dört oturaklık bir yeni tekne buldum. Sahibi merhum olmak ile karada kalmış imiş.

Ayamavra  (Lefkada -  Λευκάδα) - Yunanistan  |  Google haritasında mevkii

Amma bir nâzenin tekne ki, ancak bu kadar olur. Belki âlemin Behzad'ı tasvirini edemez.

Ben bu teknenin âşık-ı üftâdesi oldum. Teknenin etrafında kısa bağlanmış buzağı gibi dolaşıp yatar oldum. Ben bu halde iken teknenin mimârı görüp geldi.

Ustabaşı beni alıcı gözü ile tekneye bakar gezer görünce; "Her kişiye sorma aslın, bakışından bellidir." fehvasınca, benim reis olup, murâdımın bu formaya göre tekne yaptırmak olduğunu tahmin etmiş.

Nezaketle yanaşıp, aşağıdan yukarıdan sohbete girişti.

Sonra; "Anlarım ki, sultânım hazretleri deniz adamına benzersiniz. Nasıl tekneyi beğendiniz mi?" dedi.

Ben de; "Pek ziyadesiyle beğendim. Bir yerinde bir kusuru yoktur. Allah sahibine bağışlasın." dedim.

O zamana kadar teknenin sahipsiz olduğundan haberim yoktu. Meğer sahibi Fettah Kaptan nâmıyle mâruf bir mücâhid gâzi imiş. Ömrü vefa etmeyip merhum olmuş. Tekne vârislerine kalmış, onlar da ustaya "Müşteri çıkarsa satıveresin." diye ısmarlamışlar.

Ben tekneyi yapanın bu adam olduğunu bilemediğimden; "Acaba bu tekneyi hangi usta yaptı? Bu kalıpta bana da bir tekne yapsın isterim." diye sorunca, adam ustanın kendisi olduğunu ve teknenin böylece satılık bulunduğunu anlattı.

Sonra benimle sahipleri aramıza girerek tekneyi bütün takım ile birlikte altı kese akçeye bana alıverdi.

Bu gemiye sahip olduğuma pek sevindim. Tekneyi güzelce yağlatıp yükletip Cerbe'ye gittim.

Cerbe (Djerba - جربة)  - Tunus  |  Google haritasında mevkii