Fasıl 02 - Gazâ niyetine

İkinci fasıl,

Ağam Oruç Reis'le beraber olup Tunus'a yerleştiğimize,
Ettiğimiz gazalara,
Kafir diyarlarına saldığımız nâm ü şâne,
Becâye'de düştüğümüz tuzağa,
Kafirleri kırışımıza ve
Ağamın kolunun şehit olmasına

dairdir.

  • Tunus Beyi'ni ziyaret
  • Halku'l-Vâd burcu
  • Bir yürük korsan perkendesi
  • Keşiş dağı gibi barça
  • Ağamın kumandayı bana bırakması
  • Deli Mehmed Reis'in ahvâli
  • Buğdayı fukaraya dağıtmamız
  • Asker dolu bir barça
  • Kafirlerin telaşı
  • On perkende bizi ararmış
  • Becâye önünde savaş
  • Oruç Reis'in tuzağa düşmesi
  • Kafirleri bir kırış kırdık ki
  • Oruç Reis'in kolu
  • Haçlı putlu on dört tekne
  • Oruç Reis'in kolunun kesilmesi
  • Endülüslü Müslümanlar
  • Flandıra Beyi'nin barçası
  • Minorka adasında
  • İki yüz sarhoş kafirle gaza edilmesi
  • Bizi arayan on kalite ile cihadımız
  • Oruç Reis'in bana kızması
  • Büyük Fırtına
  • Midilli'de hayır hasenât
  • Gazilerden ricam
  • Oruç Reis'in rüyası
  • Esirleri satmamız
  • Orta kazanı
  • Gazilerin sılaya gitmesi


Cerbe'de karındaşım Oruç Reis'i bulunca dünyalar benim oldu. Görüşüp konuşup hal hatır soruştuk. Büyük karındaşımız İshak'ın ve sair akraba ve taallukatımızın selamlarını söyledim. Vatan-ı asliyesinin haberleri ile onu tazelendirdim.

Türk yerinin havâdisleri ve Sultan Korkut'un kemal mertebe dikkat ile teftiş olunup aranmasından haber verip karındaşımı agah eyledim.

Her ikimiz de, "Türk yerleri karışıktır, varır Tunus ocağına gideriz. Orada birkaç zaman eğleniriz. Hem de bakarız eğer orası kemanımıza gelirse, orada yerleşiriz. Ömrümüzü gaza yolunda sarfederiz. Çünkü işin sonu nasılsa ölümdür. Bari bu yolda, cihâd-ı fîsebîlillah, canımızı Cenâb-ı Hakk'a teslim kılarız." diyerek, bu karar üzere olduk ve bu şekli en güzel bulduk.


Tunus Beyi'ni ziyaret

Yahya Reis de beraber olarak üç pare tekne ile Tunus'a geldik.

Meğer Tunus Beyi deryadan bir ganimet gelse, devede kulak göstermeyip, gazilerin elinden zorla çeker alırmış.

Bunu duyunca, üçümüz birleşip anlaşıp Tunus Beyi'ne ziyarete gittik. Kıymetli peşkeşler verdik. Sonra aşağıdan yukarıdan sohbete girdik.

Bey'e dedik ki:

"Sultanım hazretlerinin güzel vasıflarını ve adaletini işittik. Ocağının iyi adına geldik. Makûl ise şurada bize de bir yerceğiz gösteriniz. Gaza edelim. Ümmet-i Muhammed'in fakir fukarası da ganimet malından faydalansın, siz ve biz de duaya mazhar olalım."

Bunun üzerine Tunus Beyi, "Pek makul. Hoş geldiniz, safa geldiniz kaptanlar. Ocak sizindir." diyerek bize çok izzet ü ikramda bulundu, hatırlarımızı aldı.


Halku'l-Vâd burcu

Halku'l-Vâd ( La Goulette -  حلق الوادي ) - Tunus  |  Google haritasında mevkii

Bize Halku'l-Vâd diye anılan burcu kışla olarak bıraktı. Üçümüzü de yüksek ulufe ile yazıp tayınlarımızı verdi. Biz de Bey ile ahd ü eman eyledik.

Buna göre, "Allah Teâlâ ganimet-i küffardan her ne ihsan ederse sekizde birini pencik, ellide birini liman hakk ıdiye verelim. Bu minval üzere razı isen, inşallah vilayetin mamur olmasına elimizden geldiği kadar çalışırız. Ve eğer istemezseniz ona göre cevap isteriz." dedik.

Tunus Beyi ise, "Be hey oğullar! Tek hemen Allah Teâlâ size selamet ve ganimet ihsan eylesin. Bana verilmesi adet olan şey bile size sıhhatler olsun." dedi.

Bu minval üzere kavl ü karar eyledik.

Bunun üzerine kışı geçirmek için Halku'l-Vâd denen burca yerleştik. Tekneleri ölü denize bağlayıp mühimmatlarını mahzenlere doldurduk. Kendimiz zevk ü safa, ibadet ü taat ile vakit geçirdik.


Bir yürük korsan perkendesi

Bahar gelip nebâtât âlemi yeşillerle müzeyyen oldukta, gayri tekneleri kalafat edip yağlamaya başladık.

Üç pare bizim, iki pare de Tunus teknesi olmağın cümlesi beş pare tekne hazır oldu. Bir mübarek saatte gazaya teveccüh edip yola çıktık.

Benim teknemin önüne, yürüklükte iz kor yok idi. Cümlesinin başında giderdi.

Gezerek Sardunya adası üzerine vardık.

Sardunya ( Sardinia ) - İtalya  |  Google haritasında mevkii

Orada bir korsan perkendesi aldık. Onu da donatıp kendimize ayakdaş eyledik. Elli kafir esir aldık. Eğer benim tekne olmayaydı, bu perkendenin tutulması mümkün olmazdı.

( PERKENDE, yabancıların brigantin dedikleri 18 - 19 oturaklı, baş tarafında topu bulunan ağır donanma gemilerindendir. Pergendi, birgende veya pergandi de denirdi. )

Bu perkendenin ne kadar yürük olduğunu şuradan anlamalı ki; ben yetişip, çatıp, döğe döğe bi-avn-i Hüdâ mayna ettirip aldım.

( MAYNA -lingua franca-: Teslim olmak. Bir şeyi halat veya palanga ile aşağı indirmek. )

İçine aktarmacı koyup, perkende ile birlikte dönüp, ayakdaşların yoluna çıkıp, forsa da kullandığım halde ancak fecir vaktinde onlarla buluşabildim. Kafir teknesini kovalarken bu kadar açılmışız.

( AKTARMA: Düşmandan ganimet olarak alınıp yedekte götürülen gemi.)

( FORSA -Lingua Franca- : Gemilerde kürek çeken esir. )

Oruç Reis, Yahya Reis ve Tunus teknelerinin reisleri sandal indirip benimkine geldiler.

"Gazanız mübarek olsun!" dediler.

O gün sofra kurup, yiyip içip, gülüp oynadık.


Keşiş dağı gibi barça

Biz böyle benim teknede zevk ü safamızda iken, nerden çıktıysa, büyüklükte Keşiş dağı gibi bir barça zuher etti... Rüzgar üstünde bizden yana gelirdi. Rüzgar altına geçince ardınca gitmek için herkes gemisine geçti.

( KEŞİŞ DAĞI: Bursa'daki Uludağ. )

( BARÇA, hem nakliye, hem harp gemisi olarak kullanılan, kalyon türünden altları düz 2 — 3 direkli yelkenli büyük teknelerdir. 16. Asır başlarında 80'den fazla topu bulunan barçalar kulanılmakta idi. )

Benim, Deli Mehmed Reis namında bir eski kafadar dostum vardı. Onu, aldığım perkendeye reis eylemiştim. Gayet gemici bahadır bir yiğit idi. Hasılı benim tutar elim ve görür gözüm idi... Ne çeşit bir Deli Mehmed olduğunu burada da gösterdi.

Reisler, teknelerine gitmek için davrandıklarında, bu Deli Mehmed ayağa kalkıp, "Ey kaptan babalar! Eğer emriniz olursa, şu barçaya ben duacınız gideyim. Siz zevkinizde olunuz." dedi.

Onlar da, "Pek makûl Deli Mehmed! Var Allah yüz aklığı müyesser ede!" dediler.

Amma barça hayli uzayıp, teknesini saklamalı olmuştu. Deli Mehmed dahi iki çemberi yisa edip apazlamadan, barçanın ardınca aç kurt koyuna salarcasına salıp, bir ânın içinde Deli Mehmed de tekneyi saklamalı oldu.

( APAZLAMA: Pupa ile orsa arasında geminin omurgasına 45 derece açı ile esen rüzgâr. )

( YİSA ETMEK: Halatı hamle hamle çekmek.)


Ağamın kumandayı bana bırakması

Biz de dört tekne ile az yelken açıp aheste aheste onun kaybolduğu tarafa doğrulduk. Hem yolumuza gider hem de Deli Mehmed'i nezaketle korurduk.

Kumanda benim elimde idi. Ağam Oruç Reis yaşça benden büyük olduğundan kumandayı ona verdikse de, Ağam:

"Senin derya işlerinde malumatın benden çok ve tedbirin de ferasetin de benimkinden artıktır." diyerek gönül rızası ile kumandayı bana bırakmıştı...

Biz Deli Mehmed'in ardınca aheste aheste gide duralım, acaba bu sırada Deli Mehmed'in ahvali ne idi?


Deli Mehmed Reis'in ahvâli

Deli Mehmed barçaya yetişmiş, içinden kimse görünmemiş. Barçaya çatıp yukarı çıkmışlar. Bakmışlar ki kafirlerin cümlesi kaçmış, dümeni bağlamışlar.

Deli Mehmed ve leventleri de barçaya geçip, kendi gemilerini barçanın kıçına bağlayıp yelkenleri kandilisaya bağlayıp suyumuza gelip bizi bekler olmuşlar.

( KANDİLİSA -lingua franca-: Yatay ve eğik serenlerle yan yelkenleri kaldırmakta kullanılan halatlar. )

Barçanın yükü ise buğday imiş. O sene Tunus'ta buğday yoktu. Bizim tekneler barçanın yanına varınca Deli Mehmed'i selamlayıp: "Gazan mübarek olsun." dedik.

Yükünün buğday olduğunu öğrenince çok ferah ettik.

Aktarmayı ertesi gün Tunus'a göndermeye karar verdik. O gece tekneli teknesine gitti.

Hikmet-i Hüdâ, sabahleyin iki barçaya daha rastlayıp, onları da aldık. Birisi bal, zeytin, peynir ve birisi Cenova'dan çıkma kemha ile tüfenk demiri yüklü idi. Elhasıl her şeyden birer miktar alıp, kırk ambar haline geldik.

Tunus'a üç tane dağ gibi aktarma ve bir korsan perkendesi dolu ganimet ile bocalayıp, selamet ve ganimetle yirmi bir günde vardık. Toplar, tüfenkler atarak, şenlik şâdımanlık ile gelip dahil olduk.


Buğdayı fukaraya dağıtmamız

Bütün gaziler tok doyum oldular. İçinden penciği ve liman hakkını çıkarıp geri kalanını karındaşlar gibi pay eyledik. Buğdayın ise yarısını tekneler için alıkoyup öteki yarısını fakir fukaraya sadaka dağıttık. Öyle ki Tunus'un fakiri fukarası "Allah size yardım etsin, ey mücahitler!" diye alkış edip, "Allah Teâlâ bu gazileri rahmet gönderdi. Gelişleri beldemize rahmet oldu." derlerdi.

Dört ayakdaş reis, o kış da Tunus'ta kışlayıp baharı bekledik. Bahar günleri gelip, âlem yeşillikle müzeyyen oldukta, teknelerimizi kalafat edip yağladık. Mübarek bir saatte beraberce kalkıp sefere açıldık.


Asker dolu bir barça

On üçüncü gün deyince İspanya yakasına gider bir barçaya rastladık. Sultat yüklü idi.

( SULTAT: Asker, silahşör. )

İçinde iki büyük kafir varmış. Her biri bir vilayete zabit gönderilmiş imiş. Barça da en az üç dört yüz kafir var idi.

Barça bizim tekneleri köpek yerine saymayıp yoluna devam etti. İçinde sultat çok olduğundan çekinmezdi.

Hemen Oruç Reis'e varıp, yanaşıp selamladım, "İnşallah karındaş, nasibimiz budur. Hemen seninle sancaktan, Yahya ile Deli Mehmed iskeleden gidelim. Hayır ola!" dedim.

Öylece yaptık. Allah'ın izniyle rüzgar da kesilip süt limanlık oldu. Hemen nusret-i Hüdâ ve mucizât-ı Mustafa, altın işlenmiş ibrişim sancaklarımızı dikip, toplarımızı attık. Gülbank-i Muhammedî çekip vogavento edip barçanın altına sokulduk.

Kafir üzerimize öyle bir ateş açtı ki, tarif olunmaz. Dört tekneden yetmiş seksen adam şehit oldu.

Sözü uzatmayalım iki tekne sancaktan iki tekne iskeleden altı kere çattık. Altısında da kafir, tekneleri geriye püskürttü.

Yedinci defada güç bela fetih müyesser oldu. Barçayı aldık, amma gazilerin analarından emdiği süt damaklarından lezzet verdi. Dört tekneden yüz elli şehit ile seksen yaralı vardı.

Barçada dahi gemici sultat, beş yüz yirmi beş kafirden yüz seksen üç kafir ve iki zabit sağ kalmışlardı. Geri kalanı hep cehenneme gittiler. Bu gazada Oruç Reis de öldürücü yara aldı. Savuşturuncaya kadar çok zahmet çekti.

Barçayı zapt ettik, içine aktarmacı koyup otuz üç günde Tunus'a döndük. Tunus halkı ettiğimiz bunca bahadırlıkları görüp tahsin eylediler.

Aktarmada olan eşyayı çıkarıp satıp, yine karındaşlar gibi pay eyledik. Barçadan ayrıca bir kızoğlan kız, yetmiş seksen papağan, on beş yirmi doğan, zağar ve samsum çıkmıştı. Bunları hepimiz adına Tunus Beyi'ne hediye verdik. Azim makbule geçti.


Kafirlerin telaşı

Ele geçirdiğimiz barçanın haberi kafir yakasına vardıkta, o iki büyük kafirden ötürü yas ve matem eylediler. Hızır ve Oruç Reis isimleri, kafir yakalarında nâm ü şân vermeye başladı.

Büyük kafirler ve kaptanları bir araya gelip, aralarında müşavere eylemişler:

"Hıristiyan düşmanı iki yılan peydah olmuş, ikisi de bir karındaş imiş. Birisine Hızır Reis ve birine Oruç Reis derler imiş. Şimdi yılan ejderha olmadan başlarını ezmeye bakalım. Yoksa bunlar gittikçe kalınlanırlar. Sonra iş müşkül olur." demişler.

Bu fikri isabetli bulup on tane mükemmel kadırga donatıp, içine yarar sultatlar koyup çıkmış, Cenova taraflarına doğru gitmişler.


On perkende bizi ararmış

Biz ise bahar gelince âdet üzere tekneleri yağlayıp, dört tekne ayakdaş olmak üzere, Tunus'tan ayrılıp "Cihad fî sebîlillah" gaza için denize açıldık. Niyetimiz Cenova taraflarına doğru gitmekti.

Cenova (Genoa - Genova) - İtalya  |  Google haritasında mevkii

Amma gör hikmeti sen ki, bizi bir fırışka gündoğrusu poyraz alıp götürdü. Biz de önüne düşüp gittik.

( FIRIŞKA: Bütün yelkenleri kullanmaya müsait rüzgar. )

Cezayir'e yakın Becaye denen kalenin açığında Delikli Taş denen mevkide lenger-endaz olup orada yattık.

Becâye (Béjaïa - بجاية) - Cezayir  |  Google haritasında mevkii

Bu sıralarda kafirler de Cenova tarafına gitmiş, bizi bulamamışlarmış. Arar dururlarken, bizleri Becaye'ye getiren fırışka gündoğrusu poyraz kafirlere de erişip, onları da Becaye semtine getirdi.

Birden, on parça büyük perkendenin görüne düştüğü haber verildi. Bunların bizi arayan korsanlar olduğunu anladım.

Reislere, "Şimdi bu kafirlere kaçamak yüzü gösterip, top altından gereği kadar denize açıldıktan sonra hücum etmek lazımdır. Kazlar ne kadar çok olsa da hepsine bir şahin yeter, demişler." dedim.

Muvafık görüp, hepsi hemen demir alıp, yelken kürek kaçmaya başladılar.

Kafirler bu halimizi görünce "Bre medet kaçtılar!" diye, acı acı koğmağa başladılar.

Kafirleri kafi mertebede denize çekince bir dönüş döndük ki, neye uğradıklarını bilemediler.

Kazâ-yı âsumânî gibi üzerlerine çullandık. Ben kapudânesine çattım.

( KAPUDÂNE: Kaptan paşanın veya deniz kumandanının bindiği tekne. )

Gazilere Allah'ın yardımı ile fethettik.

Oruç Reis de birini aldı.

Yahya ve Deli Mehmed Reisler de birerleş aldılar.

( BİRERLEŞ: Birer tane.)

Hasılı kafirlerden dördünü aldık. Altısı firar edip kaçtılar. Varıp Becâye kalesinin altına sokulup yattılar.

Biz de yine selamet ve ganimetle eski yerimize döndük.


Becâye önünde savaş

Fakat Oruç Reis gazaya doymamış olacak ki, "Bir iki yüz kadar gazi ile karaya çıkıp, kale altına saklanan kafir teknelerini dışarı çıkarayım." dedi.

Fakat, ben onun bu fikrini beğenmedim ve, "Gel karındaş, bu sevdadan vazgeç. Zira bu kale altında bir yüz karalığı olma ihtimali vardır. Şimdi Hakk Teâlâ'nın bu lütf u ihsânına çok şükürler edelim. Çünkü bu kafirler bizim için bilhassa donanıp, bizi aramaya çıktılar. İşte Allah'a şükür dördünü alıp altısını kaçırdık. Gel karındaş! Bu bize Cenab-ı Hakk tarafından büyük nusrettir. Bunun şükründen dilimiz acizdir... Hem dün gece karışık rüyalar gördüm. Şöyle ki: Senin teknenin alemi başaşağı olmuştu. Ben yine kaldırıp yerine diktim. Şimdi bu hayra alamet değildir." dedim.

Fakat:

Olacak olsa gerek çâr ü nâçâr,
Gerek kalbin gen tut, gerek dar.

Oruç Reis'e söz kâr etmedi. "Elbette çıkarım!" dedi.


Oruç Reis'in tuzağa düşmesi

Oruç Reis iki yüz levent gazi alıp karaya çıktı. Kafir gemilerine varıp baktılar ki, içlerinde kimse yok. Altı pare kefere teknesinde bir kimse göremediler. Kale yakın olduğundan kafirlerin teknelerini bırakıp, Becâye kalesindeki kafirlerin yanına firar ettiklerini tahmin ettiler. Tekneleri çıkarmaya karar verdiler.

Meğer tekne kafirleri, kaledeki kafirlerle meşveret etmişler imiş.

"Şimdi bu haydutlar, bizim dördümüzü aldılar. Onlar kanmamışlardır. Varalım altısını da alalım diye, ya tekneleri ile denizden yahut asker dönüp karadan bize sarkıntılık edecekleri muhakkaktır. Şimdi siz kalede, biz teknelerde hazır bulunalım. Geldiklerinde birer alabanda vuralım. Azizlerin himmetiyle çok haydut helak edip, ayakdaşlarımızın intikamını alalım." diye kavil etmişler.

Oruç Reis ve gaziler: "Teknelerinde kimse yok." diye yürüyünce, kafirler gerek teknelerden, gerek kaleden topla karışık, öyle bir kurşun alabandası vurdular ki, ancak olur.

Gazi karındaşlarımızın elli altmış kadarı şehit, bir o kadarı da mecruh düştü. Öyle bir şaşkınlık oldu ki, anlatılamaz.

Oruç Reis, koluna bir misket dokunup, ağır yaralandı ve kendinden geçti. Sağ kalanlar da ne yapacaklarını şaşırdılar.

Nitekim,

Sürahi kırılırsa kadeh ortada kalmaz,
Ey sâki, baş gitse ayak pâyidâr olmaz.

demişler.


Kafirleri bir kırış kırdık ki

Kıyıdaki hali deryadan seyredip dehşete düştük... Baktım ki iş işten geçmiş, bela deryası hadden aşmıştır. Hemen can başıma sıçradı. Teknelerden üç dört yüz bahadır gazi yiğitle beraber karaya çıkıp yetiştik.

Dalkılıç, âteştâb olup, kafir-i ebedîleri öyle bir kırış kırdık ki, kıra kıra mel'unları kale kapısına dar soktuk.

Üç yüzden fazla kafir-i bîdînleri kılıçtan geçirip, yüz elli kadarını da diri tutup esir eyledik.

Sonra altı pare kafir teknesini de kıyıdan çıkarıp, kendi gemilerimizin yanına aldık. Kafirler, bu gemileri "bari batıralım" diye kaleden o kadar top attılar, fakat rast getiremediler.

Şimdi gemilerimiz on dört pâre olup, sonu yine elhamdülillah güzel yüz aklığı oldu.


Oruç Reis'in kolu

Amma karındaşım Oruç Reis'in kolcağızı gitti ve bu kadar tüvânâ gazi yiğitler şehit oldu. Amma çare ne! Hüküm Vâhid ve Kahhâr olan Allah'ındır, deyip, ondan gelen kazaya razı olduk.

Oruç Reis'in yarasını, cerrah hoşça sarıp timar etmeye başladı. Amma o günden itibaren Oruç Reis'in ızdırabı artıp, hali fenalaştı. Kolu bozulmaya yüz tuttu.

O zaman cerrahlar bana gelip:

"Sinyor kaptan! Eğer karındaşının o kolu kesilmezse, hesabını boynumuza alamayız. Sonra bize bir şey demeyesin. Zira kemik kararmış." dediler.

Kestirmeye razı olamadım. Maksadım Tunus'a varıp orada timar ettirmekti. Hele Hakk'ın yardımıyla üçüncü gün Tunus'a vardık.

Tunus halkı bu gelişimizi görünce şaşırıp, bir hayli korkmuşlar...


Haçlı putlu on dört tekne

Tunus halkı on dört tekne ile geldiğimizi görünce korkmuşlar:

"Bunlar dört gitti on dört geldi!" deyip, on tanesinin aktarma olduğuna inanmamışlar.

Böyle zannetmekte hakları da vardı. Çünkü karındaşım Oruç Reis'in kolcağızı bu kazaya uğradığından beri, gece gündüz içim yanar, ah ederdim.

"Bu kafirlere rast gelmeyeydik." diye mahzun olurdum.

Bu sebepten, Tunus'a girerken teknelere sancak bile açmayıp, hemen hırsız gibi sessizce girdikti.

Bu hal Tunus halkı arasında dedikoduya sebep olmuş. On dört pare gemileri armada olmak üzere sancaksız görünce:

"Acaba bunlar Müslüman tekneleri mi?" diye şüphede kalmışlar.

Benim teknenin kıçında sinyal vardı.

Bu nişanı görünce "İşte Hızır Reis'in teknesi!" derlermiş amma emin olamazlarmış. Çünkü on pare aktarmalar hep haçlı putlu kafir tekneleri idi.

Tekneleri demirleyip kıyıya çıkınca, işi anlamışlar:

"Hızır Reis'in gerek gün günden artan bahadırlığına ve gerek karındaşına olan sadakatine tahsin ve aferinler. Hakkâ ki karındaş olunca böyle gerektir." demişler.

On pare aktarmadan, mürd olan ve kaçanlardan başka, dört yüz yirmi beş esir götürmüştük.


Oruç Reis'in kolunun kesilmesi

Karındaşım Oruç Reis'in hali iyi değildi.

Cerrahlara haber verdirdim ki:

"Karındaşımın kolunu kesmeden iyi eden, eğer esir ise azattır. Ayrıca istediği on esiri de kurtarsın... Eğer esir değil kendi başına ise, mizan çekisinin bir tarafına kendi otursun, öbür kefesine altın koyayım. Ağırlığınca mal vereyim..."

Bu sözüm üzerine gerek Müslüman, gerek kafir cerrahlardan herkes, gelip baktılar olmadı.

"Kesmekten başka ilacı yoktur." dediler.

O zaman izin verdim. Oruç Reis'in kolcağızını kestiler. Tımar ettiler, iyice oldu.

Bir gün kolu kesilmiş, döşekte yaralı yatan karındaşımın karşısında hıçkıra hıçkıra gözlerimden bârân-ı belâ gibi yaşlar revân oldu. Oruç Reis dahi benim ağladığımı görünce durmayıp ağlamaya başladı.

Sonra, "Ey gözümün nuru Hızır'ım! Niçin böyle ah edip ağlarsın, ben kolsuz karındaşın için ciğerini dağlarsın! Allah'ın verdiğine merhaba! Takdîr-i Rabbânî böyle imiş. Onun kazası geri çevrilemez ve hükmüne mâni yoktur. Elimizden ne gelir. El-hükmü billah!. Elhamdülilah ki gaza yolunda oldu. O saadet bana yeter! Nolaydı, o zaman sen karındaşımın sözünü tutaydım..." dedi.

Sonra yine, "Hata söyledim karındaş, estağfirullah!.. O zaman senin sözünü tuttuğum takdirde bile, sonunda yine böyle olacakmış. Orada olmasa bile başka yerde takdir-i ezelî yerine gelirdi... Hoş, şimdi bununla geçmiş ola..." diyerek hatırımı teselli eyledi.

Onun ilmi benden fazla olup, âlim kişi idi.

Elhamdülillah, yarası iyileşip ayağa kalktı. Sıhhati eskisi gibi oldu.


Endülüslü Müslümanlar

O kışı da Tunus'da geçirdik. Bahar günleri gelip, yeryüzü yeşil nebatlar ile müzeyyen olup, gazilerin gönülleri bülbüllerin feryadı gibi, cihad için cûş u hurûşa geldiği zaman yine deryaya açıldık.

Dört kendi teknemiz ve dört de aktarmalardan sekiz pâre tekneyi yağlayıp hazır ettik ve bir mübarek saatte kalkıp gazaya gittik.

Muvafık bir rüzgar ile İspanya yakasında Gırnata denen mahâle vardık. Bir burnun ucunda gizlenip yattık.

Gırnata denen dağda Endülüslüler olurdu. Endülüslüler ol kimselerdi ki, Rasûlullah sallallâhu aleyhi ve sellemin ashabı varıp oraları feth eylediklerinde, Ümmet-i Muhammed'den canları isteyen pek çok Müslüman orada kalmış idi.

Gırnata (Granada) - İspanya  |  Google haritasında mevkii

Sonra kafirler bir fırsat bulup memleketi tekrar Müslümanların ellerinden almışlar. Mescitleri yıkıp yerine kilise yapmışlardı. Kendilerine baş eğen Müslümanları haraca kesip, eğmeyenleri katletmişlerdi... Rahmetullâhi aleyh.

Müslümanlar yer altında mescitler yapıp gizlice namaz kılıp ibadet ederler idi. Oğlancıklarına Kur'an öğretip gizlice okuturlardı.

Kızları olunca, kafirler zorla ellerinden alırlar, İslam çoğalmasın diye birbirlerine verdirmezlerdi.

Namaz kılıp, oruç tutup, Kur'an okuduklarını bilirlerse, aman zaman vermeyip ateşte yakarlardı.

Hasılı bu Müslümanlar nice nice cevr ü sitemler çekerlerdi. Âl-i Osman Padişahından bunlara bir medet olamadı.

Bu adamlar sahabe-i güzîn silsilesinden idiler. Nice nice okunan tefsirler bunların telifleri idi.

Sonraları bunlardan nicelerini teknelere doldurup Arap yakasına dökdük. O zamanlarda olan ahvallerde inşâallah yerinde zikrolunur.

Sekiz pare teknemiz ile o tarafları yakıp yandırdık. Küffara çok zararlar verdirdik.


Flandıra Beyi'nin barçası

Günlerden bir gün el-Emariyye önlerinde gezerken,yedi kıta barçaya rast geldik. Rüzgar gayet çok olduğundan birine yetişip alakoduk.

el-Emariyye (Almeria) - İspanya  |  Google haritasında mevkii

Ötekiler firar edip kaçtılar. Amma alı koduğumuz barça gayet ulu barça idi. İçinde çok mal ve büyük kafirler vardı. Yedisi de Hint'ten gelirlermiş.

Meğer bu yedi barça Flandıra Beyi'nin imiş. Altısı selametle varıp, yedincinin alındığı haberini götürdüklerinde kafirler, itler gibi ürüşüp, eşekler gibi çığrışmaya başlamışlar. Yas ve matem girdabına gark olup batmışlar.

"Şimdiden sonra, bu haydutlar bu vilayetleri öğrendiler, gayri bize rahat yoktur. Hemen bolay kim, nursuz ve pirsiz ol diyavololardan hakkımız alına." demişler.

Biz ise, aldığımız barçayı Tunus'a götürmek için Deli Mehmed Reis ile Yahya Reis'i tayin edip gönderdik. Altı pare tekne ile kaldık. Beş on gün daha gezip biz de Tunus'a doğru dönüş edecektik.


Minorka adasında

Minorka adasına geldik, boş bir tarafına lenger-endaz olup yattık.

Minorka (Minorca) - İspanya  |  Google haritasında mevkii

Bu arada kafirler bizden haber almışlar, "Ha fırsat ganimettir, varalım bastıralım!" diye karar vermişler.

Biz de kafirlerin hilelerini duyduk. Demir alıp adanın güneydoğusundan yana baş vurup, dört tarafı vardiya edip gözettik.

Ol arada kafir çobanları koyun güdüp gezerlerken, bizim tekneleri görünce koyunları sürüp dağın öteki tarafına götürdüler. Görünmez oldular.

Gazilere, "Gelin gaziler, sizinle bugün bir kara gazalığı eyleyelim. Altı tekneden onar adam taşra çıkıp, hem cihad-ı fî sebîlillah gaza edin hem şu koyunları sürün getirin. Çoktan beri et yemedik. Şurada bir kebap edelim" dedim.

Zira Tunus'tan çıkalı elli altmış gün olmuştu. Hem azıklarımız bir miktar elin ayağın çekmişti. Hem yattığımız yarda bir pınar suyu kaynayıp akıyordu ki, âb-ı hayattan nişâne verirdi... Muradım bir kebap çevirtip leventlere zevk ettirmekti.

Gaziler "baş üstüne!" deyip, yetmiş seksen tane bahadır gazi yiğit kuşanıp çobanların ardınca gittiler.


İki yüz sarhoş kafirle gaza edilmesi

O dağın yokuşunu çıkıp dört yana nazar edince görmüşler ki, aşağısı bağ bahçe, akar sular, meyvelerle bir mesire yeri ki, ancak olur.

Amma gör hikmeti sen ki, silahlı iki yüz kadar kafir o meyve ağaçları altında kebaplar çevirip tulumlarla bade içip zevk ü safâ ederlermiş.

Fakat o kadar sarhoş imişler ki kendilerini bilmez, mest olmuş yatarlarmış.

Gaziler bu hali görünce, bizim tekin olmadığımızdan şüpheleri kalmamış.

Çünkü onlara "Varın hem gaza eyleyin, hem koyunları sürün getirin. Sizinle şu pınarın başında bir kebap çevirip yiyelim." demiştik.

Onun için gaziler, bu hali görünce birbirlerine:

"İşte hızır Reis'in bize; varın hem gaza edin, hem koyunları sürüp getirin dediği budur. Bu sarhoş kafirlerle gaza edeceğiz." diye söylemişler.

Meğer koyunların çobanları da onlarla beraber sarhoş olup yatmışlar imiş. Koyun sürüsü yanıbaşlarında çobansız otlar gezermiş.

Bu hali gören gaziler, fırsatı ganimet bilip hemen bir ağızdan gazaya niyet ettiler. Dalkılıç olup kafire saldırdılar. Allah'ın yardımı, Hazreti Peygamber'in mucizesi ve bütün enbiyâ ve evliyânın berekâtı ile öyle bir giriş girdiler ki, kafirler neye uğradıklarını bilemediler.

Yetmiş seksen adet kafir kılıçtan geçip, geri kalanlar "Mayna sinyor!" deyip bende çektiler.

(BENDE ÇEKMEK: Teslim olmak.)

Gaziler beş altı sürü koyunla birlikte kafirleri de önlerine katıp teknelere doğru geldiler. Onları görünce Oruç Reis'le karşı çıktık.

"Hoş geldiniz, safa geldiniz, gazi beyler! Gazanız mübarek olsun." diyerek onlara izzet ü ikramda bulunduk.

Altı pare teknenin leventleri üç gün tamam yiyip içip sohbet eylediler. İstediğimiz kadar koyunu gemilere doldurduk.

Esirlerin başı olan kafiri getirtip sordum:

"Böyle pür-silah nereye gidersiniz? Bu gazilerin ellerine nasıl düştünüz?"

Kafir, suâlime olduğu gibi doğrusunu söyledi:

"Sinyor kaptan!  Minorka'dan sizin için on pare büyük perkende donattılar. Sizi yattığınız yerde bastıracak idiler. Biz de iki yüz sultat karadan onlara yardım edecektik, bunun için tayin olunmuştuk. Lakin natura sizinmiş, azizler bize yardım etmedi."

(NATURA: Talih, şans.)

O zaman ben de, "Yuf sizin başınıza mel'ûnlar! Azizler dediğiniz ne köpeklerdir! Kim ola da kişiye yardım edeler! İşte bu bozuk inancınız yüzünden, bu dalalet yolunda ebedi kaldınız. Lakin hidayet mabûd-i bîzevâlden olur. Dilediğini de sizin gibi zulmette kılıp azizlerle sürüklendirir. Elhamdülillahi alâ dîni'l-İslam. Herkese yardım eden ancak Allah'tır. Yoksa sizin aziz dediğiniz ne ittir." dedim.

Bu esirleri altı tekneye dağıtıp küreğe kodurdum.

Buradan kalkıp Cenova'ya doğru gittik. Yolda dört pare barçaya rast gelip onları da aldık. Tunus'a gönderdik.


Bizi arayan on kalite ile cihadımız

Oruç Reis'le benim nâm u şânımız kafir yakasında dilden dile destan olup söylenmeye başladı.Kafirler yine bir araya gelip bizi nasıl ele geçireceklerini meşveret ederlermiş. On pare kalite donatıp bizi aramaya çıkmışlar.

Ko arasınlar,

Kişinin yardımcısı Allah ola,
Var kıyas eyle ol ne şah ola.

Biz canımızı başımızı, dîn-i mübîn uğruna feda edip gece gündüz cenk ü cidâl, harb ü kıtâl eylerdik...

Zapt edip Tunus"a gönderdiğimiz dört barçanın birinden kafirler, yelkenli sandala dolup firar etmişler. Bu sandal deryadan çırpınıp giderken bizi arayan on kalitenin üzerine varıp düşmüşler.

Sandaldakiler hallerini ifade edince kafirlerin dertleri debreşmiş. Hemen barçaları aldığımız yere yelken açmışlar. Sanki biz orada bağlıymışız gibi.

Aradıkları yerde bulamadılar amma, bir zaman sonra, deryada dolaşıp dururken bize buluştular. Onlar on, biz altı idik.

Hemen Oruç Reis'in üzerine bocalayıp seslendim.

"İmdi karındaş, bunlara da Becâye önünde yaptığımızı edelim. Önce kaçamak yüzün gösterelim. Hem bakalım bizden ziyade ayaklı mıdırlar. Tamam gereği gibi dişlerini saydığımızda tevekkeltü alallâh, döner üzerine vururuz. Eğer biz onlardan ziyade ayaklı bulunursak varmayız... Ben sancaktan sen iskeleden, birer alabanda vurup çatarız. İnşâallah nusret bizimdir."

Kararımız üzerine Fatiha edip kaçmak yüzün tuttuk.

Kafirler dahi "Haydutlar azizlerin himmetiyle dayanamayıp kaçtılar!" diye acı acı koğmaya başladılar.

Kafirlerin kaptan gemisi gayet yürük olduğundan ötekileri saklamalı oldu. Amma bizimkilerle bir kararda kalıp, ne o bizimkilerine girebildi, ne bizimkiler çıkabildi.

Bu halde kalınca, teknemi kafirin gemisine döndürdüm. Oruç Reis de ötekiler de öyle yaptılar.

Kafir baktı ki, altı pare gemi at başı üstüne gelir. Ayakdaşlarından da kendine bir fayda olacak değil, korktu. Ayakdaşlarının üzerine döneyim, dedi. Amma gayri ne fayda! Bizimkiler yetişti.

Topla karışık misketleri yağmur gibi yağdırdık. Kimimiz iskeleden, kimimiz sancaktan, kıçtan baştan çatıp, çeke çeke bağlayınca gaziler dalkılıç ateş olup Gülbank-i Muhammedî çekip, kafirin kapudânesine geçtiler. Yetmiş seksen kadar kafir kılıçtan geçirilince kalanlar "Mayna sinyor!" deyip çağırışmaya başladılar. Elhamdülillah kolayca ele geçirip zapt etik.

Esir edilen yüz doksan beş kafiri teknelere pay ettirip kaptanlarını kendi tekneme getirttim.

Hikmete bak ki, biz kafirin teknesine çattığımızda rüzgar fırışka iken süt limanlık olmuştu... Kafirin kaptan gemisini de donatıp kendimize kattık, altı iken, yediler aşkına yedi olduk.

( FIRIŞKA: Bütün yelkenleri kullanmaya müsait rüzgar. )


Oruç Reis'in bana kızması

Kafirlerin dokuz pare gemisi geride kalmıştı. Şimdi biz yedi pare tekne olarak kafirin gemilerine pocaladık.

Kafirler baktılar ki kaptanlarını alıp altı iken yedi olduk. Aldığımız kaptan teknesinde dört beş pâre tekne kuvveti vardı. Gerek bizim, gerek kafirin takımında ondan büyük gemi yoktu.

Kalplerine korku düştü. Dönüp kaçmaya başladılar. Bir miktar ardlarından koğup sonra orsa alabanda ettim.

(ORSA ALABANDA: Rüzgarı yandan alıp yelkenleri aksine açarak gemiyi yavaşlatmak, vakit geçirmek.)

Benim orsa alabanda etmeme Oruç Reis kızmış.

Tekneme yanaşıp seslendi, "Düşman bizden kaçıyor! Sen orsa alabanda geldin. Şimdi orsa alabanda gelecek zaman mıdır. Yoksa korktun mu?"

"Yok karındaş! Korktuğumdan değil. Hem sen de bilirsin ki, Allah'ın izniyle korkmam. Müslüman olan kimse kafirlerden korkmaz. Lakin benim aklıma gelen senin aklına gelmemişe benzer. Eğer nedir diye sorarsan, biri, eski gazilerden rivayet edilmiş ki: 'Kaçanı çok koğucu olma, ihtimal ki zarar edersin.' Biri de budur ki, şimdiki halde, teknelerimizdeki esir kafirler bizden iki kat fazladır. Bunlardan çekinmek lazımdır. İçlerinden kaptanlarını almamız, büyük zaferdir. Bunun şükrünü edelim. Orsa alabanda yatmamız yine kuvvetli olduğumuzdandır. Gelirlerse hazırız. Hatta yerine göre, kuvvetli düşmandan kaçıp başını kurtarmak büyük erliktir. Deryada gezen gazilerin tedbir ve endişesi, heyecan ve ümitten fazla olup, iskandili elde gerektir. İşte ben endişeli karındaşının, kısa aklı ile düşüncesi budur. Doğrusunu siz bilirsiniz."

(İSKANDİLİ ELDEN BIRAKMAMAK: İhtiyatlı olmak.)

Benden bu cevabı alan karındaşım Oruç Reis, "Aklınla yaşa, berhurdâr ol karındaş! Ben seni yoklamak için böyle söyledim." diyerek lafın sonunu tatlıya bağladı.


Büyük Fırtına

O gecenin yarısında bizi bir kıble lodos ele aldı ki, el-iyâzübillah... Ne kaba sığar, ne kaçağa. Neredeyse haşr ü neşr olayazdık.

Kafir esirleri hemen ambara balık istif edercesine istif ettik. Güverteye muşambaları çektik.

"Allah Allah diyerek rüzgar önünce alıp aldığına giderim. Nişliyeyim çare yok. Önüme taş mı gelir, yoksa burun mu çıkar" fehvâsı üzere, yedi gün yedi gece bu şekilde gittik. Sekizinci gün hava mülayimleyip limanladı.

O gün düğün bayram edip, kurbanlar kesip kazanlar kaynattık, yiyip içtik. Sanki ölü iken hayata kavuştuk. Hâfız-ül Hâfızîn olan Cenab-ı Rabbü'l-âlemîn'e hamd ü senalar eyledik.


Midilli'de hayır hasenât

Neticede on birinci gün, Midilli adasına dönüp dahil olduk. "Vatan sevgisi imandandır" denmiş... Akraba ve taallukatımızla görüşüp sıla-yı rahm eyledik. Hal ve hatırların sorduk.

Hak rızası için kazanlar kaynatıp, yedi gün yedi gece, eli gücü yetmez fakirleri yedirip içirdik. Yetimleri sevindirdik. Sünnetsiz olan yetimleri aratıp buldurduk. Gönülleri şâd olsun diye, onlar için düğün yaptırıp, sırtlarına yeni esvablar giydirdik. Yetim kalmış gelinlik kızcağızları ev ev aratıp buldurup çeyizini yapıp evlendirdik. Kimsesiz kalmış dul karıcıkları, hizmete gücü yetmeyen ihtiyarları, sakatları hep halli halince görüp gözettik.

Çarşıda pazarda şöyle dellâl bağırttım:

"Askerler tarafından çarşıda, pazarda akçasız bir habbe şeyi alınan bana gelsin. İğnesi gidene çuvaldız vereyim. Biz buraya hayır dua almaya geldik. Kimsenin ırzına malına zarar verecek, hatırını kıracak, zulüm ve taaddî olacak şeylere razı değiliz. Öyle eden kimseler bizden değillerdir."

Gazilerin kemerleri gaza nimetlerinden sucuk gibi dolu idi. Kimsenin bir şeye ihtiyacı yoktu. Bir akçelik şeye beş akçe verirlerdi. Herkes kendi yemesi içmesinde idi.

İnsan şöyle dursun, bir karınca bile incinmezdi. Her şey nizam intizam içinde idi. Halk yemiş gibi şeyleri, kendi rızası ile gazilere verir,  "Siz mücahit kimselersiniz, yiyin afiyet olsun." diye yalvarırlardı. Gaziler almazdı.


Gazilerden ricam

Bu mertebede adalet ile hareket eden gazileri Allahu azimü'ş-şân din düşmanı olan kafirler üzerine mansûr ve muzaffer eylemez mi? Yolunca gidilirse, düşman İslama hiçbir şekilde zafer bulunamaz. Mağlub olursak kusur hep bizdedir.

Hemen Allahu azimü'ş-şân, Habîb-i Ekrem hürmetine, karada ve denizde, asâkir-i İslâm karındaşlarımızı düşman üzerine mansur ve muzaffer eyleyivere. Amin ya Rabbe'l âlemîn!

Gazilerimizin, vilayetli ile böyle iyi geçinmesinin bir sebebi de onlarla yaptığım bir konuşmadır. Midilli'ye gelmeden bir gün evvel, denizde yedi pare teknenin gazilerini toplayıp divan eylemiş:

"Oğullar! Muradımız, inşâallah, bu kışı Midilli'de kışlamaktır. Bu vilayet bizim vatan-ı aslimizdir. Göreyim sizi, vilayetlinin yanında yüzümüzü ak edip, bizi hicab altına komayasınız. Hak Teâlâ sizlerin dahi dünyada ve ahirette yüzlerinizi ak eylesin. İşte siz gazilerden ricam budur. Bak, Oruç Reis ve Hızır Reis bu vilayetliyken askerleri, Ümmet-i Muhammed'i incitip zulm ettiler deyip, dedikodu etmesinler. Her ne alım satım ederseniz hatır hoşluğu ile edip hakkını kesmeyesiniz. Kadir olduğumuz kadar hayır dua almaya gayret edelim." demiştim.

Onlar da bu tenbihimdem ziyade yüz ağardıp, duaya mazhar oldular. Hak Teâlâ onlardan razı olsun. Onlar ki bir alay gönüllü asker idiler. Ayıp etmeyi murad etseler edemezler miydi? Bizim iki teknemiz varsa, Akdeniz'deki cümle tekneler leventlerindir.

Akraba-yı taallukatımıza hadden ve kıyastan ziyade hediyeler verdik. İhtiyaçtan berî eyledik. Büyük karındaşımız İshak'a da oğul oğula, kız kıza yetecek kadar şey verdik. O cümlemizin ulusu olup, babamız yerine sayardık. Hayır duasını aldık.

Oruç Reis'in kolcağızının şehid olduğuna herkes mahzun olduysa da, ammâ çâre ne, yine "Allah'tan gelene merhaba" dediler.


Oruç Reis'in rüyası

Oruç Reis bu sırada kalbinden niyet eylemiş. Gayri sefere niyet etmeyip, karındaşımız İshak ile vilayetinde kalıp evlenmeyi düşünmüş.

Bu düşünce ile o gece yatıp uyuduğunda, eskiden Rodos'ta esir iken kafirler onu yer altına atıp da eziyet içinde bulunurken rüyasında halas müjdesini getiren pîri yine görmüş.

O mübarek zat, "Ya Oruç! Kalbinden geçen fikri bırak. Daha çok gazalar edeceksin. Her halde sana tenbih olsun ki, mücahitlerin reisi, kafir ve müşriklerin katili olan karındaşın Hızır Reis'in rey ve tedbirine muhalefet etme, teslim ol. Gerçi sen ondan büyüksün ammâ isabetli tedbir ve nusret ona verilmiştir." deyip kaybolmuş.

Oruç Reis uykudan uyanıp şeyhin kendisini yoklamasına gayet sevinmiş. Fikrini de değiştirip, artık ben aciz karındaşından hiç ayrılmamaya sıdk ile bel bağlamış... Bundan sonra Oruç Reis kendisini daha ziyade riyazata, ibadet ü tâate çekti.


Esirleri satmamız

O sırada çektiri beyleri Midilli'ye geldiler. Kürek için esir arayıp gezerlerdi. Hemen esirleri zindandan çıkartıp huzuruma getirttim. Cümlesi sekiz yüz yirmi yedi kafir idi, irileri beş yüzer ötekiler üç yüzer guruşa hep birbiri üzerine ucun saymaca, çektiri beylerine satıp akçelerinin tamamını aldım.

Adet olduğu üzre pencik, liman hakkı ve bütün masrafları orta malından çıkardıktan sonra kalanı ikiye böldük, gemilerin hakkını ayırdık.

Geri kalanı, daha başka akçelerimizle bir araya koyup, hak üzere gazilere pay ettim. Pay başına yüz doksan beşer buçuk altın düştü. Amma buçuğunu almayıp kalem hakkı olarak hocalara verdiler.

Gazilerin evvelden kemerleri dolu idi. Bunu da alınca daha gani oldular. Allah artırsın.

Onun için, hocalarına yarımşar altın kalemiyye hakkı vermeleri acep değildir. Çünkü zengin ile züğürdün arası çoktur. Zengin hakkında her ne söylenirse olağandır.

Bundan sonra, gazilerin cümlesini huzuruma çağırıp, açlıktan tokluktan, rahatlıklarından sual eyledim. Herkes ile ayrı ayrı hatır soruşturdum.


Orta kazanı

Her teknenin bir kışlası vardı. Kazanları Orta'dan kaynardı. Haftada iki kere et verilirdi. Aşçılarla vekil-harçlar hep nizam intizam içinde çalışırdı. Bir kimse kesesinden bir akçe harç etmese Orta mancası ile güzelce geçinir giderdi. Amma gazilerin eli iyice genişlediğinden istedikleri taamı alıp pişirip yer içerler, Orta kazanına bakmazlardı. "Orta kazanına hacet yok." diye onu battal da etmezler, isteyen can yerdi. Nefis taamlara alışmış canlar yemezlerdi.

Kazanların her zaman yarısından çoğu artardı. Kalanı vilayetin fakirine fukarasına dağıtır, üleştirirlerdi. Hatta fukaradan bile artardı... Duayı kantarlarla alırlardı.

Öyle, fukarayı doyuran gazilerin, Allah katında işleri nasıl rast gelmez, düşmanlarına nice mansur olmazlar!

Ben hal hatır sorunca, gazilerin cümlesi bir ağızdan, "Elhamdülillah kaptan baba! Senin devletinde, halimiz âsûdedir. Yememiz içmemiz, rahatımız yerli yerindedir. Allah Teâlâ siz gazi kaptanlarımızı uzun ömürle muammer eylesin." diye dua ettiler.

Bizde ellerimizi açıp cümle ümmet-i Muhammed olan karındaşlarımıza dua ettik:

"Hak Teâlâ cümlemizden hoşnut olsun. Gerek dünyada ve gerek ahirette yüzleriniz ak olsun."


Gazilerin sılaya gitmesi

Sonra gazilere dedim ki:

"Oğullar! Cümleniz bilin ki, her kim sılasına gitmek dilerse izindir, gitsin. Varsın hasretine kavuşsun. Benimle yine beraber olmak isteyen karındaş, inşâallah, baharda burada bulunsun. Gönlü istemeyen karındaş gelmesin, mahzuru yoktur. Gelirken yeni yoldaşlar da getirirsiniz."

Gaziler hep birden cevap verdiler:

"Gaziler serveri kaptan babamız! Bizim senden ölümüz ayrılsın. Senin kılının gittiği yerde bizim başımız fedadır."

Kendi bindiğim teknenin ustasını Ayamavra'dan Midilli'ye getirttim. Ona üç büyük tekne yaptırttım. Birisi yirmi beş oturak, ikisi yirmi dörder idiler. Yirmi beş oturaklıyı kendim aldım. Yirmi dörtlünün birine Oruç Reis bindi. Üçü de çok güzel teknelerdi. Teknelerimizin cümlesi on pâre oldu.

Kışı orada geçirdik. Bahar günleri yaklaşınca tekneleri denize attık. Yabca yabca teknelerin eksiklerini gediklerini düzmeye başladık. Etraftan da sılacı eski yoldaşlar ve yeni yoldaşlar sökün edip gelmeye başladılar.