Fasıl 17 - Velî, gâzî, mücâhid

Son fasıl,

Mosonegro Kara Hasan Ağa'ya,
İspanyolların Cezayir'e hücûmuna,
Kafirlerin kılıçtan geçtiklerine,
Ocaklıların Hünkârı ve Paşa'yı ziyaretine ve
Hayreddîn Paşa'nın vefatına

dairdir.

  • Mosonegro Kara Hasan Ağa
  • İspanyol Kralı'nın Cezayir önüne gelmesi
  • Kara Hasan Ağa'nın konuşması
  • Er gibi hazırlanıp
  • İspanya Kralı'nın nâmesi
  • Kara Hasan Ağa'nın çaşıtları
  • Baskın
  • Deryânın cûş ü hurûşa gelmesi
  • Yirmi beş bin esir
  • İslambol'a zafer müjdesi
  • Hayreddin Paşa ile Cezayir Ocaklılar huzurda
  • Berhurdâr ol karındaş, yüzümü ak eyledin
  • Kralın üzüntüden mürd olması
  • Hayreddin Paşa'nın son günleri
  • Hayreddin Paşa'nın vefatı

Gazi Hayreddin Paşa hazretleri, Andirya Dorya'yı Muton Koron önünde yakalayıp yirmi dokuz gemisini almıştı. Andirya Dorya salt başına teknesi ile kaçıp kurtulmuştu. Andirya Dorya'nın mağlûb ve perişan İspanya'ya vardığı gün, İspanya Kralı'nın Alaman Kralı'na yar­dım için gönderdiği altmış bin kâfirin kılıçtan geçtiği haberi de gelmişti.

Kara haberlerin ikisi birden bir günde gelmekle, kâfirler ye's ü mâtemlere battılar. Köpekler gibi uluyup, hınzırlar gibi çağrışmaya başladılar. Hangi be­lâya nâle ve feryâd edeceklerini şaşırdılar, Alaman'da, Sultan Süleyman'ın kılıçtan geçirdiği altmış bin sultata mı acısınlar, Andirya Dorya'nın elin­den alınan yirmi dokuz çektiriye mi?

Elhasıl kâfirlerin ye's ü mâtemleri ölçüye gelme­yip, hemen güya sal üstünde kalmış köpeğe döndüler... Hak teâlâ daima hüzün ve kederlerini ziyâde eyleyip, başları aşağı olsun. Ve Ümmet-i Muhammed karındaş­larımız, her halde üzerlerine mansûr ve muzaffer ol­sunlar, âmin.

Kâfirler Hayreddin Paşa hakkında "Ol azizlerin hışır hışır hışmına uğrayası Bar­baroşo'nun elinden bizim halimiz neye varacak. Ceza­yir'de iken bir intikam alamadık. Hele şimdi Padişah tarafından tanındı, Ceneral oldu. Onu şimden sonra azizlere havâle etmekten başka elimizden bir şey gelmez." deyip, intikam almaktan gayri ümitlerini kesmiş­lerdi.

Sonra ise, "Cezayir'i almak için bir tedbir düşünelim. Eğer Cezayir'i alırsak, Barbaroşo da işittiğinde kasâvetinden çatır çatır çatlar." dediler.

İspanya Kralı da kumandan ve kaptanlarının söz­lerini mâkul buldu. Gayri Cezayir üzerine sefer tedâ­rikine giriştiler.


Mosonegro Kara Hasan Ağa

Padişah hazretlerinin emri gereğince Hayreddin Paşa hazretleri sultan Cezayir'i fedâ edip Âsitâne'ye gelirken yerine Kara Hasan Ağa'yı bırakmış idi.

Kara Hasan Ağa, gayet mü'min, müttakî, âlim, fâzıl, tavr ü hareketi belli olmuş bahâdır kişi idi. Gerçi cüssece uzun boydan bir miktar ufarak kıt'a idi. Amma bir şahin idi. Bahâdırlıkta pek meşhurdu. Hayreddin Paşa'nın oğulluğu ve sırdaşı idi. Çoğu müşkil mesele­lerde onun rey ve tedbirine danışır idi. İş bilir adam­dı. Cömertlikte Hâtem-i Tâî gibi idi. Bir kimseye bir ihsanda bulunsa onu ihtiyaçtan berî kılardı. Daima adâlet üzere iş işler, şer-i şerîfe uyardı. Hâsılı iyi ah­lâklı bir âdem idi.

Hayreddin Paşa İslâmbol'a gittikten sonra Kara Hasan Ağa, Ceza­yir'i çekip çevirdi. Nizâm ve intizâmı artırdı. Cezayir'in içi ganimet ve esirlerle doldu. Kâfir yakasını berbâd ve harâb eyledi.

Günlerden bir gün kosta kâfirlerinden iki üç yüz kâfir, başlarına hasır yakıp, gelip, Kral'a Hasan Ağa'dan şikâyette bulundular.

Dediler ki:

"Devletlü Kral, biz Barbaroşo'nun İslâmbol'a gi­dip Gran Senyör'e Ceneral olduğunu işitince, çok sevi­nip mesrûr olmuştuk. Şu hıristiyan düşmanı Barbaroşo'dan kurtulduk der idik. Amma şimdi Barbaroşo'nun yerine oturan Mosonegro, ki Kara Hasan Ağa demek­tir, Barbaroşo'ya rahmet okuttu. Barbaroşo yine hıristiyanları deniz yolunca esir eder, öldürmezdi. Bu Mosonegro ise Cezayir'de kâfir çok, bana esir lâzım değil deyu hepsini derkelle edermiş..."

Bunları duyan Kral'ın aklı başından gitti.

"Hay diyavolo! Aman şunun hemen başını ez­meğe bakalım. Bunu da Barbaroşo gibi nâm ü şân sahibi olmaya bırakmayalım, zira ejderha yılandan olur dedikleri gerçektir. Barbaroşo'nun nâm ü şân sahibi olması hep bizim ihmâlimizden oldu. Bir korsandan ne olacak derken, sonunda Gran Senyör'e Ceneral oldu. Aslında bari bir büyük kan olaydı, o kadar yüreğimiz yanmazdı. Yine aslına döndü derdik. Amma bunun aslı nesli belirsiz. Midilli adasından izbandut gidisi!..." diyerek Paşa hakkında da, yüreğinin ateşinden ol­mayacak pohlar yedi.

Bu kâfir oğlu kâfirler bilmezler ki, ol devlet ü dârâtı, nâm ü şânı hep Cenab-ı Hak vermiştir... 'Ve tuizzü men teşâ ve tuzillü men teşâ'. Bunu bilmezler de ken­di fısk dolu fikirlerince hasep nesep iddiası ederler.


İspanyol Kralı'nın Cezayir önüne gelmesi

Kara Hasan Ağa'nın kâfirleri derkelle ettiği ha­beri kâfir yakasında şâyi olunca, gayrı Cezayir'e daha çok bakar oldular.

"Azizlerin himmetiyle, biz de Cezayir'i aldığı­mızda ol Mosonegro dedikleri diyavolunun kellesini kesip yalı kapısına asalım. Hıristiyanların kellelerini kesmek nice olurmuş, o haydutlara ibret olsun." diye lâf ü güzâf harmanını savururlardı.

Dokuz yüz kırk sekiz senesinde büyük hazırlıklar edip bahar gelince Cezayir üzerine gittiler.

Rebiülevvelin yirmi beşinci günü İspanya donan­ması gelip Temnitos önüne yattı. Kral dahi beraber gelmiş idi. "Hasan Ağa'nın başını kendi elimle keseceğim" diye iddia ederdi.

Amma kul dediği olmaz, Allah dediği olur.

Nitekim denilmiş ki,

Eğer dilden gelen elden geleydi,
Gedâlar kalmayıp sultan olaydı.

Kâfir donanması sabaha kadar güç ile yerleşti. Böyle büyük donanma ile Cezayir'e geldikleri olmamıştı. Cümlesi dört beş yüz yelken vardı. Gemilerin di­rekleri güya kabalık gibi Temnitos önünü doldurmuştu.

Kara Hasarı Ağa baktı ki müslümanların renkleri değişmiş, "Hemen şimden sonra bizim ahvâlimiz bir Al­lah'a kalmıştır, meğer ondan bir inâyet ola!" diye büyük telâşa düşmüşler.

O zaman Kara Hasan Ağa galaba divan eyledi. As­kerler, ulemâ ve belde halkından büyük küçük hep ge­lip toplandılar.


Kara Hasan Ağa'nın konuşması

Hasan Ağa, arslan gibi yerinden kalkıp, bunlara dedi ki:

"Ey oğullar, karındaşlar, babalar! Sizler cümle­niz bu ana kadar hep şâdlıkta ve safâda idiniz. Her kolayın bir zoru ve her zorun bir kolayı olağandır. Şimdi bu din düşmanları mel'ûnlar gelip vilâyetimiz önüne lenger-endâz yattılarsa, bizlere dahi lâyık olan şudur ki, güya hepimiz bugünkü günde dünyaya gel­dik ve yine bugünkü günde şehâdet şerbetini içip ahirete gideceğiz, bilelim. Hadis-i şerifte buyrulduğu üze­re, kişi kendisini dünyada hemen misafir gibi bilmek gerektir. Dünyaya gelenin ecel şerbetini içmesi muhak­kaktır. Cenab-ı Hak, 'Bütün nefisler ölümü tadacaktır', buyuruyor. Bâkî ancak Allah'tır, gayri kimse yoktur.

Madem ki böyledir, bugünkü günde ne mala ne rızka ne de evlâda bakmayıp, hemen canla başla, Allah rızası için din-i mübîn uğruna cihâd-ı fî sebîlillah ede­lim. Tâ birimiz kalmayıncaya kadar sizinle çalışalım. Elhamdülillahi alâ dini'l-İslâm! Ölenimiz şehit, öldüre­nimiz gazidir. Yardım edici ancak Cenab-ı Hak'tır. Si­zinle bu yardıma bakalım, düşmanın çokluğuna bak­mayalım. Zira az asker ile çok askeri bozmak, her şe­yin sahibi Rabbimizin ezelî bir âdetidir.

Sakınıp sakın kalbinize bir korku gelmesin. Allah erenleri bizlere yardımcıdır. Burası mübârek toprak­tır. Sultan Cezayir'in gözcüleri çoktur. İnşallahu teâlâ, avn-i Hüdâ ve mu'cizât-ı Mustafâ ve ciharyâr-i güzin-i bâ-safâ ve gâib erenlerin ve hazır erenlerin yüce him­metleri berekâtı ile dinsiz kâfirlere öyle bir endam keselim ki, şevketlü Padişahımız ile efendimiz Hayred­din Paşa bize tahsin ve aferinler kılsınlar. Ve bizden sonra gelecek karındaşlar tevârihlerimizi okudukta ruhlarımızı rahmetle ansınlar."

Nitekim kâmiller de­mişler ki,

Er odur ki dünyada koya bir eser,
Esersiz kişinin yerinde yeller eser.

Kara Hasan Ağa böyle dedikten sonra, dediği gibi kavl ü karar üzere Fatiha olunup el yüze çalındı.

Divan savulup işli işine gitti. Burc u bârûlar üzeri­ne pay olundular.


Er gibi hazırlanıp

Allah'ın hikmeti bu ya, divandan evvel kalplerinde bulunan korku, Kara Hasan Ağa'nın va'z ü nasihatından sonra İslâm askerinin içinden çıkıp gitti, Kalpleri ay­dınlandı. Geceleri Kadir, gündüzleri Nevrûz oldu.

Acaba küffar donanması var mıymış, yoksa yok muymuş, asla mühimlerine gelmezdi.

"Bir yarar cümleyi yarar eder, bir muhannes cüm­leyi muhannes eder." demişler.

Ol mücahit Kara Hasan Ağa'nın nükteleri nasihatları İslâm askerini İsa gibi, ölü iken diriltmiş, yeni ha­yata eriştirmişti.

Hasan Ağa da kalkıp, pâk abdest alıp, iki rekât na­maz kıldı. İşleri kolaylaştırıcı olan Cenab-ı Hak'tan, İslâm askeri için yardım dileyip, "Allahım, İslâmı kâfirlere karşı kavi kıl!" diyerek yüzünü yerlere sürdü, ağladı.

"Yâ Rabbe'l-âlemin! Ben senin aciz bir kulu­num. Beni din düşmanları olan kâfirlerin yanında utandırma. Yüz aklığı ile yardım ihsan eyle." deyu dualar eyledi. Sonra Fatiha-i şerîf, sûre-i Yasin ve İnnâ fetahnâ leke suresini okuyup el yüze çaldı.

Kalkıp "Bismillahirrahmanirrahim, Allah'a tevekkül et­tim, kâfir ile gazaya niyet eyledim." deyip silâhını kuşandı, kılıcını boynuna astı. Muhammedü'l-Mustafa'yı şefaatçi tutunup, burc u bârûlar üzerine çıktı. Tedbir ve tedarikle meşgul olup, ortalığa nizâm ve intizâm verdi.

Burçlar üzere İslâm alemleri dikilip, kösler çalındı. Nârâ-i Allahü ekber sadâsıyla âlem yankılandı. Hası­lı er gibi hazırlanıp, arslan gibi düşmanı bekler oldu­lar.

Küffar-ı hâksâr dahi gemilerden sandallarla sel gi­bi karaya dökülüp ordusunu kondurdu. Metrisler ka­zıp köstebek gibi içine girdi.

Gayri gemilerden top taşı bomba, İslâm burçları­na yağmur gibi yağmaya başladı. Gaziler dahi a'dâyı hâsirîn üzerine topuna top, bombasına bomba yağdı­rırlardı.

O gün kâfirlerin beş on pâre gemilerini batırdılar. Çünkü kâfir gemileri gayet top altına girmişler­di. Cezayir'in burçlarında hırtallı topları yoktur diye hakir görmüşlerdi, amma Hayreddin Paşa o burçları ga­yet muhkem edip hırtallı toplar komuş idi. Kırkar, otuz altışar, yirmişer, on ikişer ve sekizer hırtal ol­mak üzere topları var idi.

O gün toptaşı ve bomba darbından beş on pâre gemileri denize gark olunca, hemen alelacele top al­tından çıkıp uzağa yattılar. Onların topları da gayri Cezayir burçlarına yetişmez oldu.

İspanya Kralı kötü işli mel'ûn, "Şu Mosonegro denen Türkün bu rikoluğunu beğendim amma, baştan bunu Barbaroşo akıllı adam diye yerine oturtmuş ise de akıllı bir adam değil imiş. Beş on adam ile benim kuvvetime karşı durmak ister, burçların üstünde seyirdip gezer. Ya ben yarın o burçları göklere ağdırdığımda, o zaman ne yapacak."  dedi. Hasan ağa ile bir miktar zevklenip maska­ralığa aldılar.

Sonra Kral, "Eğer bu negro diyavoloda akıl olaydı, benim buraya geldiğimi görünce hemen Cezayir kalesinin anahtarlarını alıp, boynuna mendil bağlayıp, hak-i pâyimize gelip özür diler idi. Hem bu sebeple belki su­çundan geçip affederdik. Halbuki ona hiç bir şekilde ölümden kurtulma yoktur. Hıristiyanları derkelle edip kestiğinden ben de onun başını kendi elimle kesme­ye yemin etmiştim. Böyle iken özür dileyip haddini bilmesiyle yine kat'ı olunmasından ferâgât olunur, bir miktar şey ile vilâyetine gitmesine belki izin olurdu. Amma şimdi ben ona bir iş edeyim ki, kıyamet olun­caya kadar dillerde destan ola." deyip hiddete geldi.

Yanında olan papazlar, "Devletlü Kral, hele evvel bir nâme yazıp gön­deriniz. Bakalım sonu ne olur? Eğer sizin dediğiniz gibi Cezayir'in anahtarlarını, boynu bağlı, sinesi dağ­lı hâk-i pâye getirip özrün dilerse, sözümüz yoktur. Aksi zuhur ederse biz çekildik aradan gayrî günahı boynu­na deriz. Gayri istediğiniz gibi cezası tertip olunur. Sizin gibi bir azîmüşşan krala ne yapabilir? Aklı er­mediğinden böyle ediyor. Yoksa senin bu kahredici kuvvetine Gran Senyör bile olsa belki takat getiremez. Kande kaldı ki Kara Hasan Ağa!" dediler.

Şeytan papazlar, Kral mel'ûna ol kadar pâye ver­diler ki, koltuğuna karpuz sığmaz oldu.

O zaman, "Rast söylediniz! Türkçe olmak üzere Hasan Ağa'ya bir nâme yazılsın!" dedi.

Türkçe bir nâme yazılıp gönderildi.


İspanya Kralı'nın nâmesi

Nâmede şöyle demiş:

"Ben ki İspanya Kralından, sen Cezayir kuvar­nadoru Kara Hasan Ağa'ya,

Nâmem sana vardıkta şöyle bilip agâh olasın ve gözünü pek açasın. Eğer aklın başına yâr ise boğazı­na mendil bağlayıp, Cezayir kalesinin anahtarlarını yanına alıp sonra gelip hâk-i pâyime yüz süresin. Belki bu suretle suçun affolunup kat'ı olunmaktan halâs olasın. Zira ben işittim ki sen hıristiyan kul­ları denizde bulup aldığında, Cezayir'de esir çok, be­nim esire ihtiyacım yok, bana nâm lâzım deyu boyunlarını vurup öldürür imişsin. Ben de senin ba­şını kendi elimle kesmek için azizlerin başına yemin eylemişim. Senin için elimden kurtulmak imkânsız­dır. Meğer ki kendiliğinden gelip, özürler dileyip, hâk-i pâyimize yüz süresin. O zaman belkim hem elim­den necât bulasın, hem biraz şey ile seni kayırayım, vilâyetine gidesin.

Amma ben Cezayir'i zorla alıp da elime düşersen, kurtulamazsın. Bütün askerini de ispatadan geçiririm. Sana nasıl nâm lâzım ise, bana da nâm lâzımdır. Be­nim nasıl üstün kuvvete sahip bir kral olduğumu bi­lirsin. Bütün Ümmet-i İsa üzerine şehin şahım, ve tâc-ı Nûşirevan koronası taşırım, ve bütün hıristiyan mem­leketler üzerine hükmüm geçer. Senin efendin olan Barbaroşo'yu Tunus'dan papuçsuz kaçırmış adamım. İmdi benden gözünü pek açasın. Bu büyük kuvvetle bu tarafa gelmekten maksadım Cezayir'i almaktır. Ce­zayir'i almadan ardıma bakanlardan değilim. Askerim çok, zahirem çok, malım dahi çoktur. Asla bir şeyden elemim yoktur. İşte bunlar sana malûm olsun, ona gö­re benden kork. Sonra bildim bilmedim deyu özür ba­hane dinlemem."

Kralın elçisi bu nâmeyi getirip mücahit Kara Hasan'a verdi. Kara Hasan divân topladı. Gazi askerler huzurunda hoca efendi tarafından nâme okundu. Her­kesin malûmu oldu. Red cevabı yazılıp yine elçisi eliy­le İspanya Kralı'na gönderildi.

Cevapta şöyle denilmişti:

"Evvelâ, ey ebedî mel'un ve sermedi hınzır İspanya Kralı sensin ki, nâmen geldi. Ve içinde yediğin pohların hepsi malûmumuz oldu. İmdi ün ile lâf ile ben ada­ma Cezayir'i vermem ve senin gibi kelpten dahi pervam yoktur. Elinden geleni ardına koma. Eğer sen üstün kuvvetinle mağrurlanırsan ben dahi kâinatı yoktan var eden Allahû azîmüşşâna dayanırım. Hem bilesin ki az asker ile çok askeri bozmak gizlileri ve sırları bilen Cenâb-ı Hak hazretlerinin ezelî âdetidir. Kâfirler ile karşılaşıp cenkü cidâl ve harb ü kıtâl eylemek İslâm'ın şerefi ve iftiharıdır, ve Allah katında yüce derecelere erişmesine sebeptir. Senin gibi nice benlik dâvası sür­müş mel'ûnlar Cezayir'i almak kasdıyla gelip Hakk'ın yardımıyla mağlûb ve münhezim olarak, pişman ve perişan bir halde yüzleri karasıyla artlarına bakarak yıkılıp gitmişlerdir. Hazret-i Kibriya'dan umarım ki, inşallah sen onlardan beter olursun! Zira mağrûrun hasmı, intikam alıcı yüce padişah olan Cenab-ı Hak­tır... Sen bildiğinden kalma!."


Kara Hasan Ağa'nın çaşıtları

Kara Hasan Ağa'nın mektubu İspanya Kralı'na va­rıp da okununca, vay ki İspanya Kralı hiddete gelip kakıyıp, yıldırım gibi şakıyıp, kâfir iken yahudi oldu.

"Eh koca Negro, ben de senin haddini bildirmezsem adam değilim!" deyip, gayri küte küt cengi artırdı.

Amma Kara Hasan Ağa'nın çaşıtları vardı, kâfir ordusunda gezerlerdi. Her ne görürlerse gelip haber verirlerdi.

Bir gün kâfirlerin büyük festesi oldu. O gün gemi­lerden sandallara şarap fıçıları çıkarıp, o gece yeme içme edip sabaha kadar eğlendiler, gülüp oynadılar. Ertesi gün de meclisleri ortada kaldı. Hınzırlar gibi hortlayıp yatarlardı.

Hatırlarına asla, "Kimbilir, biz böyle mest halde yatarken, belki Negro Hasan Ağa bu gecelikte gelip baskın eder." diye gelmezdi.

"Türkler bizim korkumuzdan, burçlardan bir adım ileri gelmeye kadir değillerdir." sanırlardı.

Mücahit Hasan Ağa ise küffârın hâlinden gereği gi­bi haberdâr idi. Hemen fırsatı ganimet bilip gazilerle meşveret eyledi.

On bin iş bilir cenk görmüş yiğit gaziyi hazırladı. Gece yarısından sonra sabaha yakın bir saatte gizli kapıdan çıktılar. Hasan Ağa önlerine düştü. Dağ yo­lundan gittiler. Ay karanlığında idi.

Dağ yolundan varıp kestirmeden, kâfirlerin ordusu üzerine çıktılar. Hem hikmet-i ilâhî o gece muhalif yel­ler esip kâfirlerin üzerine karanlık pus çekti. Göz gö­zü görmez oldu. Yağmur dahi destiden dökülür gibi göz açtırmadı.

Bu alâmetler Allah tarafından İslâm askerleri için yardım idi. Gaziler baktılar ki, kâfirler kimi mahmûr ve kimi sarhoş köpekler gibi uyuyup, hınzırlar gibi hortlayıp yatarlar, öyle ki dünyadan habersiz idiler. Halbuki gaziler tabancalı atımı kadar kâfirlere yaklaş­mış idiler.

Hem gör hikmeti ki, kâfirler tarafında tufan ka­ranlığı, fırtına ve yıldırımla yağmurdan göz açılmaz iken İslâm askeri tarafında bunlar yoktu. İslâm asker­leri kâfirleri görür, amma kâfirler İslâm askerlerini görmezdi.


Baskın

İslâm askeri ise öyle düzenlik ile gelirdi ki, ayak­ları altında karınca incinmezdi. Gazi Kara Hasan Ağa on bin gazinin önünce gider, her işi o idare ederdi. Kimseden bir ses çıkmaz herkes kendi işine bakardı.

İstedikleri yere vardıklarında, "Bismillâhirrahmanirrahim, niyyet-i gazâ, kasd-ı kâfir!" deyip, Hasan Ağa tüfengini boşaltınca, on bin gazi birden tüfenklerini küffâr-ı hâksâr üzerine boşalttılar. Kâfirler dökülüp kaldı.

Ardından, gaziler kılıçlarını çekip, kâfirlerin kalp cenahlarına girdiler. Serçe alayına kartal, ekinci tarla­sına orakçı nasıl girerse, kâfirleri öyle kırmaya başladı­lar.

Kâfirler isem üç gündür yiyip içmeden ve şarabın mahmûrluğundan gözleri dünyayı görmez halde idiler. Silâha pusata davranıp kendilerini buluncaya kadar gaziler kâfirlerin yarısını kırmalı oldular. Kâfirlerin tamamı otuz altı bin idi.

Kâfirlerin içine bir uğursuzluk bir şaşkınlık düş­tü ki, ancak olur. Biribirlerini kırmaya başladılar.

Ana baba günü olup, kâfirler neye uğradıklarını bilmediler. İşte bunun için, baskın bastıranındır, derler. Hele basılan aklı başından gitmiş sarhoş veya üç günlük mahmur olursa...

Elhâsıl şafak sökünceye kadar gaziler kılıçlarını bırakmadılar. Yirmi binden fazla kâfir kılıçtan geçti. Dört beş yüz kadarını ise esir alıp koyun sürüsü gibi önlerine kattılar. Bunları kılıç yelmanları ile döverek ve yürümeyeni yolda kerterek, selâmet ve ganimetle gelip burca girdiler.

Sabah olup, güneş görünüp, öz nuruyla âlemi ay­dınlatınca, kâfirler bakıp gördüler ki, ne bakarsın! İş işten geçmiş, belâ deryası boydan aşmış. Şöyle ki, kâ­fir leşinden tepeler olmuş. Kelle dersen bostan kesimi gibi ayaklar altında...

Bu hâli görünce gayet perişan ve başları aşağı ol­dular. Zira asla hatırlarına Türk askerinin gece burç­lardan çıkıp, baskın edecekleri gelmezdi.

Gururlarından, "Türkler şimdi kendi başları kaygusundadır, esir olacaklarına ağlarlar." deyu, kendi yemelerine, içmelerine, ahenklerine bakarlar idi. "Hemen şimden sonra Cezayir bizimdir!" derlerdi.

Cenâb-ı Rabbü'l-âlemîn'in İslâm'a yardım edeceğini akıllarına bile getirmezlerdi. Kendi çokluklarına gü­venirlerdi.

İspanya Kralı da bu kadar sayısız askeri ile mağ­rurlanırken, apansızdan böyle yüz karalığı oldu, diye gazabından kâfir iken yahudi oldu.

Ve, "Bu iyi alâmet değildir!" diye, kalbine korku düştü.


Deryânın cûş ü hurûşa gelmesi

Amma yine de kâfirlik gayretini elden bırakmayıp gemilerden tekrar asker çıkarıp, evvelkinden ziyade metrislere balyemez toplar çekip, o gün akşama kadar Cezayir'in üstüne yağmur gibi top taşı yağdırdılar.

Akşam ezanına yakın bir saatte, gökte bulutlar toplanıp şimşekler çakmaya başladı. Sert bir rüzgârla birlikte âlemi karanlık bastı ve belâ barânı gibi yağ­murlar yağmaya başladı. Az zamanda sel sele karışıp kâfirlerin metrislerini doldurdu, kendilerini ise sürüp deryaya gark etti.

Bir ana baba günü ki, yâ medet Allah! Cenab-ı Hak gazabıyla lutf edip, kâfirler üzerine yumurtadan büyük dolu yağdırdı. Kiminin başı delindi, kiminin gözü çık­tı, soluğu cehennemde aldılar. Neye uğradıklarını bilmediler.

Derya ise cûş ü hurûşa gelip tufana döndü. Kâfir gemilerini Temnitos körfezine baştan kara eyledi. Or­da dahi nice kâfirler helak oldular.

Beş yüz pâre gemiden, yalnız İspanya Kralı'nın bindiği baştarda kurtulup, kâfir yakasına yüzü karası ile çekilip gitti.

İslâm askeri burçlardan, kâfirlerin başına gelen­leri seyredip, hamd ü senâlar eylediler.

Hepsi bir ağızdan, "Ey Rabbimiz! Gerçekten lütfün keremin çok­tur. Kimsesiz kalanların daima elinden tutarsın." diye dualar ettiler.

Başbuğ olan gazi Kara Hasan Bey geceleri başını yastığa koymaz, Cenab-ı Hakk'a, "Yâ rabbi! İslâm askerine sen yardım edip, yüz aklıkları müyesser eyle. Yâ rabbi! Ben âciz yüzü kara kulunu, dinsiz kâfirlerin önünde mahcûb eyleme. Se­nin rızan ve din-i mübîn uğruna cihad için kuşça canımızı feda eylemişiz. Biz zayıf kullarına medet ve inâ­yet eyle. Bu kâfirler çokluklarına güvenirler. Biz za­yıf kulların senin fazl ü keremine güveniriz." diye yüzünü yerlere sürüp dua niyaz ederdi.

Ya bu şekilde yapan kimsenin duası Allah katında niçin mak­bul olmasın. Cenab-ı Hak, Kelâm-ı Kadîminde, 'İsteyin vereyim' diye buyurmuştur. Amma yolunda bulunmak ister.

Kâfirlerin başına bu tufan gelince, "Cadı şerrine uğradık!" dediler.

Cenab-ı Hakk'ın gazabına uğradıklarından haber­leri yoktu.


Yirmi beş bin esir

Gaziler şükür ve dualarını ettikden sonra, Gazi Ka­ra Hasan Ağa on bin asker ile burçtan çıktı. Varıp kâ­firlere karşı oldu. Allah'ın izni ve Peygamber'in muci­zesi ile dinsiz kâfirlere öyle bir kılıç döşediler ki, yâ medet Allah! Yağmur suyu ile kâfir kanı karışıp sel gibi aktı, pis cesetlerini deryaya götürdü.

Sağ kalanlar ise gazilerin ateş saçan kılıçları kar­şısında takat getiremeyip firara yüz tuttular.

"Aldığına giderim, neyleyeyim çâre yok, önüme taş mı gelir yoksa burun mu çıkar" deyip kaçmaya başladılar.

Gaziler dahi artlarınca, "Bre kâfirler nereye! Elimizden kande can halâs olursunuz!" deyu nârâ vurup, kırarak kovarak giderler iken Harraş denen nehir önlerini kesti.

Yağmurlar yüzünden coşmuş sel halinde idi. Kâ­firlerin ilerde bulunanları can havliyle kendilerini neh­re vurdular. Hiç biri kurtulamadılar, hep helak oldular. Tahminen on binden fazla kâfir cehenneme gitti. Geri kalanlar gayri kendilerini nehre atmaya kıyışamayıp "Mayna sinyor!" diyerek gazilere teslim oldular.

Gaziler de kâfirleri birbirlerine bağlayarak esir edip Cezayir'e getirdiler. Hepsi yirmi beş bin kâfir idi.

Bu kâfirlere metrislerde olan topları, baştan kara olan gemilerin kerestelerini ve mühimmatlarını Ceza­yir'e taşıttılar. Öyle ki sultan Cezayir eskisinden, Allah erenleri bereketiyle, on kat daha ziyade terakki bulup, mâmûr oldu. Allah teâlâ kıyamete kadar mâmur ve düşmanları üzerine karada ve denizde mansûr ve mu­zaffer kılıvere, amin.

Hülâsa, böyle bir yüz aklığı devr-i Âdem'den beri olmamıştır.


İslambol'a zafer müjdesi

Gazi Kara Hasan Ağa bu yüz aklığını baştan sona kadar yazdırıp şevketlü Sultan Süleyman hazretlerine bir nâme hazırladı. Bin kâfir esiri de kürek için ayırdı. Ayrıca gerek Hünkâr'a ve gerek Hayreddin Paşa'ya he­diyeler düzdü. Bütün vezir vüzerâya da hep yollu yo­lunca peşkeşler hazır eyledi.

Bunları İslâmbol'a götürmek için otuz pâre mü­kemmel kalite yağlatıp her birine iki yüz ellişer gazi dilâver yiğit tayin eyledi. Her birisi pâk ve pâkize ola­rak hazırlandılar. Âsitâne'ye gelecek esir kâfirleri otuz pâre kaliteye dağıtıp, ikisini birer karineye çakıp ge­celeri ise ellerine dahi kelepçek vurup dikkatle saat beklediler. Çünkü düşman fırsata bakar gafil olmaya gelmez.

Günlerden bir gün mübarek bir saatte otuz pâre tekne Cezayir'den çıkıp, "Kandesin İslâmbol!" deyip yola revan oldular.

Uygun hava ile yirmi birinci gün selâmetle İslâm­bol'a vardılar. O gün İstanbul'un içi şenlik ile yandı tüttü.

Gelen otuz pâre kalitenin seraskeri Hayreddin Paşa'nın kendi çırağı Deli Mehmed Kaptan idi. Gelip Hay­reddin Paşa'ya buluştu. Hayreddin Paşa dahi eski yâr-ı kafadârının gelişine çok memnun oldu.

Deli Mehmed Kaptan, çıkarıp Kara Hasan Ağa'nın Hayreddin Paşa'ya yazdığı nâmeyi ve ayrıca şevketlü Hünkâr'a yazdığını teslim eyledi.

Hayreddin Paşa o zaman Kaptan Paşa olmakla be­raber Cezayir Ocağından olduğundan bu Ocak'ın her işi ondan sorulur ve o da Ocak'a elinden gelen yardımı ederdi. Ocağıyla iftiharlanır ve belki kendi doğup bü­yüdüğü vatanından çok Cezayir Ocağını severdi.


Hayreddin Paşa ile Cezayir Ocaklılar huzurda

Yerine bıraktığı Hasan Ağa'nın ise bu kadar yüz aklığı eylemesine çok sevindi, dünyalar onun oldu. Deli Mehmed Kaptan ise Cezayir'in vaziyetini ve olanları Hayreddin Paşa'ya bir bir anlattı. O da gözlerinden se­vinç yaşları mübarek sakalına akarak dualar etti.

Hayreddin Paşa, Cezayir'den şevketlü Hünkâr için gelen hediye ve peşkeşleri otuz pâre kalitenin kaptan­larını ve her birinden yirmişer gazi yiğitleri yanına al­dı. Yiğitler som sırma Mağrip elbiseleri içinde idiler. Her birinin elinde bir şey vardı. Kendi Ocağı olduğun­dan iftihar ve sürurla atına binip ocakdaşları Cezayir­li gazilerin önüne geçti. Bâb-ı hümâyun divan kapısı ile Saray avlusu içinde durdular.

Şevketlü Pâdişah-ı âlem-penah hazretlerine, "Cezayirli kulların hâk-i paye yüz sürmeye gel­diler." diye telhis olundukta, Hünkâr hazretleri kafese ge­lip Cezayirli yiğitleri seyreyledi. Sonra hepsine hil'at giydirip yüzer altın bahşiş verildi. Kaptanlara ikişer yüz verildi.

Leventler çıkıp gittikden sonra, birkaç kişinin hu­zura girmesi davet olundu.

Hayreddin Paşa önlerine düşerek, Padişah'ın hu­zuruna girdiler. Varıp Padişah ile buluştular. Hayred­din Paşa, Hünkâr hazretleri ile teklifsiz görüşür idi. Ge­reken edeb ve tazimi gösterdikten sonra Hasan Ağa'nın nâmesini koynundan çıkarıp şevketlü Sultan'a takdim etti.   '

Padişah nâmeyi bizzat açıp okudu. Kâfirlerin ne şekilde Allah'ın gazabına uğradıkları ve nasıl hezimete düştükleri tafsilâtiyle anlatılmış idi. Sonunda ise dev­letin devamına dua edip bağlılıklarını bildiriyordu.

Nâmenin okunması tamam oldukta, Hünkâr haz­retleri ferahından gözleri yaşararak el kaldırıp Cezayir Ocağına, Hasan Ağa'ya ve Hayreddin Paşa'ya dua eyledi.

"Berhurdâr ol mücahit lalam! Hakikaten medheylediğinden fazla imiş. Cezayir'de yerini boş komamışsın." dedi.

Hayreddin Paşa ise, "Şevketlü Hünkârım, Cezayir Ağası kulunuz, ben kuluna da beş yüz kefere esir hediye göndermiş. Ben kulun dahi şevketlü Padişahıma hediye eyledim." dedi.

Padişah hazretleri dahi, "Yâ lala! Bize dahi kürek için bin adet esir gön­dermiş, berekât versin, dünyada ve âhirette yüzü ak olsun!" deyip dualar eyledi.

"İmdi lala, göreyim seni, Ocağına ne şekil yar­dım edersin. Sen onlara lâzım olacak şeyleri bilirsin. Cezayir Ocağına, Tersâne-i Âmire'mden her ne verilir­se makbûlümdür." dedi.

Hünkâr hazretleri kendi eliyle hatt-ı hümâyûn ya­zıp Hasan Ağa'ya Cezayir Beylerbeyliğini ihsan eyledi. Bir cevahir taş oturtma çelenk ve bir kıymetli kılıç ve bir samur kürk ve bir cevâhir saat ve bir sancak bir filândıra gönderdi. On pâre yeni kalite ihsan eyledi ki her şeyi üzerine binmece tamam idi.

Cezayir'li otuz kaptanın her birine mahsûs konak­lar döşenip mîrîden tayınatları verildi. Öyle ki baklavasına böreğine varıncaya kadar gönderildi. Leventle­re de kışlalar döşenip aynı ikramda bulunuldu.

Hünkâr'ın izni ile beş kalite yağlanıp, asker topla­mak için Akdeniz'e gönderildi. İçerde dahi etrafa bay­raklar çıkarıp asker toplayıp Boğazhisar'da beklediler. Tahminen iki üç bin kadar yeni yoldaş toplandı.

Günlerden bir gün İslâmbol'da bulunan otuz beş pâre Cezayir kaliteleri yağlanıp, Ocak'a ait mühimmat teknelere doldurulup hazır edildi. Bir mübarek saat gözeterek Hayreddin Paşa'ya ve şevketlü Hünkâr haz­retlerine veda edip Sarayburnu'nda üçer kat şenlik ve şâdımanlık eyledikten sonra yola revân oldular.

Şevketlü Hünkâr dahi o gün Yalı Köşkü'ne gelip bunların şenliklerini seyr ü temâşâ eyledi. El kaldırıp Ocak için ve gaziler için dua kıldı.

Tekneler ertesi gün Boğazhisar'a varıp, lenger-endâz olup yattılar. Yeni yoldaşları teknelere alabildik­leri kadar doldurup, kırklar aşkına tamam kırk adet kalite olmak üzere oradan kalkıp yola revân oldular.

Muvafık hava ile on yedinci gün selâmet ve gani­metle sultan Cezayir'e vardılar. O gün öyle bir şenlik eylediler ki ancak olur.

Ertesi sabah galaba divan toplandı. Deli Mehmed Kaptan gelip Hasan Ağa'ya buluştu, hal hatır soruştu­lar.

Deli Mehmed Kaptan, Şevketlü Hünkâr'ın hatt-ı hümâyûnunu Hasan Ağa'ya verdi. O dahi öpüp başına koyduktan sonra hocaya verip okuttu.

Hatt-ı hümâyûn şöyle idi:

"Sen ki lalam Cezayir-i garp dayısı Gazi Hasan Ağa, Selâmdan sonra, nâmen mûcebince hâk-i pây-i hüsrevâneme gönderilen eşya ve bin kefere gelmiştir. Berekât versin. Dünyada ve âhirette yüzün ak olsun. Daima düşman üzerine mansûr ve muzaffer olasın. Dindar, yarar bahadır kişi olduğunu duydum. Lâyık ol­man ile sana Cezayir-i garp beylerbeyiliğin verdim, mü­barek olsun. Dahi on adet yeni kalite Ocağıma ihsanım olmuştur. Ve ettiğin gazanın karşılığı sana bir çelenk gönderilmiştir, başına ras edesin. Dahi hil'at-ı fâhiremi eynine ras kılıp devam-ı devlete dualar edesin. Dahi sa­na bir samur kürk ile bir cevahir yüzük ve bir cevâhir saat ve bir cevahir kabza sonkur kılıç ve bir alem ve bir filândıra gönderdim, bergüzar edinesin. Kılıcı be­line asıp düşmana gazalar edesin. Ve bizi dua ile ana­sın. Hak teâlâ yardımcın olup elinden tutsun."


Berhurdâr ol karındaş, yüzümü ak eyledin

O zaman Gazi Kara Hasan Ağa Cezayir-i garp beylerbeyisi oldu. Adalet ile hareket edip Hayreddin Pa­şa zamanı gibi ortalığa nizâm ve intizâm verdi.

Hayreddin Paşa'nın Kara Hasan Ağa'ya gönderdiği name ise şöyle idi:

"Berhurdâr ol karındaş, benim şevketlü Padişahı­mın huzurunda yüzümü ak eyledin. Hak teâlâ sen ka­rındaşımın da iki cihanda yüzünü ak eylesin, dünya durdukça düşman üzerine muzaffer olasın. Bana gön­derdiğin beş yüz kâfiri şevketlü hünkârıma hediye ey­ledim."

Hayreddin Paşa, Cezayir valisi Hasan Paşa'ya onun gönderdiği keferenin karşılığı olarak iki kat fazla he­diye göndermişti. Ocak için ise o kadar mühimmat gönderdi ki ancak olur. Meselâ akça ile satın alınmak lâzım gelse bin kese akça yetişmezdi.

Diğer devlet adamlarının da her birinden Hasan Paşa'ya muhabbetnâme ve hediyeler geldi.

Ertesi gün mübarek Cuma olmakla; Gazi Hasan Paşa pâk giyinip kuşanıp, şevketlü Padişah'dan bergüzar gelen samur kürkü üzerine giyip cevahir taş oturt­ma çelengi sarığına taktı. Cevahir yüzüğü parmağına geçirip, aylı günlü cevahir saati koynuna soktu. San­cak ile filândırayı Paşakapısı'nın üstüne dikti, öyle som sırma güzel idi ki, bir gören adam bir daha görmek is­terdi. Bunların hepsi şevketlü Sultan Süleyman haz­retlerinden Cezayir Valisi Hasan Paşa'ya teberrüken armağan gelmişti.

Hasan Paşa bu ihtişam ile geçip yerine oturdu. Yer yerden bütün âlimler, sâlihler, mücahit gaziler ve reis­ler, kabile şeyhleri ve şehir halkı yollu yolunca gelip, mübarek olsun, dediler.

Çavuşlar alkışlayıp, "Devletle bin yaşa!" deyu devam-ı devlete dualar ettiler.

Sonra sumatlar döşenip taam sebil olmak üzere fa­kir fukara yiyip içtiler. İnsandan gayri kuşa karınca­ya varıncaya kadar herkes doydu. Şeker şerbetleri ve mis gibi kahveler nehir gibi akardı, içene minnet idi.

Koca gazi Hasan Paşa bu şekilde üç gün devamlı olarak müslümanlara ziyafetler eyledi. Ve üç gün burç­lardan top şenlikleri ile çırağân-ı sürûr eyledi. Yetim­lere kimsesiz kadınlara hayır hasenâtlar eyledi. Düş­manlara kanlar kuşandırdı.


Kralın üzüntüden mürd olması

İspanya Kralı kendi öz başı ile mağlûb ve perişan bir halde kâfir yakasına varmıştı.

Gazi Hasan Paşa'ya şevketlü Padişahtan Cezayir beylerbeyliği geldiğini ve bu kadar padişah duasına ve lütf u ihsânına mazhar ol­duğunu duyunca bir ah çekip, "Barbaroşo'dan kurtulduk derken, yine belâya duçar olduk. Bu adam Barbaroşo'nun yerine vekil bıraktığı bir sultat iken benim gibi bir ulu nâm ü şân sa­hibi kralın kuvvet ü kudretini sihirbazlık ile berbâd ey­ledi. Salt başımızla gücüle gelip yerimizi tuttuk. Bu kadar hazine kesecek toplarımız karada kaldı. Karaya düşüp kırılan gemilerimizin mühimmatlarını da yine bizim askerlerimizden esir eyledikleri hıristiyanlara ta­şıtmışlar. Hem esirlik, hem yüz karalığı. Ölüp giden­ler de caba. Evvelden Cezayir bir iken şimdi bizim malımızla yüz kat kuvvetli oldu. Bize bu ettikleri ise Gran Senyör'ün katında çok makbûle geçip, aşağı bir adam iken Cezayir'e vali nasb olundu. Şimdiden sonra vay bizim başımıza!" diyen mel'un, üzüntüsünden çatlayıp cehenneme gitti. Yerine oğlu kral oldu.

Hak teâlâ kâfirleri dâima ehl-i İslâm korkusu içinde bırakıp, karada ve denizde daima mağlûb ve peri­şan eylesin. Ve İslâm askerini her zaman kâfirler üze­rine mansûr ve muzaffer kılsın, âmîn yâ Mu'în! Ve Cenab-ı Hak sultan Cezayir'i baştan sonuna kadar mâ­mûr ve mesûd eyleyip dünyalar durdukça devamlı kıl­sın, âmin.


Hayreddin Paşa'nın son günleri

Şimdi hikâyetimiz ol gaziler başbuğu Hayreddin Paşa'ya gelsin...

Cezayir valisi Hasan Paşa otuz pâre kalite ile şev­ketlü Süleyman Han hazretlerine hediyeler gönderip, Padişah duasına mazhar olmuştu.

Cezayir'i almak iddi­asıyla gelen İspanya Kralı'nı mağlûb ve perişan ettik­leri gaza ise şevketlü Hünkâr'ın ziyadesiyle hoşuna gi­derek, Cezayirli kullarına dualar etmiş ve Hayreddin Paşa'ya, "Göreyim lala seni! Cezayir Ocağım benim şeref-i iftihârımdır. Ol Ocakla şerefleniriz. Allah dâim eylesin senin dahi Ocağındır. Onlara lâzım olacak şeyleri sen bilirsin. İmdi, Tersane-i Âmire'mden onlara lâzım olacak şeylerden veresin." deyu tenbih eylemiş idi.

Bunların hikâyesi yukarıda geçmiş idi. Amma bu mahalde münâsib düşmesiyle tekrar zikrolundu.

Hayreddin Paşa, bu yüce emre uyarak ve hem ger­çekte kendi Ocağı olmakla, Padişah hazretlerinin rıza­sı ile Cezayir Ocağına gerekli mühimmâtı Cezayir tek­nelerine doldurdu. Onlar da kalkıp Cezayir'e gittiler.

Epey bir zaman geçtikden sonra münâfıklar dedi­kodu etmeye başladılar. Münâfık her yerde münâfık­lığını komaz derler.

Devlet adamları zümresinde Hay­reddin Paşa'yı sevmeyip haset edenler, "Şevketlü Padişahımız ona, Cezayir Ocağına bir miktar şey ver demekle mîrînin bütün malını ver de­medi ya!" demeye başladılar.

Bu söz yayılıp, Padişah kulağına varınca, Hünkâr hazretleri, "Lalam Hayreddin Paşa Cezayir Ocağına her ne verdiyse, benim rızâ-yı hümâyûnum ile verildi. Lala­mın eylediği benim makbûlümdür, kimse bu işe karış­masın!" dedikte, münâfıklar zümresi kendi yüzleri karasiyle kaldılar. Bir kişinin yardımcısı Allah ola, var kıyas eyle ki ol ne şah ola, demişler.


Hayreddin Paşa'nın vefatı

İmdi Hayreddin Paşa hazretlerinin dedikodulardan bir miktar hatırı kırılmış idi. Hasta oldu. Dil yarasının devası olmaz demişler.

Eceli gelip vakit saat erişmiş olmakla üç gün sonra vefât etti. Cuma ve Kadir gecesi idi. Bu fâni âlemden ebedî âleme geçti. İnnâ liilâhi ve innâ ileyhi râciûn.

Mübarek mezarları Beşiktaş'tadır. Hayatta olan kaptan paşaların piridir. Zira Âl-i Osman devletinde ilk Kaptan Paşa olan odur. Devlet-i Osmaniyye'nin der­yâ işlerine ve Tersâne-yi Âmire'ye nizâm veren odur.

Şimdi hâlâ Kaptan Paşalar hil'at giydiklerinde mer­hûm Hayreddin Paşa'nın medfûn bulunduğu makam­da giyinir, dua ederler. Yemekler verilir, fakir fukara yerler.

Rûh-i şerîfleri şâd olsun.

Defalarca keşif ve kerâmetleri görülmüş bir veli, gâzi, mücâhid kimse idi.

Rahmetullahi aleyh.

 

 Gazavât-ı Hayreddîn Paşa nâm-ı şerîfiyle yâd kılınan bu mübarek kitabı, Seyyid Murâdî Reis Hicrî 941 senesinde Hayreddîn Paşa'nın bizzât kendilerinden dinleyerek kaleme almıştır.