Fasıl 16 - Preveze Savaşı

On altıncı fasıl,

Preveze savaşına,
Şevketlü Hünkarın Budin seferine,
Krandos nâm kafire ve avradı olan sinyoraya

dairdir.

  • Reislerin endişesi
  • Reislere dediklerim
  • Katarda deve bir öter
  • Seherde gördüğüm rüya
  • Preveze Savaşı
  • Boğdan'ın fethi müjdesi
  • Kafir Cenaral'in dedikleri
  • "Kaçanı pek koğma zarar edersin"
  • Budin'in fethi
  • Krandos kafirin avradı
  • "Tiz çatr-i hümayun taşra çıksın!"

 

Biz Eğriboz'da azıklanırdık, kâfirler ise İs­panya, Papa, Venedik üçü birlik olmak üzere "Hayreddin Paşa'dan geçen sene bize et­tiği kancıklığın hesabını alırız yahut cümle­miz serden geçeriz!" diye mertlik davası kılıp, bizi arzulayıp gelmekte imişler.

Ben ise Eğriboz'dan kalkıp Preveze'ye gelmiş idim.

Eğriboz (Euboea -  Εύβοια) -  Yunanistan  |  Google haritasında mevkii

Preveze (Preveze - Πρέβεζα) - Yunanistan  |  Google haritasında mevkii

Kâfir donanmasının bizi aradığını haber alınca kara­kulak çıkardım.

Benim yürük bir işkanpavyem vardı. Onu karaku­lak olmak üzere yanımdan ayırmazdım. Çok yürük idi. Öyle ki, uçar kuşa hükmederdi. Dokuz oturak idi. Ke­restesi safi incir ağacındandı. Reisi ise bir bahadır gazi dilâver yiğit idi.

Varıp kâfir donanmasından bir haber getirsin diye bunu gönderdim.                  '

İşkanpavye yola çıktığının üçüncü günü, kâfir do­nanmasının karakulağına rast gelmiş. Kâfir teknesi kaçmayı murat etmiş. Ol dahi yürüklüğüne güvenir idi. Amma, el elden üstündür demişler.

Kâfir karakulağı bizim işkanpavye önünden bir adım atmaya iktidarı olmamış, tutup almışlar. Bize getirdiler.

İçinde yirmi dört kâfiri vardı. Bunlardan haber sordum.

"Ne var ne yok?" dedim.

Onlar da saklamayıp olduğu gibi söylediler:

"Biz donanmadan ayrılalı bugün sekiz gündür. 'Barbaroşo'nun donanması Preveze'de' diye bir haber geldi. Onun için bizi gönderdiler. Bakalım bu haber gerçek mi, diye. Geldik, tutulduk. Biz donanmayı fi­lân yerde bırakmıştık. İki üç güne kadar buradadırlar. Hepsi yüz yirmi pâre yelkendir. Venedik, İspanyol, Pa­pa, üçü birlik olmak üzere seni ararlar. Artık gereke­ni sen bilirsin!" dediler.

Bu haberi alınca, Cenab-ı Hakk'a: "Yarabbi sen nusret ihsan eyle, Ümmet-i Muhammed'e!" deyu dua eyledim.


Reislerin endişesi

Üçüncü gün işkanpavye kâfirlerinin söyledikleri gibi yüz yirmi pâre yelken kâfir donanması Preveze'ye girip yattılar.

Gemileri kale altına çektim. Kaliteleri ve firkateleri yollu yolunca dizdim.

Amma reislerden birkaçı o gün kale üzerine çıkıp kâfir donanmasına bakıp seyrederlerdi. Bunların kalblerine bir endişe gelip aralarında konuştular:

"Bu kâfirlerin cümlesi yüz yirmi pâre gemidir. Bizler seksen pâre gemiyiz. Mertlik davası edip geldiler. Bunlara karşı dur­mak zordur. Hayreddin Paşa ise 'imanı tamam olan kâfirden korkmaz' der. Kendi bir tedbir etmez, tedbir edecek olanı da dinlemez. Evvelâ şu burnun ucuna bir ­kaç pâre top çıkarıp orasını tahkim eylemek lâzım idi. Geceleyin kâfirler sandal ve firkatelerle gelirse bir yüz karalığı olmayaydı." dediler.

Her yerde karakulak eksik olmaz derler. İçlerin­den biri bunların söyleştiklerini bana yetiştirdi. O zaman divan eyleyip bütün reisleri topladım.


Reislere dediklerim

Hepsi gelip yollu yolunca oturup hal hatır sorul­duktan sonra dedim ki:

"Oğullar, gaziler! Müşâvere, Peygamberin sün­netidir. Ve akıl akıldan üstündür. Her kimin gönlün­de, deryâ işlerine dair bir tedbir varsa, söylesin. Bazı karındaşlar bizim hakkımızda 'Paşa kendi tedbir eyle­mez ve tedbir edenin dahi sözünü dinlemez' demişler. Hâşâ, yolunda olan söze muhalefet etmem, isterse bir çocuk söylesin. Siz cümleniz benim oğullarım ve karındaşlarımsınız. Ve lâkin bazı gazi kaptanlarımız demişler ki 'Paşamız bu kâfir donanmasına ehemmiyet vermez, halbuki bunlar yüz yirmi pâre teknedir, bizler isem seksen pâre tekneyiz, imdi bu kâfirlerden çekin­mek gerektir.' Kaptanlarımız bu şekilde dedikodu e­dip, bir miktar yürekleri bulanmış.

İmdi oğullar! Onların o sözleri gerçektir, yalan değildir. Benim kâfirden endişem yoktur. Yüz yirmi pâre gemi değil, isterseler iki yüz pâre gemi olsunlar. Benim Cenâb-ı Rabbü'l-âlemîn'e sadâkatim gayet sağ­lamdır. Yardım edici odur, düşmanın çokluğuna bak­mayalım. Beş vakit namazda yardım dileyelim.

Yine demişler ki 'Şu burun üzerine bir kaç pâre top çıkarmak lâzımdı...' Güzel bir tedbir; lâkin ben hakirin kısa aklına göre, ol burnun ucuna top çekmek düşmana zebunluk alâmetidir. Zira deniz yolunca iki kavi korsan gemisi baş başa tiremola edip alabanda vururlarsa, onların ikisi denktir, birbirlerinden per­vâsı yoktur demektir. 

Amma vaktâ ki birinin başbaşa dönmeğe iktidarı kalmayıp sentebarbadan top atmağa başlarsa, onun gayri mağlupluğuna verilir. Onu artık, öteki çatıp ala­bilir. Elinden hiç bir şekilde kurtulamaz, meğer Hak izin vermeye.

İşte ol gazilerin burun ucuna top çıkaralım de­mesi, buna benzer. Şimdi ol gazilerin tedbirlerine gö­re, oraya top çıkardığımızda, en evvelâ kâfirler 'Gör­dünüz mü, Barbaroşo baskından korkuyor' diyecekler. Kâfirlere kalp kuvveti vermiş olacağız.

İşte benim bildiğim budur. Sizler dahi kalbinizde olanı söyleyin. Ben hak cevaptan kaçmam."

Bu sözlerim üzerine hepsi:

"Devletlü Paşa, Hak teâlâ senin vücûdunu hata­sız eylesin! Bizim cümlemizde bir söyleyecek cevap yoktur. Hep başımız sana bağlıdır. Bu hususta rey ve tedbir sen devletlü sultanımızındır. Hak teâlâ yaptığın işleri, ezelî takdirine uygun eylesin. Bizlere yüz aklık­ları ihsan eyleyip, Ümmet-i Muhammedi düşman üzeri­ne muzaffer kıla... Ol burun ucuna top çıkarmayı ted­bir eden ve sen mücahit Paşamızı diline alan her kim ise cümlesini cezalandırıp haklarından gel. Bizim bu işten haberimiz yoktur. Katarda deve bir öter. Bunu söyleyenler nizâm ve intizâmı bozacak iş işlemişlerdir. Haddini bilmeyene haddini bildirmek, öksüze kaftan giydirmek kadar vardır." dediler.

Hakikaten onların haberi yoktu. Bu sözleri eden­ler beş altı reisdi. Bunlar da divanda idiler. Onları bildiğim halde, "İşte bizim hakkımızda dedikodu edenler bun­lar imiş!" deyip yüzlerine vurmadım.

Kabahatlerini affedip güya ortaya söyler gibi söy­ledim. Amma onların yüzlerine söylemekten fazla utandılar. Her bir kıllarından birer çeşme oldu.

Reislere, "Oğullar! Hak teâlâ sizin cümlenizden razı ola. Benim de sizden beklediğim bu idi. Lâkin bu gece in­şallah gemilerimizi hazırlayıp piko durasınız. Seherde rüzgâr içerden dönerse kalkıp düşmana mukabil olu­ruz. Allah tealâ yardım ihsan eyleye. Göreyim sizi, er gibi hareket edesiz. İnşallah düşmanın halinde bir şey yoktur. Allah erenler bizimle beraberdir. Kalbinizi safi tutasız." dedim.

Divan savulup reisler ve gaziler herkes, gemili ge­misine gitti.


Seherde gördüğüm rüya

O gece, "Allahım, İslâmı kâfirler üzerine kuvvetli kıl! İslâma nusret ihsan eyle!" diye sabaha kadar tazarru ve niyaz eyledim. Se­her vaktinde uyku ile uyanıklık arasında şunu gördüm:

Yattığımız limanın yalı kenarında sanki karada bir çok ufacık serdin balığı çıkmış. Amma ol ufacık serdin balıklarının içinde iki tane karnı yarık balık vardı. Bunları seyreder dururken, bir şahıs bir al ata binmiş dolu dizgin yanıma geldi, atın başını çekip dur­du. Bir peştemal dolusu ufacık balığı elime verip, "Al bunu ya Hayreddin! Halife-i rûy-i zemîn olan şevket­lü Sultan Süleyman'a peşkeş ver" dedi. Sonra çıkarıp elime bir rik'a vererek kayboldu. Ben de rik'ayı açıp baktım. Gördüm ki, beyaz kâğıt üzerine yeşil hat ile 'Nasrun min Allahi ve fethun karîb ve beşşiril mü'minîne yâ Muhammed' deyu yazılmış. Bunu okuyup yü­züme gözüme sürdüm. Sana hamd ve şükürler olsun ya Rabbi! diyerek uykudan uyandım.

Rüyayı kendim tabir ettim:

"İnşallah ol ufacık balıklar kâfir donanmasının firkateleri ve sandallarıdır. Erzak ve ganimetlerle İslâm askerinin tok doyum olacağına işarettir. Karnı ya­rık balıklar ise kâfirlerin kadırgalarıdır, Gâib bilinmez amma, içinde olan kâfirleri firar fetmiş olmalı, Padi­şah-ı âlem-penâh hazretlerine peşkeş ver dediği peştemal dolusu ufacık balık, inşallah, yakında Boğdan'ın fetih haberi geleceğine işarettir. Çünkü şimdilerde Padişah-ı âlem-penâh Boğdan üzerine gitmiştir. İçinde nusret âyetleri yazılı olan rik'a ise, inşallah, Allah'ın yardımı, Peygamber'in mucizesi, enbiyaların himmeti ile düşmana mansûr ve muzaffer olmamıza işarettir." diyerek hamd ü senâlar ettim.

Baktım ki nusret rüzgârı içerden dönmeye başla­dı. O zaman, "Bismillah, tevekkeltü alellah, niyyeti gazâ, kasdı kâfir!" diyerek mübarek bir saatte salpa eyleyip, bâdbânları döküp, pupa rüzgârla fecir vaktinde seksen pâre gemi olmak üzere kâfir donanmasının üzerine hücum ettim.


Preveze Savaşı

Kâfir donanmasının ise o gece üzerine bir pus çöktü ki birbirlerini görmez oldular. Benim limandan çıkacağımı ise hiç zannetmiyorlardı.

"Barbaroşo bizden korktu, gayri limandan taş­ra çıkmaz." derlerdi. 

Zira kâfirler gelip oraya lenger-endâz olalı üç gün olmuştu. Bizden bir hareket görmediklerinden böyle kanaat getirmişlerdi. Amma, düşman düşmanın halin­den bilmez, demişler. Bizim yattığımız Preveze lima­nından öyle olur olmaz rüzgâr ile çıkılmaz idi.

O sebepten çıkışı rüzgârın içerden eseceği bir mü­barek saate tehir etmiş idim.

Seksen pârelik donanmamı üç bölük ettim, Tenbih ettim ki, "Bizim gemi alayı kâfirin alayına karşı olsun. Bizim firkate alayı kâfirin firkate alayına, kalite alayı kâfirin kalite alayına mukabil olsun!"

Böylece taksim edip at başı beraber İslâm donan­ması kâfir donanmasının üzerine gitmekte olduk.

Amma kâfirler karanlık pusun içinde, demir üze­rinde kendi havalarında yatarlar idi.

Bizi ardımızdan sürüp oraya getiren nusret rüzgâ­rı, varıp kâfir donanmasının üzerindeki pusu da dağıt­tı.

Kâfirler gördüler ki İslâm donanması üzerlerine bindirip varır. O zaman kâfirlerin içinde bir ana baba günü, bir şaşkınlık, bir rubulya koptu ki, demek olmaz!

Daha alaca karanlık olduğundan demirlerini kesip birbirlerinin üzerlerine düşüp, kâfir donanmasiyle müs­lüman donanması karmakarışık oldular.

Otuz altı pâre geminin önünde olarak, forsa san­caklarını dikip foralabanda arslanlar gibi yollu yolunca ateşlerimizi saçarak cenge giriştik.

Kalite alayımız kâfirlerin kalitelerini allak bullak edip kimini alıp kimini batırmakta, kimisini ise kâfirler bırakıp kaçmakta idiler.

Firkate alayı dahi, kâfir firkatelerinin kimini alıp, kimini baştan kara edip, kimini dahi koğup gitmekte idiler.

Elhâsıl kâfir donanması münhezim olup, asâkir-i İslâm mansûr ve muzaffer oldu.

Kâfir gemilerinden sekiz pâresi kuru tekne olmak üzre on beş tanesi alındı, yedisi batırıldı.

Kâfir kalitelerinden yedisi cenk ederek, ikisi de için­dekilerin bırakıp kaçmasıyle dokuz kalite alındı.

Kâfir firkatelerinden on iki pare firkate alındı.

Netice-i kelâm kâfirlerin yüz yirmi pâre donanma­-yı menhûselerinden otuz altı adet tekne alındı, kalanı firar edip gittiler.

Firkateler ve sandallar deryanın yüzünden kâfirle­ri devşirdiler, kimisi de boğulup cehenneme gitti. İki bin yüz yetmiş beş kâfir esir alındı.


Büyük ziyafet verdim

Aktarmaları getirip limana koduk, sonra kendimiz de selâmetle tekrar limana girip yattık. Sakatlarımızı onardık. Zira biz de salkım saçak olup, iler tutar ye­rimiz kalmamıştı.

Şehit olan gazilerin kimini deryaya kimini ise Preveze'ye defnettik.

Seksen pâre gemideki gazi askerlerden dört yüz şehit sekiz yüz yaralı vardı. Mecrûhların yarasını hoş­ça sardık.

Bu büyük gazanın şükrü için yüzümü secdeye ko­yup hamd ü senâlar eyledim.

Sabah olunca kaptanlara ve gazilere büyük ziya­fet verdim. Yeyip içip şenlik şâdımanlık ettiler.

Bizler bu sürûr ve sevinç içinde iken Boğdan'ın fethi müjdesiyle Kapıcıbaşı geldi. Kapıcıbaşıyı ihtiyaç­tan berî edip başını göğe erdirdim.

Kaptanlara ve Kapıcıbaşıya gördüğüm rüyayı ve na­sıl aynen çıktığını anlattım.

Şevketlü Sultan Süleyman Han, Kapıcıbaşı ile gön­derdiği hatt-ı hümâyunda buyurmuş ki:

"Sensin ki lalam Hayreddin Paşa,

Derya gazan mübarek olsun. Kış mevsimi yakın­dır. Gayri ayak ayak Âsitâne'ye gelmeye acele edesin. Burada refah ve istirahatinde olasın."

Üçüncü gün Kapıcıbaşıyı geri gönderdim. Cengin ahvâlini ve sair haberleri de yazıp eline verdim, Padi­şah hazretlerine bildirdim.

Kendim ise Preveze limanında yirmi gün miktarı eğlenip, kâfirden aldığım aktarmaları donattım. Onlarla beraber yüz pâre tekne olduk.


Kâfir Ceneral'in dedikleri

Bu sırada kâfir donanmasından bir haber almayı murad ettim. İşkanpavyeyi donatıp gönderdim.

Ayamavra yakınında İncir limanından çıkma, keçi, koyun, sığır yüklü bir kayık yakaladı. İçinde otuz altı kâ­fir vardı, İnebahtı'ya kâfir donanmasına satmaya gö­türüyorlardı. Daha önce bir sefer etmiş, ikinci sefe­rinde işkanpavyeye yakalanmıştı. Alıp getirdiler.

Pek memnun oldum. İçindekileri gemilere pay et­tim, İslâm askerinin kursağına nasip oldu, yediler.

Kayığın reisi bir lâf anlar kâfir idi. Kâfir donan­ması Ceneralinin ahvalini bize nakletti.

Bu Ceneral daha önce Avlonya önünde bozulup altı tekne ile kaçıp kurtulmuştu. Bu sefer ise yüz yirmi pâre tekne ile Venedik, İspanyol, Papa üçü birlik ol­mak üzere mertlik davası edip, gidip intikam almak istemişlerdi.

Elhamdülillah evvelkinden beter baş aşağı olup mertlik dava etmiş iken kaçarak gittiler.

Kaçıp kurtulduktan sonra, reislerini yanına çağır­mış ve "Bu hıristiyan düşmanı sihirbaz Barbaroşo için biz mertlik davası edip çıktık. Amma yine evvelki gibi sihirbazlık edip bizim yattığımız yere pus yağdırdı. Ha­berimiz yok iken gelip bizi demir üzerinde bastırdı, bu kadar yüz karalığı eyledi. Neyse ki kaçarak elinden güç belâ kurtulduk. Asla bir poh yemeye kadir olama­dık. Şimdi krallarımızla ne yüzle buluşsak gerek. Ge­lindi hiç olmazsa varalım, İnebahtı'yı alalım." demiş.

Tuttuğumuz kayığın reisi, kâfir donanması için, "Şimdi ben onları İnebahtı'ya yakın bir liman­da bıraktım. Geçen sefer yine koyun, sığır, keçi yükle­tip onlara satmış idim. Çok akça fâide ettiğimden, ta­mah dünyası, yine kayığımı yükletip o tarafa doğru giderken senin işkanpavyeye rastladık. Bizi alıp sana getirdiler." dedi.

Hem kendi hâlini hem de kâfirlerin ahvâlini bir bir söyledi.

Bunu duyunca sabahleyin oradan kalkıp "Nerdesin İnebahtı!" diyerek yola çıktık.


Kaçanı pek koğma zarar edersin

Biz böyle gelirken, kâfir donanmasının karakulak kayıkları haber almışlar. Alelacele varıp menhûs Ceneral'e söylemişler: "Barbaroşo evvel seksen pâre tekne idi, şimdi tamam yüz pâre yelken olmak üzere bu tarafa doğru gelmektedir." demişler.

Haberi alan kâfirlerin aklı başından gidip, ora­dan hemen kalkıp, soluğu körfezde aldılar.

Birkaç gün sonra onların olduğu yere geldik.

"Venedik donanması buradan gideli üç gün ol­du." dediler.

Önce artlarından gitmeyi murat ettimse de, sonra, "Koyundu! Kaçanı pek koğma zarar edersin, demişlerdir. Bu kadar yüz aklığı oldu, elhamdülillah. On­ların firar etmesi de, yine Allah teâlâ hazretlerinin lütf u keremindendir. Çok şükür meydan yine İslâm'da kaldı." diye düşünüp, hamd ü senâlar ederek, vazgeçtim.

( KOYUNDU: Koy şimdi, koyver şimdi, bırak şimdi )

Zaten kış mevsimleri dahi yakın olmakla, dönüş eyledim. Selâmet ve ganimetle Âsitâne'ye geldik. Şen­lik şâdımanlık ederek, dostları şâd düşmanları berbâd eyledik.

Varıp şevketlü Hünkâr'a buluştum. "Hoş geldin mücahit lalam, gazan mübarek ol­sun." dedi, hil'at giydirdi.

İhtişam ve debdebe ile sarayıma gittim. Tersâne-i Âmire'nin nizâm ve intizâmına bakıp, kendim tâat ü ibadetimde oldum.

O kışı refah ve rahat içinde, kendi hânemde hare­mimde geçirdim.

Bahar günleri yetişip sefer zamanları geldikte, sek­sen pâre gemi yağlayıp hazır eyledim. Her levâzımatlarını gereği gibi düzüp, mübarek bir saatte Akdeniz'e çıktım.

O sene kâfir donanması çıkmadı. Biz de kâfir ya­kasını kan ağlatıp, berbâd ve harâb eyledik. Çok yüz aklıkları oldu, ganimetler aldık.


Budin seferi

Biz derya yüzünde gezip dururken, o yıl, yani dokuz yüz kırk beş senesinin başlarında şevketlü Padişah-ı âlem-penâh Sultan Süleyman hazretleri, kalkıp, Budin üzerine sefer eyledi.

Hakk'ın yardımıyla Budin'i feth eyleyip aldı. Krandos namında bir kâfiri Budin'e bey eyledi. Sonra dârât-ı saltanat ve ihtişâm ile Âsitâne'ye döndü.

İspanya Kralı ise, "Gran Senyör, Budin'e Alaman üzerine gitmiş!" diye haber alınca, hemen Alaman Kralı'na kara­dan otuz bin sultat imdat için göndermişti.

Amma gazi Sultan Süleyman'ın kılıcından bu otuz binden bir İspanyol kâfiri bile kurtulmadı, hep kılıç­tan geçirildi.

Andirya Dorya ise otuz pâre tekne ile Muton Ko­ron üzerine korsanlığa gelmişti. Bunun haberini alınca oraya gittim.

Muton Koron (Methoni - Koroni) - Yunanistan   |   Google haritasında mevkii

Günlerden bir gün Andirya Dorya'ya rast­ladık. Azim cenk oldu. Allah'ın izni ile yirmi dokuz pâre teknesini aldık. Otuzuncu, Andirya Dorya'nın ken­di bindiği kalite idi. Gayet yürük olduğundan ve akşam dahi bastığından kaçıp kurtuldu.

Bu gazânın şükrâneliği için hamd ü senâlar eyle­dik, İslâm askerleri din düşmanları üzerine muzaffer olduklarından şâd olarak, selâmet ve ganimetle gelip Âsitâne'ye dahil olduk.

İslâmbol'a öyle bir günde geldik ki ol gün bütün şehir Budin'in fethi sebebiyle tezyîn-i bilâd, sürûr-i ibâd ile donanma olunmuş idi.

Ben dahi bütün donanma-yı hümâyûn gemilerinden üçer kat alabanda sağdım. Şöyle ki, ol gün top sadâsından İslâmbol'un içi yandı, tüttü. Ümmet-i Muhammed ferah ve sürûre müstağrak olup, şâdlık eylediler.

İslâm askeri o mübarek senede gerek karada ge­rek deryada, düşman üzerine mansûr ve muzaffer olup kâfirleri makhûr ve münhezim eyledi. Hak teâlâ, dün­ya durdukça İslâm askerini karada ve denizde din düş­manları olan bedbahdlar üzerine muzaffer eyleye, mel'ûnları celâliyle kahreyleye, âmin, bi-hürmeti seyyidi'l-enbiyâi ve'l-mürselîn.

Varıp şevketlü Padişah-ı âlem-penâh hazretlerine buluştum:

"Gazan mübarek ola, şevketlü Padişahım, Hakk'ın yardımı daim olsun." dedim, gereken edeb ve tazimde bulundum.

Padişah hazretleri dahi bana dualar edip, "Senin dahi gazan mübarek olsun lala! Hak teâlâ seni daima muzaffer eylesin!" diyerek eğnime hil'at giydirdi.

İhtişam ile konağıma gittim.

Sonra yine eskisi gibi donanma-yı hümâyûn ve Ter­sâne-i Âmire ile levent gazilere ait işleri çekip çevirip, nizâm ve intizâm vermekle meşgûl oldum, ibadet ü tâatta ve devletimin devamına duada bulunur oldum.


Krandos kâfirin avradı

Şevketlü Sultan Süleyman Han hazretleri Rabb'in yardımı ve kahhar kuvveti ile Budin kalesini fethey­leyip aldıkta, bu kaleyi Krandos nâm kâfire verip onu bey eylemiş idi.

Aradan çok geçmeden bu Krandos kâfiri öldü. Ha­bis ruhu cehennemde karar kıldı.

Fevt olan Krandos kâfirin avradı, kocasının yerine oturup Budin'i idareye başladı. Pek akıllı ve tedbirli bir avrat idi.

Amma Alaman Kralı, Krandos'un mürd olduğunu haber alınca dünyalar onun oldu. Hemen alelacele as­ker çekip, varıp Budin kalesini muhasara eyledi.

Krandos'un avradına elçi ile "Sen ki Krandos'un karısı sinyorasın, elçim sana vardıkta, gerektir ki merâsim ile ba­na kalemi teslim edip, sonra gelip hâk-i pâyime yüz süresin, seni yine yabana atmayız, bir mansıp ile kayı­rırız. Amma sakın ki inat ve muhalefet etmeyesin. Zira sen bilirsin ki, bu kale evvelden benimdi. Gran Senyor elimden alıp kocana verdi. Şimdi yolu ve erkânıyle mal sahibi malını alabilir. İnat ve muhalefet etmeden kaleyi bana teslim e­dersen hoş... Aksi halde kaleyi senin başına dar ede­rim." diye haber gönderdi.

Elçi varıp Krandos'un avradına bu şeyleri ifade eyleyince, karı, "Bu kaleyi benim erime şevketlü Sultan Süley­man verdi. Erim öldü, şimdi bu kale bizde emanettir. Bu kalenin sahibi Padişah-ı âlem-penâh Sultan Süley­man hazretleridir. İmdi şevketlü Padişahıma arz ede­riz. Hali gereği gibi ifade eylediğimizde, eğer 'Kaleyi Alaman Kralı'na teslim eylesin, zira kale evvelden onun­dur' der ise ne alâ, veririz. Elhasıl Padişah hazretlerin­den her ne türlü bir emr-i âlî gelirse gereğince amel ederiz." diye red cevabı verdi.


Tiz çetr-i hümâyun taşra çıksın!

Vay ki Alaman Kralı gayet hiddete gelip, kâfir iken yahudi oldu. "Bak şu saçı çok hilebaza, eksik etekli iken bana ne cevap gönderdi!" deyip, cenk ü cidâli başlattı.

Krandos'un karısı el altından nâme yazıp keyfiyyet ve ahvâlini Sultan Süleyman hazretlerine bildirdi.

Nâme şevketlü Hünkâr'a gelince son derece hidde­te gelip, "Tiz çetri hümâyun taşra çıksın! Ol mel'ûnun üzerine seferim vardır!" deyüp, kendi bizzât gitmeyi murâd eyledi.

Amma sonra nedimler, devlet erbâbı ve saltanat erkânı komayıp, "Şevketlü Padişahım, senin bu kadar yarar la­laların vardır, onlara emreyle gitsinler. Senin dua ve himmetinin bereketiyle menhûs Alaman'ı baş aşağı et­sinler. Padişahım neden zahmet buyuracaksınız?" dediler.

Padişah dahi razı olup, seksen bin asker ile Fet­tah Paşa'yı tayin etti. Fettah Paşa dahi ılgar ile varıp Budin'e yetişti. Alaman kâfirine karşı olup cenge du­ruştu.

Allah'ın yardımı ile kâfire öyle bir kılıç döşedi ki, ancak olur. Altmış bin kâfirden kimse kurtulmayıp, cümlesi cehenneme gitti.

Sonra Fettah Paşa, ol Krandos'un karısını tekrar Budin kalesine bey edip, sabit kıldı. İhtişam ve deb­debe ile kalkıp Âsitâne'ye geldi.

Sultan Süleyman hazretlerinin de hiddetleri geçip memnun oldular, Hak teâlâ din düşmanlarını daima makhûr eyleye, âmin.

Barbaros Hayreddîn Paşa'nın hatırâtı burada son bulmaktadır.

Bundan sonra gelen on yedinci fasıl (son fasıl) Mosonegro Kara Hasan Ağa'ya, İspanyolların Cezayir'e hücumuna, Ocaklıların Hünkârı ve Hayreddîn Paşa'yı ziyaretine ve Barbaros Hayreddîn Paşa'nın vefatına dairdir.