Fasıl 03 - Cezâyir

Üçüncü fasıl

Sultan Selim Han'a gönderdiğimiz Muhiddîn Reis'e,
Tunus Beyi'nin hayınlığına,
Hünkâr'ın bize duâsına,
Becâye Kalesi'nin zaptına ve
Oruç Reis'in Cezâyir'i fethine

dairdir.

 

  • Tunus'ta
  • Formentera baskını
  • Şevketlü Hünkâr Selim Han
  • Hünkâr'ın duası
  • Yirmi yedi oturak firkateler
  • Yer altlarında namaz kılarız
  • Tunus Beyi'ne fermân
  • Kurbağa vakvakası
  • Mübarek padişah hediyesi
  • Kafir barçasındaki Endülüslü esirler
  • Becâye kalesi önünde
  • Gemiler tehlikede
  • Kafirlerin sevinci
  • Nâ-murâd olma dilâ düştün ise bahr-i gama
  • Becâye kalesinin zaptı
  • Silah mahzenleri kurulması
  • Kafirlere kıyamet koptuğu
  • Oruç Reis'in Cezâyir'e yardıma gitmesi
  • Tunus Beyi'nin kethüdayı öldürtmesi
  • Ağam İshak'ın gelmesi
  • Cezayir'in alınması
  • Sultan Selim Han'ın donanması
  • Muslihiddin Reis Cezâyir'de

 

Bahar günleri gelip, zeminin nebatatı yeşillenip, bülbülün feryadı ile gazilerin sevdası uyanıp derya seferini özledikleri vakitte ve bir mübarek eşref saatte, karındaşımız İshak'ın elin öpüp, duasın alıp ve cümle akraba ve taallukatımıza ve sair dost ve yârâna ve vilâyetin yücesine ve avâmına ve dahi fakir fukarasına veda edip, Cuma namazından sonra Midilli'den çıkıp yola revan olduk.

Midilli  |  Google haritasında mevkii

Yolda on beş on altı pâre barça aldık. Yükleri iyi olanı beraber götürüp, iyi olmayanı batırdık. Barçaların beşi lebaleb deve dişi, buğday, ikisi zeytinyağı yüklü idi. On beş on altı pâre yelkenden, erden avretten dört yüz yetmiş dokuz kafir ve kafire esir aldık.

Hasılı, yedi pâre aktarma barça ve kendimiz on adet tekne ile cümlesi on yedi pâre yelken bir armada olmak üzere ganimetlerle ve sâlimen, sancaklarımızı açıp yirmi dokuzuncu günü Tunus'a vardık.


Tunus'ta

Toplarımızı atarak, şenlik şâdımanlık ederek Halkü'l-Vâd altına lenger-endaz olup yattık. O gün, Tunus içinde erden avretten kimse kalmayıp hepsi "Mücahitlerin reisi Hızır ve Oruç Reisler beldemize ayak bastılar." diye seyre gelmişlerdi.

Tunus'tan ayrılalı dokuz ay on bir gün olmuştu.

Dini bütün olanlar "Hızır Reis bir daha Tunus'a gelmez" diye kasavet çekerlerken, dini bütün olmayanlar "Gelmiş gelmemiş, hemen dünyada ondan gayri adam yok mu?" diye haset ederlermiş.

Bizim geldiğimizi gören fakir fukara ise düğün bayram eylediler.

Gaziler kışlalarına yerleşti, reisler konaklarına çıktılar. Tekneleri bozup pusatlarını mahzenlere koduk. Her teknenin bir mahzeni vardı... Sonra tekneleri karaya çekip aktarmaları boşalttık.

Satıp savdık, gazilere pay ettik. Pek çok buğdayı Allah rızası için fakir fukaraya dağıttık.

Tunus Beyi bize atlar gönderdi. Binip gittik. Hediyelerimizi götürdük. Buluşup hal hatır soruştuk, sohbet eyledik... Tunus Beyi'ne pencikten liman hakkından ve aktarmaların yarı kıymetinden yekûn olarak beş bin Venedik altını verdik.

Ayrıca iki kızoğlan kız ve dört Ceneviz uşağı verdik ki, on dört on beş yaşında, devlet külahı başında, mahbublukta her biri Rum haracı değer, armağan ettik.

Tunus Beyi ferahlar edip "Elhamdülillah yine vilayetimizi kudümünüzle teşrif eylediniz. Allah Teâlâ iki cihanda yüzünüzü ak eylesin!" diye çok dualar etti.

İkimize de kürk giydirdi. İkram ile binip konaklarımıza döndük. Eskisi gibi, hatta daha fazlasıyla gerek bizim, gerek gazilerin ihtiyaçlarımız görüldü.


Formentera baskını

O kışı da refah içinde geçirdik. Vaktâ ki bahar günleri gelip yetişti ve zemin yüzü yeşil nebatat ile donandı; on iki pâre gemi yağlanıp hazır edildi.

Evvel on pâre idi, fakat Tunus'ta olan ayakdaşımız Deli Mehmed ve Yahya Reisler de katılınca on iki olduk. Bir mübarek saatte Tunus'tan kalkıp gazaya azimet eyledik.

Bir kaç gün gidip Formentera denen yere vardık. Burayı basıp iki yüz kafiri esir aldık. Teknelere pay edip küreğe koduk.

Formentera - İspanya  |  Google haritasında mevkii

Sonra gelip kafir yakasında bir ucunda yatarken kıyıda demir üzerinde yatar bir barça gördük. Üzerine Deli Mehmed'i gönderdik. Kıyı yakın olduğundan, içindeki kafirler firar edip kaçtılar. Deli Mehmed barçayı çıkarıp yanımıza getirdi.

Meğer yükü sâfi şeker imiş. İçinden altı yüz elli sandık şeker çıktı. İçine aktarmacı koyup, Tunus'a göndermek için Deli Mehmed'i tayin ettim. "Ölüyü öldürene sürütürler" demişler...


Şevketlü Hünkar Selim Han

Ertesi gün dört barça daha aldık. İkisi çuha kumaş, biri direk seren kereste yüklü idi. Amma şöyle direk ki, on beş on altı kapak kaldırır. Kefere gemilerine seren direği getirmiş. Bir miktar da katran vardı. Dördüncü barçanın yükü kurşun, barut, top taşı idi.

Velhasıl barçaların dördü de güzel ganimet idi. Daha şeker aktarmasını yollamamıştık. Bu dördünü de alınca, büyük ganimet oldu. Hep beraber döndük.

Otuz üçüncü gün şenlik şâdımanlık ederek gelip Tunus'a dahil olduk.

Aktarmaları boşaltıp satıp savıp, ganimet malını gazilere dağıttık. Gazilerden başka Tunus'un fakir fukarası bile zengin oldu.

Gaziler nâm olsun diye, teknelerin bank tahtalarını bile çuha döşediler. Pay başına yedişer buçuk kantar şeker ve on ikişer pastav çuha ve yüz yirmi beşer top bez kumaş pay ettik.

Ama direk seren yüklü barçayı, şevketlü âlem-penâh Sultan Selim hazretlerine göndermek istedim. O barçadan başka nice hediyeleri gerek Sultanıma gerek erbâb-ı devlete düzüp hazır eyledim. Ayrıca kendi malımdan iki yüz esir çıkardım. Bunları mükemmel donanmış teknelere yerleştirip, başlarına Kemal Reis'in hemşiresi oğlu Muhiddin Reis'i başbuğ dikip serasker eyledim.

Muhiddin Reis, çok söz anlar, zarif adamdı. Ümerâ kapılarının usûl ve kâidelerinden haberdar kimse idi.

Bahar günleri geldikte, mübarek bir gün ve saatte altı tekne ve bir barça olmak üzere yedi pâre ile Tunus'tan kalkıp İslâmbol'a doğru yola çıktı.


Hünkar'ın duası

Muvafık hava ile yirmi birinci günü Âsitâne-i Saâdet'e vardılar. Sarayburnu'nda azim şenlikler eylediler. Hünkar dahi o gün Yalı Köşkü'nde imiş. Kancabaş gelip haber vermiş.

( KANCABAŞ, hafif filoya dahil, üstü açık ve sahillere sokulur, nehirlere girer bir gemi türüdür. )

Şevktetlü Hünkarımıza telhis olundukta, tekrar Kancabaş gelip Muhiddin Reis'i alıp Huzur- i pâdişâhîye getirmiş. O da edeb-i pâdişâhîyi yerine getirip:

"Hızır Reis kulunuzundur" deyu, arznâme-i muhabbetimizi takdim kılmış.

Padişah hazretleri, bizzat kendi lisanı ile kıraat eylemiş. Yazılanlar malum olunca, İslâm Padişahı efendimiz hazretleri ellerini kaldırıp, bana, Oruç Reis'e, bize yar ve yaver olan gazi mücahitlere azim dualar eylemiş:

"Hak Teâlâ dünyada ve ahirette mücahit lalalarımızın yüzlerini ak eylesin. Dünya durdukça düşmanlar üzerine kılıçlarını keskin eylesin. Ve her halde Allâhu zülcelâl, küffârı mahkûr eyleyip, karada ve denizde, asâkir-i İslâmı üzerlerine mansûr ve muzaffer eylesin."

Dünyada en büyük iksir dedikleri, padişah duası ve teveccühüdür. Biz Osmanlının nazarına nail olduk. Allah katında ve halk yanında nâm ü şân sahibi, pâyelerimiz yüce ve kılıcımız keskin olup arşa asıldı.

Pâdişâh-ı İslâm, Muhiddin Reis'e on kese akçe bahşiş verip eynine hil'at giydirmiş. Ve teknelerin Yalı Köşkü'nün önüne yanaşmasını, gelen hediyeleri bizzat göreceğini emreylemiş.

Yalı köşkü'ne isem tekne yanaşmak âdet değil imiş. Pâdişâh-ı İslâm bize kemal mertebede muhabbet ettiklerinden "yanaşsınlar" diye ferman eylemiş.

Muhiddin Reis, yoluyla, üçer kat şenlik edip, ne kadar hediye varsa iki yüz esir kafirin sırtına yükletip, hürmet ve tâzimle Yalı Köşkü'nün önüne götürdü.

Her bir esir kafirin yanınca üstleri başları som sırma par par yanıp parlar, pâk urbalar giyinmiş kuşanmış birer levent gazi tayin eyledi. Bu şekilde, Padişah seyredip pek memnun kaldı.

Gazilere ellişer altın bahşiş verilip her birine hil'at giydirip dualar kılındı. Gaziler için kışla tayin olunup, tayınatları verildi. Muhiddin Reis için mahsus konak döşendi, her levazımatı gereği gibi verildi.


Yirmi yedi oturak firkateler

Tekneler, Tersâne-i Âmire'ye çekilip eksikleri gedikleri mîrîden düzüldü, koşuldu. Her mühimmatları yeniden yeniye yapıldı. Var evi kerem evi demişler, halata pusata hâcet kalmadı.

Bana ve ağam Oruç'a da mahsus yirmi yedişer oturak iki firkate yapıldı. Şöyle ki, tasvir olunmak üzere altın hulle, kıçları başları baştarda usulü tezhib olunup, tunç toplarına ve tunç saçmalarına varıncaya kadar mîrîden donandı.

Muhiddin Reis dahi vezir ü vüzerâya varıp, devlete verdiğimiz peşkeşleri hep yerli yerine dağıttı. Günlerden bir gün, Sultan Selim hazretleri Muhiddin Reis'i huzura çağırıp bizlere göndereceği emanetleri teslim eyledi. İki elmas kabzalı kılıç verdi. Biri Hızır, biri Oruç Reis'e diye, ki her biri birer Rum haracı değer. İki sorguç ve sırtlarımıza birer hil'at ve iki firkate gemi verip, "Büyük firkateye Hızır lalam binsin ve öbürüne Oruç lalam binsin. Gazalar eylesinler. İki sorgucun birini Hızır lalam sokunsun ve birini Oruç lalam sokunsun ve kılıçların kezalik, birin Hızır lalam ve birin Oruç lalam kuşansınlar ve düşmanlara gazâ eylesinler." dedi.

Ve hatt-ı hümâyûn yazıp eyitti kim:

"Benim lalalarım reisü'l-mücahidinler! Taraf-ı şâhâneme gönderilen hediye ve peşkeşleriniz vusûl buldu. Makbule geçti. Halil İbrahim bereketi ile Hak celle alâ sizleri her halde düşmanlarınıza mansûr eylesin."

Duasını tamam edince, Muhiddin Reis dahi yerde, Padişah'a olan adabı yerine getirdikten sonra, hatt-ı hümâyunu üç kere öpüp başına kodu. Emanetleri alıp, veda edip konağına geldi. Padişah hediyelerini bir sandığa koyup hıfz eyledi.

Bana yapılan tekneye kendi binip Oruç Reis'e yapılana baş reisini bindirdi. Kendi teknesine de ikinci baş reisini bindirdi. Elhasıl cümlesi sekiz pâre gemi oldular.

Sonra tekneleri denize atıp yağladılar, her levâzımâtlarını alıp hazır müheyyâ oldular.

Padişahın gelip Yalı Köşkü'ne oturmasını gözettiler. Pâdişâh Yalı Köşkü'ne oturdukta,Tersâne-i Âmire'den salpa edip Sarayburnu'nun önüne geldiler. Pâdişâh-ı âlem için üçer kat top tüfenk şenliği edip, muvafık rüzgar ile Tunus'a yöneldiler.


"Yer altlarında namaz kılarız"

Biz ise Muhiddin Reis'i hediyelerle Âsitâne'ye gönderdikten sonra on pâre tekne hazırladık. Muradım, eğer Allah Teâlâ ömür verirse Sette boğazına doğru varıp Gırnata taraflarındaki din karındaşlarımızı teknelere doldurup İslâm yakasına götürmekti. Endülüslü karındaşlarımızı kurtarmak niyeti ile hazırlıklar yaparken günlerden bir gün Becâye kalesinin dört yanında çadırlarda oturan Arap kabile şeyhlerinden mektup aldım.

Becâye'deki Arap şeyhleri mektupta şöyle demişlerdi:

"Mücahitlerin reisi, kafirlerin ve müşriklerin katili Hızır Reis ve Oruç Reis'e selamdan sonra,

"Alemlarin Rabbine hamd olsun, sizlere yardım eyledi, nereye baş vurdunuzsa, onun lütfu ve Peygamberin mucizesi ile yüz aklıkları müyesser oldu. Kafirlerin kötü kalplerine büyük elem ve ızdırab düştü. Küçük çocuklarını siz gazilerin adını anarak sustururlar. Allah Teâlâ yardımlarını ziyade eylesin, amin.

"Cenab-ı Hakk'ın makbûl ve mergûb ve mücahid kulları olduğunuz malum oldu. İmdi reva mıdır ki, bu saadetli zamanımızda din düşmanı kafir-i ebedîler bu kadar zulm eylesinler. Din uğruna hadden aşırı cevr ü cefalarını çekiyoruz. Aşikare namaz kılmaya ve evlatlarımıza Kur'an öğretmeye imkan bulamıyoruz.

"Yer altlarında köstebek gibi birbirimizi gözeterek gizli namaz kılarız. Hemen halimiz bir Erhame'r-râhimîn'e kalmıştır.

"Ya ne olur ki, mübarek ayağınızla buraya teşrif edip buraları da İslâm nuru ile aydınlık kılsanız; olmaz mı?"

Bu mektubu aldığımızda on pâre tekne ile sefere hazır idik. Bu kağıt gelince niyetimizi Becâye üzerine çevirdik.

"Endülüs karındaşlarımız başka zamana kalsın" diye niyetimizi sakladık, sabahı bekledik. 


Muhiddin Reis'in dönüşü 

Ertesi sabah bir de baktık ki Muhiddin Reis, top tüfenk atarak, şen ü şâdımanlık ederek sekiz pâre tekne ile Tunus'a çıkageldi.

Varıp, Oruç Reis'le gidip karşıladık. "Hoş geldiniz, safa geldiniz" deyip, hal hatır soruştuk.

Muhiddin Reis İslâmbol'da geçen ahvâli baştan sona nakl ü beyân eyledi.

Muhiddin Reis'in bindiği yeni tekneyi gözden geçirince aklım başımdan gideyazdı. Padişah efendimizin bana ve Oruç Reis'e teberrüken yaptırıp gönderdiği tekneler emsalsiz idiler.

Muhiddin Reis bundan sonra sandığı açıp şevketlü Sultan Selim Han hazretlerinin kendi el yazıları ile inşa olunan hatt-ı hümâyunları çıkardı. Tazim üzere yedi kere öpüp başına kodu, sonra bana verdi. Ben dahi tazim ile yedi kere bûs edip başıma koduktan sonra açtım, okudum.

Pâdişâh-ı âlem hazretlerinin bu mertebede hayır dualarına mazhar düştüğümüze, hâd ve kıyastan aşırı mesrur, şâd ü handân olduk... Fakirlere hesapsız mal sadaka verdik.

Amma Muhiddin Reis: "Bu emanetleri burada vermekliğe izin yoktur. Bir miktar tehir eyle." demekle, konağımıza döndük.


Tunus Beyi'ne fermân

Muhiddin Reis, Tunus Beyi'ne varıp, Sultan Selim hazretlerinin ona hitaben yazılmış olan hatt-ı hümayunlarını götürdü, teslim etti.

Tunus Beyi, padişahdan gelen hatt-ı hümayunu tazim ve teclîl ile yedi kere öpüp başına kodu. Ondan sonra sır katibine verip okuttu.

Buyurmuş ki:

"Sen ki Tunus Beyi, emr-i hümâyunum sana geldikte gerektir ki, cümle alimler, salihler, havas ve avam ve beldenin sakinleri ve gazilerin huzurlarında galaba divan eyleyesin.

Muhiddin Reis ile gönderilen, lalam, mücahitlerin reisi Hızır Kapudan ve Oruç Kapudan için gönderilen, bergüzar hediyelerimi divan içre kendilerine takdim kılasın. Devlet ve saltanatımın devamına dua eyleseler gerektir. Mucibince hareket edilip, aksinden çekinile."

Gördü ki böyle buyurulmuş. Tunus Beyi de "İşittim ve itaat ettim" deyip hemen o saat, çok galaba divan eyledi.

Hatt-ı Hümâyûn bir âlim zata verilip açıktan okundu.

Muhiddin Reis, Padişah'ın verdiği hediyeleri divan ortasına getirdi.

Bir elmas kabzalı kılıcı boynuma asıp, başıma mücevher sorguç ve eğnime hil'at-ı fâhire giydirdi. Oruç Reis'e de böyle yapıldı.

Bundan sonra, hil'atlerimizle atlara binip ihtişam-ı devlet ü saltanat ile konaklarımıza gittik.


Kurbağa vakvakası

Tunus Beyi bizi kıskanmış. Padişah tarafından bize yapılan ikram hiç kimseye yapılmamıştı.

"Bunların gidişi kaptan paşalığadır." deyip, hasedinden tuzak ve tezvire başlamış.

Meşhur meseldir: "Temiz suya, kurbağanın vakvakasından ne zarar!"

Bunun gibi, sen hemen Rabbin ile muameleni dürüst eyle de kimseden havf eyleme...

Bir kişinin ki yardımcısı Allah ola,
Var kıyas eyle ki ol ne şah ola.

Tunus Beyi ne hali varsa görsün. Ben ise o gece sabaha kadar Halik-ı perverdigâre dua ve niyaz eyledim.

"Yâ ilâhe'l-âlemîn, ben senin zayıf bir kulunum. Padişah kim, ben günahkar kulun kim. Lakin ben kulunu Sultan kullarının kalbine getiren sensin. Sen bütün meliklerin melikisin ve hâlikısın ve râzikısın. Senin fazl ü kereminle, ben kuluna bu gün doğdu." deyip yüzümü yerlere sürdüm.

"Ben padişah nazarına uğradım, hil'atin giydim, kılıcın kuşandım, sorgucun sokundum" diye, iltifat divanesi olmadım. Evvelkinden daha ziyade hâk ile yeksân oldum. Oruç Reis de böyle eyledi.

Zira denilmiştir ki:

Hâk ol ki, Hudâ mertebeni eyleye âli.


Mübarek padişah hediyesi

Sabah oldukta, top atıp sancak döküp, padişahın ihsan eylediği yeni tekneye bindim.

Bu tekne yirmi yedi oturak idi. Kıç baş bütün altın hulle tezhib olunmuştu. On altı pâre tunç top ile elli sekiz tunç saçması vardı.

Oruç Reis de, padişah bergüzarı olan öbür yeni tekneye bindi. Onunki de bir formada, bir donanmada ve bir ziynette idi. Yalnız bir bank küçük idi. Kendi teknelerimize başka reisleri koduk. O gün büyük şenlik şâdımanlık oldu. Kazanlar kaynayıp yahniler, pilavlar, zerdeler pişip, gazilerden gayri, Tunus'un gerek zengini gerek fakiri, ol hasbeten lillah için pişen mancadan yedi. Yemedik bir fert kalmadı. Şeker şerbeti dersen, kazanlarla ezilip, o gün su yerine şeker şerbeti içildi.

Şimdi Oruç Reis'le ikimizin kendi malımız olmak üzere on iki pâre teknemiz oldu. On pâre tekne sefere çıkmak için hazır yağlı beklerdi.

Padişahın ihsan eylediği, o iki mübarek padişah hediyesi tekneyi dahi beş altı günde yağlayıp hazır ettik.


Kafir barçasındaki Endülüslü esirler

Mübarek bir saat düşürüp, on iki pâre tekne olarak Tunus'tan çıkıp, gazâya azimet eyledik.

Uygun hava ile yedinci gün Yedi Burunlar önünde bir büyük barça aldık. Yükü balmumu ve zeytinyağı idi. Arap yakasında yüklenmişti. Yüz yirmi beş kafiri vardı. Alıp teknelere pay eyledik.

Teknenin içinde otuz kırk tane Endülüs karındaşımız vardı.

Bunlar fakir oldukları için vergi ödeyememişler, bu yüzden Becâye kalesinin hakimi olan Cakomo onları buna karşılık bir senelik küreğe koymuş. Amma Allah Teâlâ, kafirlerin batıl fikirlerini bozdu.

Bu karındaşlarımızın halas olmasına çok sevindik. Onları yâr-ı kafadarım Deli Mehmed Reis'in teknesine kodum. Deli Mehmed Reis'i de aktarmayı Tunus'a götürmeye tayin ettim.

Ne zaman yükü güzel aktarma olsa ve bizler daha gezecek olsak, bu aktarmayı Deli Mehmed Reis ile gönderirdim. Çünkü Deli Mehmed iş eri ve bahadır yiğit idi. On beş yirmi kafirden yüz çevirmezdi. Onu çok severdim.


Becâye kalesi önünde

Deli Mehmet gidince biz on bir tekne varıp, Becâye kalesi üzerine gittik.

Becâye (Béjaïa - بجاية) - Cezayir  |  Google haritasında mevkii

Orada bir büyük nehir, yani çay vardı. Tekneleri o çayın içine çekip hepimiz piyade olduk. Cümlemiz iki bin otuz üç can idik.

İki bin otuz üç can gülbank-i Muhammedî çekip, Allah yolunda cihada niyet ettik. Varıp, önce kalenin altına girip, birden hücum edip, metris alıp içine girdik.

Gaziler kafirin topuna tüfeğine bakmayıp kalenin bir yanında lağım açıp, havaya uçurdular. Hemen dalkılıç âteş-i sûzan olup içeri girdiler. Üç buçuk saat âlâ cenk oldu. Kılıçlar al kanla lâ'l-renk oldu.

Sonunda, Allah'ın yardımı, Rasûlü'nün mucizesi, evliyâ ve asfiyânın himmetiyle kafirler "eman, el-eman!" diye çağırmaya başladılar.

Kalede ölenlerden başka üç yüz yetmiş beş kafiri sağ aldık. Etraftaki bedevi Araplar kalenin feth olunduğunu işitip geldiler. Yirmi binden fazla Arab bana tâbi oldular.

Bundan sonra üç gün dinlenip öbür büyük kaleyi sardık. Burası ziyade sarp ve çok ateşli idi. İçinde çok da kafir vardı. Bu kale cenginde Araplar da gazilere yardım ettiler. "Allah yolunda cihad!" deyip beraber oldular.

Bu minval üzere kaleyi yirmi dokuz gün dövdük. Kafir gayet zebûn oldu. Sonunda barutumuz bitti. Hemen ayakdaşlardan birini Tunus'a gönderip barut istedik.

Tunus Beyi "Belalarını bulmuşlar!" diye gazilere barut vermedi. Tekne boş döndü.

Hepimiz belimize vurup: "Eyvah! Gidi küstah!" diye cümle âsâkir-i İslâm melûl mahzûn olduk.

"Biz kafiri, Hakk'ın inayeti ile bu kadar zebûn etmişken nasıl bırakıp gidelim." diyerek hayrette kaldık.


Gemiler tehlikede

O gece düşünceler içinde uyuyunca düşümde, o ak yüzlü pîri gördüm.

Bana "Tekneleri çaydan çıkarıp limana götüresiniz."dedi, kayboldu.

Uyandım. "Lâ havle ve lâ kuvvete illa billahi'l-aliyyi'l-azîm" dedim. Meğer aynı rüyayı Oruç Reis de görmüş.

Hemen gazileri âgâh edip, metristen çıkıp çayın yanına gittik. Tekneleri çıkarmaya baktık.

Meğer o çayın âdeti imiş. Bu mevsimde suyu çekilip, tâ gelecek sene o mevsime kadar kuru yatarmış. Kafirler çayın öyle olduğunu bilirlermiş. Biz bilmezdik.

"Hemen sen yolunda ola gör, erenler meydanı boş komaz" demişler. Kafirler bizim tekneleri çayın içinde durur görünce sevinmişler. Mayorka'ya nâme uçurup haber göndermişler. Hallerin yanıp yakılıp, feryat etmişler.

Demişler ki:

"Layık mıdır ki, düşman teknelerle gelip, cümlesi piyade olup, kalenin birini lağım ile atıp, içine yürüyüş edip zabt ü rabt edip feth eylediler. Mesih'in kullarını helak edip, sağ kalanları esir edindiler. Sonra gelip bizim kaleyi sardılar. Şimdi yirmi otuz gündür, küte küt cenk ederiz. Bir parmak kadar başlarını çeviremedik. Ziyadesiyle cengaver herifler. Şimdiki halde gayet zebûn olduk. Ellerinde mahsuruz. Eğer bu vakitlerde imdat erişmezse bizim dahi yanmamız muhakkaktır.

"Lakin kalbimizi sıcak tutan şudur ki; teknelerini hep çay içine çektiler. Çayın kuramasını bekliyoruz. Amma evvelki âdeti üzere çayın çoktan kuruması lazımken, geçti. Belli ki diyavolaların naturaları yerinde... Şimdi gerektir ki, hemen alelacele gelip yetişesiniz. Bugünde yarında çay kurudukta, tekneleri kalınca natura bizimdir. Azizlerin himmetiyle kafirleri kırıp, su geldikte tekneleri çıkarıp alırız."


Kafirlerin sevinci

Amma gör hikmeti ki kağıdı yazarken "Çayın yakında kurumasını bekliyoruz, âdeti böyledir" diye yazacaklarına, Cenab-ı Hak hazretleri basiretlerini bağlayıp,  "Çay kurudu tekneleri de karada kaldı" diye yazmışlar.

Bu mektubu alan Mayorka kafirleri ferahlanıp, bir çok domuz boğazlayıp azizlerinin habis ruhları için üleştirip düğün bayram etmişler.

Sevinerek, "Gördünüz mü, azizlerimizin ruhaniyeti bunlara ne iş kesti. Artık korsan tedarik etmeye lüzum yok. Hemen barçaların büyüklerinden götürelim ki, esir edip doldururuz." diye karar vermişler.

On bezirgan perkendesine kale için lüzumlu mühimmatı yükleyip beş altı yüz kadar da imdat için kafir binip alelacele Becâye kalesine doğrulmuşlar.


Nâ-murâd olma dilâ, düştün ise bahr-i gama

Biz bu sırada gemileri çaydan çıkarmış idik. Daha yelkene biner binmez, çaya bir de baktık ki, ne görelim! Çay suyunun yerinde yeller eser... Sanki önceden burada hiç su yokmuş gibi oldu.

Meğer gazilerin, bizim onları metrislerden çıkarıp, tekneleri almaya götürmemize hatırları kırılmış:

"Kale gayet zebun olmuş iken, kafire böyle nefes aldırıp tekne çıkarmaklık ne demektir? Malcılık damarları mı tepreşti?" diye söylenmişler.

Şimdi kendi gözleri ile çayın halini gördüklerinde, "Bu reisler sahiden boş adamlar değilmiş." diye şaşıp hayrete battılar.

Böylece yelken açıp üzgün mahzun giderken Mayorka'dan gelmekte olan mühimmat ve asker yüklü on pâre bezirgan perkendesini gördük.

Nâ-murâd olma dilâ düştün ise bahr-i gama,
Hele emvâc-ı felâket geçer inşaallah.

Hepsi de ağzına kadar yüklü olarak pusun içinden çıka düştüler.

Yüklü on perkendeyi görünce bunların kaleye yardım için geldiklerini anladım. Hemen Oruç Reis'in üzerine bocalayıp:

"Karındaş! İnşallah bunlar hep bizim kısmetimizdir. Hemen her birimiz birine varalım." dedim.

Karakuş gibi süzülüp üzerlerine gittik. Kafirler gördüler ki hal başka, teknelerin dahi böyle baskına asla davranacak halleri yoktur, gayri pruvalarını geldikleri yere çevirdiler.

Varıp yetiştim. Oruç Reis ile peşimden ötekileri dümen suyunda geldiler. Gülbank-i Muhammedî çekip kafirlerin üzerine hücum kıldık. Kaza-yı âsumânî gibi birer yaylım vurup çata koduk.

Elhamdülillah bi-avn-i Hüdâ ve mûcizât-ı Mustafâ kafirlerin onu da necat bulmayıp gaziler feth eyleyip aldılar.

Cümlesi bin yüz kafir idi. Yedi yüz seksen biri sağ idi. Hepsini muhkem demire zincire vurup bağladık. On aktarmayı Cicel kalesine götürmek için Oruç Reis'i tayin ettim ki, kafirleri kaleye götürüp zindana koyalar. Zira esirler çok olmakla teknelerde durmasından korkulur.


Becâye kalesinin zaptı

Oruç Reis, bu on aktarma ile kafir esirleri kaleye götürüp zindana kodu, mühimmatları da mahzenlere doldurdu. Cicel kabilesi, Oruç Reis'in o tarafa gelmesinden pek mesrur olmuşlardı.

Ben ise Oruç Reis'i aktarmalarla gönderdikten sonra benimle kalan on tekneden beş yüz yiğit mücahidi seçip kuşandırıp Delikli Taş denen yerden karaya döktüm. Dağ yolundan yabca yabca geri Becâye kalesine gitmelerini söyledim.

Kendi on pâre teknelerimizin kıçına Katalan bandıraları dikip Becâye limanına doğru gittik.

Bu sırada olup bitenlerden habersiz bulunan kafirler, Mayorka'dan imdatlarına gelecek olan on pare tekneyi bekliyorlardı. Kendilerine mühimmat ve asker gelecek diye gözleri yollarda idi.

Bizim on pâre teknenin haçlı putlu sancaklarla limana doğru geldiğini görünce, "İmdadımız geliyor!" diye azim şenlik eylediler. İslâm teknelerini kendilerine yardıma gelecek tekneler kıyas eylediler.

Sonra kale kapılarını açıp imdatlarına gelen tekneleri karşılamak için yalıya döküldüler. O zaman dağ yolundan gelen beş yüz mücahit inâyet-i Hakk'la kaleye fırsat buldular. Dalkılıç âteş-tâb olup, dahi "Allah Allah" sadâsı ayyuka ser çekip kaleye yürüyüş ettiler. Kolayca zapt edip aldılar.

Yalıya dökülen kafirleri ise teknelerde olan gaziler birer yaylım top kurşun alabandası ile vurdular. Sonra dalkılıç olup kafirlerin kalp cenahlarına girip, şöyle kılıç urdular ki, kafir kellesinden tepeler oldu. Kafirler "Mayna sinyor!" diye çağırışmaya başladılar. Sağ kalanların da cümlesini esir ettik.

Becâye'nin etraf ve civarında oturan Arap şeyhleri ve murâbıtları gelip bana biat ettiler. Kafire verdiklerinin yarısı kadar vergi ödemekliği kavl ü karar eyledik.


Silah mahzenleri kurulması

O gece bize bu rütbe kuvvet ve nusret bahşeyleyen Cenab-ı Rabbü'l-âlemîn'e binlerce tazarrû ve niyâz kıldım.

Yüzümü secdelere koyup:

"Ey alemlerin Rabbi! Kapı senin kendi kapın! Sıdk ile senin kapını tutanlar, haşa ki mahrum kala! Tunus Beyi, ben zayıf kuluna cimrilik gösterdi ise sen cömert padişahsın."

deyip sabaha kadar Cenâb-ı Hakk'a ibâdet ü tâat eyledim.

Tunus Beyi'ne pek ziyade hatırım kırılmıştı. Amma her şey niyete göredir. Hemen sen Rabbin ile muameleni doğru edegör.

Ganimetlerle yüklü olarak ve selametle mübarek bir saatte Becâye'den çıkıp on pâre tekne ile Cicel limanına geldik. Karındaşım Oruç Reis ile görüşüp hal ve hatır soruştuk.

Cicel (Jijel - جيجل) - Cezayir  |  Google haritasında mevkii

Karındaşım alnımdan ve iki gözümden öpüp:

"Gazan mübrek olsun!" dedi. Tedbir ve aklımı tahsin eyledi.

Aktarmaları ve bütün ganimet mallarını, barut, kurşun ve cenk aletlerinden gayrısını hep sattık. Ortaya koyup gazilere taksim ettik. Cenk aletleri olan mühimmatı hesabınca mahzenlere koyup anahtarını beldenin şeyhine verdik. Hemen salt barut sekiz yüz kertel idi. Öteki cenk aletleri hesapsızdı. Velhasıl ol on pâre teknenin mühimmatını hep mahzenledik.

İktiza ederse elimizin altında bulunsun dedik. Tunus Beyi'nden barut isteyip de vermemesi kalbimde ateş idi.

Nitekim,

Ey birâder pekçe sakla rızkını etme telef,
Düşmanına kalırsa kalsın, dosta muhtaç tek.

Demişler.


Kafirlere kıyamet koptuğu

Kafir yakasında ise, Becâye kalelerinin feth olunup alındığı haberi duyuldukta, kafirlerin başına kıyamet kopmuş. Hele yardımı varıp da esir olan on pare teknedeki kafirlerin akrabaları Mayorka zabitinin başına kalkıp, "Sen Arap yakasının yılandan çıyandan hâli olmadığını bilmez miydin?" diye takaza eylemişler.

Mayorka zabiti de ahvali Kral'a ifade eylemiş.

Kral'dan ordine gelip, "Ol imdada gidip esir olan kullarım her ne kadar var ise, varıp kurtarasın." diye emr edilmiş.

Mayorka zabiti de hemen bir Fransız martikasına iki papaz koyup elli altmış sandık akça ile Cicel limanına çıkageldi.

Biz de hemen gelişine göre artık üçe beşe bakmayıp, bütün esirleri verdik. Evvel esir olanlarla sonrakilerin hepsini paraya çevirdik. Gazilere pay ettik. Çünkü esirler çok fazla olup zabt olunması pek güç idi.


Oruç Reis'in Cezayir'e yardıma gitmesi

Benim ve Oruç Reis'in adları bu fetihlerden sonra yüz aklığı ile etrafa yayılıp dillerde söylenir oldu.

Günlerden bir gün, Cezayir şeyhlerinden ve ulu murâbıtlarından, Cicel'de iken bir mektup aldık.

Mektupta, "Siz, siz ki Gazi Hızır Reis ve Gazi Oruç Reis, selamdan sonra,

Duyduk ki, Allah'ın yardımı ve Peygamberin mucizesi ile Becâye kalelerini feth-i fütuh eyleyip, nûr-i İslâm ile münevver kılmışsınız.

Allah'ım! Müslümanları kafirlere karşı kudretli kıl!... Allah Teâlâ sizleri, mel'un kafirler üzerine mansûr ve muzaffer eyleyip -İslâm yücedir, ondan üstünü olamaz- ölçüsünce, İslâm'ı sizinle kuvvetlendirip şereflendire..." diye pek çok dualar ettikten sonra:

"Ne var ki, bizler dahi elhamdülillah ümmet-i Muhammed'den, sünnet-i cemaatteniz. Bu taraflara dahi teşrif buyurup, din düşmanlarından bizleri dahi halas eyleseniz, olmaz mı?"

diyerek, pek çok istirhamlar etmişler.

O zaman Cezayir'in yalısında bir adada bir palanka burç vardı. Hala ondan sağlam burç yoktur. Adına Göbekli Burç derlerdi. Kafirler bunda bulunurlardı.

Cezayir halkı kafirlerin elinden çok çeker, gayet hor hakir olurlardı. Öyle ki, çarşıda pazarda kafirler bir şey almadıkça Müslümanlar almaya kadir değillerdi. Mektupta kafirlerin ettiği zülumler bir bir anlatılmıştı.

Bu mektubu okuduktan sonra, Oruç Reis'le meşveret edip Cezayir'e gitmekliği makul gördük, niyetimizi o yana bağladık.

Sabah oldukta gazileri toplayıp divan kurduk.

Gazilere eyittim ki:

"Ey oğullar, gazi beyler!

"Her kimin canı isterse, hatır ve gönül hoşluğu ile karındaşım Oruç Reis'in yanında Cezayir'e gidip, ümmet-i Muhammedi kafirlerin eza ve cefasından halas edip, iki cihanda saadete kavuşa..."

Bunun üzerine gazilerden, safa-yı hatır ile gönlü isteyen bahadır gazilerden beş yüz yiğit yazılıp Gazi Oruç Reis ile Cezayir üzerine doğru gitmekliğe hazır oldular.

Mübarek bir saatte hepimiz vedalaşıp, Oruç Reis beş yüz yiğit gazi ile Cicel'den çıkıp, karadan kafir üzerine gazaya niyet eyleyip, Cezayir'e doğru çekilip gitti.


Tunus Beyi'nin kethüdayı öldürtmesi

Oruç reis gazileri ile Cezayir'e doğru gazaya gittikten sonra, onun teknesini Cicel'den karaya çektirip, mühimmatını mahzene koydurdum. Mühimmat mağarasının anahtarını beldenin şeyhi eline teslim ettim.

Mübarek bir saatte on pâre tekne ile denize açılıp Tunus'a gittim. Muradım Tunus'a bir daha uğramamak idi, amma Tunus'ta ilişiğim pek çok idi. Tunus Beyi'nin ettiği küstahlıktan hatırım çok kırılmıştı.

"Kişi ettiğinden kendi utanır" deyip, Tunus'a gitmekten başka çare bulamadım. On pâre tekne ile varıp limana dahil oldum.

Tunus Beyi'ne kavuşunca, oturtacak yer bulamayıp pek çok özürler diledi:

"Gazalar mübarek olsun kaptan! Elhamdülillah Becâye kalelerini nûr ile münevver eylemişsiniz." deyip, barut hususu için özürler diledi:

"Senin mübarek hatırın için kethuda hayının boynunu vurdum. Senin barut talebini bana bildirmediği için..." diye dilnüvazlık eyledi.

Kethudayı öldürmesi sahih idi. Amma bize barut vermediğinden değil, başka sebepten imiş. Lakin benim yanımda suçunu bastırmak için, güya, "Kethudayı senden ötürü öldürdüm. Senin barut istediğini niçin bana bildirmedi?" diye söyler, hilebazlık ederdi.

Ben de asla yüzüne vurmayıp, "Bakındı efendi, hemen sağlık olsun. Allah Teâlâ'nın birliğine bin şükürler olsun ki, gazilere iktiza eden barutu ve her levazımatı ve mühimmatı, küffarın elinden alıp ihsan eyledi. Hak Teâlâ kulları gibi cimri değildir." deyip, bu kadarcık bir alabanda vurup, sözü başka sohbete çevirdim.

( BAKINDI: Bak şimdi )

Lafı kısa kesip kalkıp konağıma geldim ve orada bulunan ganimetleri gazilere pay eyledim.


Ağam İshak'ın gelmesi

Tunus halkı ve fakir fukarası, bizim tekrar dönüp gelmemize pek sevinip bayram ettiler. Zira Tunus Beyi'nin barut vermediğinin hikayesini duyduklarından, bir daha Tunus'a gelmeyiz diye elem çekerlermiş. Zira fukaraya çok menfaatimiz dokunurdu.

Tunus'a gelişimizden beş on gün geçmeden Midilli'deki büyük karındaşımız İshak da Tunus'a çıkageldi. Karındaşımın apansızın çıka gelmesinden dünyalar benim oldu. Pek ziyade mesrur oldum. Konağıma çıkarıp hal ve hatır soruşup akraba ve taallukatımızın hoş haberleri ile yürek tazeledim. Gece gündüz sohbetler eyledik.

Oruç Reis'in ahvalinden söyleşip:

"İnşallah karındaşımız Oruç Reis, Allah Teâlâ'nın inayeti, Nebiler Sultanı'nın mucizâtı ve erenlerin yüce himmetleri berekâtı ile mansûr ve muzaffer olmuştur."

deyip dualar ederken, dilenci kıyafetinde bir Arap çıkageldi.


Cezayir'in alınması

"Mücahitlerin Reisi sen misin?" diyen Arap, Oruç Reis'in Cezayir'den gönderdiği mektubu verdi.

"Allah bize hayırlar duyursun!" diyerek mektubu açtım okudum.

Selamdan sonra eyitmiş ki:

"Ey benim karındaşım!

"Elhamdülillahi Teâlâ, duanız bereketi ile Cezayir'e geldik. Hepimiz kıyafet değiştirip onumuz, yirmimiz, otuzumuz, kırkımız, ellimiz bir olmak üzere bölük bölük olup, birbirimizi kollayarak bir pazar yerine geldik.

Orada, üç dört yüz kafir pazarlık edip, Müslümanlar boyunlarını eğip bakarlardı. Onların âdetleri böyle idi ki, din düşmanı kafirler tamam gereği gibi pazarlıklarını görmeyince, Müslümanlar bir şey almaya kadir değiller idi.

Böyle Müslümanlar melül mahzun boyun eğmiş bakar, din düşmanı kafirler istedikleri gibi pazarlıklarını edip dururlardı.

Hemen inayet-i Hakk'la, gaziler apansızın dalkılıç âteş-tâb olup, kafirlerin kalp cenahına girdiler. Öyle bir giriş girdiler ki vasf olunmaz. Kafirlerin başlarına güya kıyametler kopup, acaba kıyamet mi oldu, sûr mu çalındı? deyu azizlerinden medet talep etmeye başladılar. Amma gazilerin alev saçan kılıçları, azizlerin himmetlerinden önce erişip, menhus kellelerini bostan kesimi gibi ayaklar altına yuvarladılar. Pis vücutlarını zemine akan kanları alıp götürdü. Hasılı kelam, adaya yetişenler kurtuldu. Yetişemeyenler ateşi buldu...

Şimdi elhamdülillah, yüce himmetinizle, şehir elimizdedir. Şeyhler, murabıtlar ve halk gelip biat etmiştir. Dua ile meşgullerdir. İnşallahu Teâlâ, Hakk'ın yardımı ile o adayı da ele geçireceğiz. Hemen bize bir miktar daha asker göndermeye gayret edesiniz.

Cicel kalesinin taşrasında filan kabilenin başbuğu bir Arap şeyhi vardı. Becâye kalesi kafir elinde iken, kafire vergi öderdi. Sonra bizler haber gönderip eski verginin yarısını ödemesini iştemiştik. Ol müfsid razı olmamış. Gerektir ki, varıp avn-ı Hakk'la ol müfsidin başını kırasın. Ve biz karındaşını hayır duada unutmayasın."

diyerek mektubuna son vermiş.

Büyük karındaşımız İshak ile bu mektubu okuyup ferahlayıp mesrur olduk. Haberci Arabı ihsanlara gark ettik. Mektubun cevabını yazıp yine onunla Cezayir'e gönderdik.


Sultan Selim Han'ın donanması

O sırada Kurtoğlu Muslihiddin Reis ile Deli Mehmed Reis'i ve yedi pâre hazır yağlı teknenin reislerini çağırttım, "Sizden ricam odur ki, inşallah bu mübarek seferlerinizde bir beş altı yüz adet şehbaz tuvâna yiğitler devrişip, sonra Cezayir'e karındaşım Oruç Reis'e götüresiniz... Ona yâr ve yâver olup kafadar olasınız... İnşallahu Teâlâ ben dahi işlerimi gereği gibi gördükten sonra Cezayir'e doğru gideceğim. Hemen Allah Teâlâ cümlemizin yardımcısı ola!" dedim.

Onlar da "Baş üstüne!" diyerek, o gün Tunus'tan kalkıp uygun günlerde Kıbrıs semtine doğru çekilip gittiler.

Yolda rüzgar muhalif çalıp, bunları Mısır engini semtine düşürdü.

Oralarda gezinirken sabah oldukta kendilerini bir ince donanma içinde buldular. Meğer o sırada Sultan Selim Han hazretleri Mısır'ı almaya gidermiş.

Kancabaş gelip, Muslihiddin Reis'i Kaptan Paşanın huzuruna götürdü. Paşa ondan haber sorduktan sonra bir miktar azarladı, "Padişah'ın Mısır üzerine seferi olduğundan sizin haberiniz yok mu? Niçin gelip din ü devlete hizmet eylemeklikte tekâsül edersiniz?" dedi.

Muslihiddin Reis dahi söz anlar mâkûlesinden bir adam olduğundan, "Devletlü Paşa! Hak Teâlâ senin vücudunu hatasız eylesin. Padişah hizmetinde tekâsülümüz yoktur. Hizmetimiz dahi hasbîdir. Başkaları gibi ücretle dahi işimiz yoktur. Eğer taraf-ı âlinizden bir -Geliniz!- ile davet olunsak, efendilerimiz bizleri hizmete davet eylemişler, deyu yüzümüz üzerine gideriz." diye cevap verdi.

Kaptan Paşa dahi Muslihiddin'in sözlerini beğendi. Hâsılı, donanma ile birlikte İskenderiye'ye gittiler. Fetihde beraber bulundular.


Muslihiddin Reis Cezayir'de

Fetihden sonra tekneleri ağızlarına kadar asker ile doldurup bir mübarek saatte İskenderiye'den kalkıp Cezayir'e yollandılar.

Tunus'tan çıkıp Mısır'ın fethinde bulunup da Cezayir'e varmaları cem'an yekûn iki buçuk ay tuttu.

Cezayir'e vardıklarında, Oruç Reis ferahlar kesb edip, azim mesrûr oldular. Yedi pare teknenin reisleri ile ve gazileri ile cihan cihan görüşüp, hal hatır soruştular, düğün bayram şâdlıklar eylediler.

Gayrı gün günden İslâm çoğalmaya başladı. Kafirler adanın burcuna kapanıp baş göstermeye cesaret edemez oldular.

Bu işler olup dururken, kafir yakasındaki mel'unlar bir araya gelip, "Hızır Reis'i nasıl edip de ele geçirip helak ederiz?" diye, yine hileler, tuzaklar kurmaya başladılar.

"Bu Hızır ve Oruç denen, azizlerin hışır hışır hışmına uğrayasıları şimdi boşlayıp imkan verirseniz, daha başımıza çok işler açarlar. Hemen yılanın başını ejderhâ olmadan kırmaya bakalım." dediler.

Zira Oruç Reis'in Cezayir'e varıp alıp, bu kadar kafir kırdığından haberleri olmuş idi. O yüzden yürekleri yanıp böyle konuşurlardı.