Fasıl 05 - Kâfir kelleleri

Beşinci fasıl,

Oruç Reis'e tuzak kurulmasına,
Ağam Oruç'un şehit düşmesine,
Yirmi bin kafiri kestiğimize,
Esirlerin isyanına ve
Otuz altı meşhur kaptanın boynunu vurdurduğuma

dairdir.

 

  • Oruç Reis'e tuzak kurulması
  • Yine alırız
  • Yerin gubârı, kanın buhârı
  • Oruç Reis'in güç duruma düşmesi
  • Cennet-i a'lâda buluşalım
  • Oruç Reis'in şehâdeti
  • Karındaşlarımın gamına düştüğüm
  • Kafirlerin sevinci
  • Kafirin nâmesine cevabım
  • Ekine orakçı girer gibi
  • Yirmi bin kafirden kalanlar
  • Barbaroşo
  • Türk başı için!
  • On üç bin esir olduğu
  • Esirlerin isyan etmesi
  • Düşmanların rüsvây olması
  • Kırando Kaptan'ın hıyâneti
  • Kaptanların boynunun vurulması
  • Kırando Kaptan'ın cesedi
  • Sen ki kafirlerin papazısın!
  • Kralın olacak köpek!
  • Murdarın alım satımı haramdır

Oruç Reis'in iki yüz çadır askerle geldiğini görüp firar eden Tilmisan Sultanı bu sırada Enked şeyhinin yanına sığınmıştı. Orada fitne dağarcığını açıp, kazanı kaynatmaya başladı. Zira şeytanlıkta üstad bir mel'ûn idi.

Tilmisan (Tlemcen-تلمسان) - Cezayir  |  Google haritasında mevkii

Hemen Vahran Markisi'ne mektup yazıp gönderdi.

Vahran (Oran - وهران) - Cezayir  |  Google haritasında mevkii

Şöyle demiş:

"Yazıklar olsun sana! Ben seni kendime vefakar dost bilirdim. Memleketimden, sultanlığımdan ayrıldım da beni hiç arayıp sormadın, halin nedir demedin. Bu kadar mal ve hazinemden bir akçe alamayıp salt başıma firar edip Enked içine düştüm. Devletim bir firkateci gidisine nasip oldu."

Daha bir çok şeyler yazıp ağlayıp, imdat dilemiş.

Bu mektup Marki'ye varınca, okuyup hâle vâkıf oldukta, hemen bir cevap yazıp Tilmisan Sultanına göndermiş.

Nâme şöyle imiş:

"Her ne muradın var ise bana bildiresin. Yâr odur ki bun deminden yâr ola, şâdlıkta her kim olur yâr ola" demişlerdir. Hemen malla mı olur, askerle mi olur, sana yardım ederim. Zira o firkateci benim dahi Kale'den gelen zahireme mani oldu. Şimdi pek sıkıntıdayız."

Kale ( Kalaa, القلعة) - Cezayir  |  Google haritasında mevkii

Mektupla beraber yirmi bin altın da göndermiş, "Hemen göreyim seni göreyim seni, güzelce hareket eyle, Arap dilâverlerinden asker yaz. Sen öteden ben beriden, firkateciyi Tilmisan'dan kaçıralım." demiş.


Oruç Reis'e tuzak kurulması

Tilmisan Sultanı da altın kuvveti ile kabilelerden asker yazdı. Bunlar "ya seni yine Tilmisan'a oturturuz yahut cümlemiz kırılırız" diye and içmişler.

Tilmisan Sultanı ise onların bu andına itimad etmeyip, "Sizin bu ahdinize vefa edeceğinize benim kalbim inanmaz. Ancak büyükleriniz birer evladını Vahran zabiti olan Marki'ye rehin bırakırsa inanırım." demiş.

Ötekiler de "Hemen senin kalbin bununla tatmin olacaksa başüstüne!" demişler.

Böylece şeyh evlâdlarından otuz kırk uşağı Marki'nin yanına rehin kodular.

Bundan sonra Tilmisan sultanı yirmi bin askerle kalkıp Vahran'a gelip Marki'yle görüştü.

Marki de on bin küffar askerini Tilmisan sultanına imdat gönderdi. Bu kuvvetlerle gelip Kale'yi aldılar. Tilmisan Sultanı gelip Kale'ye oturdu. Kale halkı da ona tabi oldular.

Bu haber Oruç Reis'e gelince, can başına sıçradı. Hemen Tilmisan'daki askerin başına geçip Kale'nin yardımına koştu. Amma Kale iki gün önce alınmış idi.

Bu arada, on bin kâfire başbuğ olan kâfir, Tilmisan Sultanına şöyle demişti:

"Şimdi Oruç Reis bizim Kale’yi alıp zapt ettiğimizi duyunca bu tarafa gelecektir. Ona tuzak kurmanın zamanıdır. Böyle fırsatı bir daha bulamazsın. Hemen askerini buradan al çekil. Tarâre'ye git orada göz kulak olup bekle, Oruç Reis kaleyi almak isteyip de gelince Tilmisan boş kalır. Sen de gider kavgasız döğüşsüz yerine oturursun. Buraya geldiği takdirde biz de onu kırarız. Sen de biz de kurtuluruz."

İspanyol başbuğu olan bu hınzır pek mütekebbir, mağrur bir köpek idi. Kâfir daima mertlik davası eder, "Eğer Oruç Reis bu tarafa gelirse ahdim olsun ki burç içinde kapanıp kalmam. Hemen taşra çıkar karşı korum. Ya taht ola ya baht ola." derdi.

Amma, 'Mağrurun hasmı Allah’tır' demişler.

Bu haberler kırık dökük Cezayir'e gelmeye başlayınca endişe ettim.

"Kim bilir ne olur ne olmaz! diyerek, hemen elli çadır asker çıkardım. Tamam bin yiğitin yanına bin de Arap atlısı katarak iki bin askeri, karındaşım İshak'ın emrine verdim. Yanına da İskender Kethüda'yı kattım.

"Ilgar ile, iki üç konağı bir edip tiz karındaşım Oruç Reis'e yetişesiniz!" diye gönderdim.

Hemen hareket edip, süratle Oruç Reis'e yolda kavuştular. Sevinip yeniden hayat bulup, orada bir gün oturak ettiler. Oruç Reis, İshak ve İskender ile cihan cihan görüşüp hal hatır soruştular. Gaziler dahi herkes, yâran yâranıyla görüşüp muhabbet eylediler.

Tilmisan Sultanı ise başbuğ dediğimiz kâfirin fikrini beğenerek bir gece askeri ile birlikte Kale'den çıktı, Tarâre dağına geldi. Oradan çaşıt gönderip Oruç Reis'in şehirden çıkmasını beklemeye başladı.

( Çaşıt: Câsûs )

Oruç Reis, Kale’nin alındığını öğrenince kan başına sıçrayıp, vilayeti şeyhlere emanet ederek alelacele Kale'ye doğru hareket edince çaşıt da hemen varıp ahvâli Tilmisan Sultanı'na bildirdi.

"Su uyur, düşman uyumaz" demişler. O da fırsatı ganimet bilip, gizlendiği yerden bir seher vakti çıkarak gelip Tilmisan'ı zapt etti, tahtına oturdu. Ol mel'ûnun tedbiri rast geldi.


Yine alırız

O sırada Oruç Reis, Cezayir’den imdadına gelen elli çadır ile buluşup görüşmekte idi. Durdukları yerden Kale'ye mesafe iki konaktı. Sabahleyin baktılar ki, bir süvâri at boynuna düşüp onlara doğru gelir, amma ne geliş. Gele gele geldi, meğer şeyhler göndermişler. Tilmisan Sultanı'nın hile ile Tarâre'den gelip Tilmisan'ı zapt edip önceki gibi yine yerine oturduğunu bildiren bir mektup yollamışlar.

Oruç Reis pek çok kasâvete battı. Sonra gazileri çağırıp hâlin neye vardığını anlattı.

Gaziler dahi, "Hemen sen sağ ol baba! Tilmisan için evvelden taş atıp kolumuz ağrımadı idi. Bir boş vilayettir bulup aldık. Şimdi sahibi gelip yine aldı. Hak teâla verirse yine alırız. Tilmisan Sultanı İslamdandır. Onunla iş kabildir. Evvelden kendi vilayetidir aldı. Eğer Ümmet-i Muhammed'e zulmetmekten vazgeçip, bizlere de vergisini seneden seneye tamam verir de Cezayir'e tabi olursa gene eskisi gibi vilayetinde dursun. Şimdiki halde biz önümüze bakalım." dediler.

Oruç Reis dahi, gazilerin bu şekerden tatlı sözleriyle teselli bulup, "Hak teala sizden razı olsun oğullar. Kalb-i mahzûnumu mir'ât-i İskender eylediniz. " diye dualar eyledi.


Yerin gubârı, kanın buhârı

Sabahleyin oradan göç edip Kale altına indiler, düşmana karşı durdular. Kâfirler ise, ertesi gün, İslam askerini hor görerek pervâsızca kale kapısını açarak onlara karşı çıktılar.

Kâfir askeri on binden fazla idi. İslam askerinin ise hepsi iki bin idi. Ammâ her biri beş on kâfirden yüz çevirmez yiğitlerdi.

Nasıl demişler ki:

Ne denlü çoğ olursa ördek ü kaz
Yeter imiş ona bir şahin-i b
âz

Gaziler, inâyet-i Hüdâ ve mûcizat-ı Mustafâ ile gazâya niyet edip hücum kıldılar. İki asker birbirine karıştı ve katıldı. Yer penbe misali atıldı. Yerin gubârı kanın buhârı, gazilerin dilinden gelirdi bir bir sübhânı...

(PENBE: Pamuk)

Üç, üç buçuk saat cenk oldu, kılıçlar kan ile âl-renk oldu. Çoğu ecel şerbetini içip serden geçerdi. Ecel terzisi don biçerdi.

Elhasıl İslam yiğitleri öyle bir kılıç vurdular ki, on bin kâfirden ancak dört yüz kâfir sağ kaldı. Onlar dahi gazilerin ateş saçan kılıçlarından kurtulamayıp "eman, el-eman!" diye çağırışmaya başladılar.

Amma gaziler hiddetlerinden bu feryatları duymaz, kâfirleri durmadan kırarlardı. Oruç Reis gazilerin arasına girerek "Çekin oğullar elinizi! Aman diyene kılıç yoktur!" der idi.

Ancak bu şekilde gaziler işi anlayıp cenkten el çektiler. Kalan üç dört yüz kadar kâfiri esir ettiler. Bu esirleri Cezayir'e gönderdiler.

Oruç Reis bin yiğit ile geçip Kale'ye oturdu. Muradları o kış Kale'de kışlamak idi. Kale'de yemelerinde içmelerinde oldular. Fakat bu cenkte çok gaziler şehit olmuşlardı. Karındaşımız İshak ile İskender Kethüda dahi bunların arasında idi.


Oruç Reis'in güç duruma düşmesi

Vahran zabiti olan Marki, bu ahvali olduğu gibi İspanya Kralına bildirdi. İspanya Kralı ise Telis'e hâkim tayin ettiği adamı öldürdüğü için Oruç Reis'e gayet kızgın idi. Şimdi daha çok hiddetlendi, öyle ki kâfir iken Yahudi oldu.

Hemen Vahran zabitine otuz kırk bin kâfir gönderdi ve şöyle ısmarladı:

"Eğer başın kendine lazımsa, Oruç Reis'in elinden Kale'yi alıp, o haydutların hepsini kılıçtan geçirip öldüresin. Hemen salt Oruç Reis'i zincire vurup bana gönder. Ben onu ne şekil ölümle öldüreceğimi bilirim. "

Marki de, kendine gönderilen otuz kırk bin kâfir ile apansızın Kale'yi muhasara edip döğmeye başladı. Dört tarafını da sıkıca tuttuklarından erzak da gelemedi. Gaziler tam üç ay Kale'den küte küt cenk eylediler. Azıkları tükendi. Cezayir'e bir haber göndermek de mümkün olmadı.

Kâfirler her gün cenk etmekten bıktılar. Gaziler de susuzluktan halsiz kaldılar.

Sonunda kâfirlerin kumandanları ile papazlar birleşip bir hile bulmaya karar verdiler.

Dediler ki:

"Bu Türkler inat bir millettir. Gelin bunlara yarın bir elçi gönderelim. Size eman verdik, silahınızla çıkıp gidin, diyelim. Eğer azıkları yoksa razı olup, Kale'yi bırakıp giderler. Eğer azıkları çok ise hepsi kırılır, amma biri kalsa yine Kale'yi bize vermezler.  Eğer eman ile Kale'den çıkarlarsa, o zaman, silahlarınızı bırakın, deriz. Onlarda silah bırakmak büyük ardır. Yani imkânı yok silahlarını bırakmazlar. O zaman biz de bunu bahane edip hepsini kırarız. "


Cennet-i a'lâda buluşalım

Bütün mel'ûnlar bu fikri beğendiler. Ertesi gün karar verdikleri şekilde Oruç Reis'e bir elçi gönderip teklifte bulundular.

Oruç Reis gazilerle meşveret etti, "Ne dersiniz oğullar? Kâfirler şöyle derler. " dedi.

O zaman gaziler de, "Dirlik ölmekten yeğdir" diyerek, çıkıp Cezayir'e gitmeye razı oldular.

Elçi de geri dönüp bu kararı kâfirlere bildirdi. Kaleyi bırakıp Cezayir'e gitmeye razı olduklarını söyledi. Kâfirler ferahladılar.

Ertesi sabah Oruç Reis, gazileri ile kuşanıp Cezayir'e doğru çıkıp gittiler. Kâfirler gelip Kale'ye girdiler, şenlik eylediler.

Oruç Reis Kale'den uzaklaşıp Cezayir'e doğru bir konağa gider gitmez, on beş yirmi bin kâfir arkalarından ılgar ile yetiştiler, "Üzerlerinizde olan silahı pusatı bırakın. Sağ çıkıp gittiğiniz yetmez mi?" dediler.

Oruç Reis, kâfirlerin hile tuzağına girdiklerini anladı.

Mücahitlere, "Gelin oğullar! Eğer beni dinlerseniz, kâfirlere silah vermektense hemen cümlemizin kırılması evlâdır. Ölüm hayattan ahsen ve a'lâdır. İmdi oğullar, er ölür adı kalır, at ölür meydanı kalır. Dünyaya gelenin ölüm şerbetinden içmesi elbette muhakkaktır. Sizinle bir nâm bırakalım ki kıyamete kadar dillerde destân olalım! Bir daha sizlerle cennet-i a'lada buluşalım." dedi.

Oruç Reis'in bu sözleri, açlık ve susuzluktan bitkin düşmüş olan gazileri canlandırdı. Yürümeye mecalleri yok iken, her biri birer kuzu büryanı yemiş gibi tokluk oldular, birer ejderhaya döndüler.


Oruç Reis'in şehâdeti

Önce Oruç Reis kendi tüfeğini gözüne alıp, kâfirle gaza niyeti edip, bülend âvâz ile çağırdı, "Ey ebedi mel'unlar, işte bizler adama silahı pusatı böyle veririz!" diye, tüfeği kâfirlere boşalttı.

Gaziler dahi hep birden tüfeklerini boşaltıp sonra dalkılıç olup kâfirlerin ortasına giriştiler. Öyle bir giriştiler ki anlatılmaz.

Sanki, ekin tarlasına orakçı nasıl girerse, kol kelle ne rast gelirse vurduklarını turp gibi kaydırıp düşürdüler. Kâfir kelleleri ayaklar altında yuvarlanıp; burun kulak, ayak tırnak, dülger yongası gibi tozardı.

Cenk gittikçe kızışıp, kâfirlerin ilerisi geriye kaçmaya başladı. Amma gerisi çok olduğundan kâfirler durmadan kuvvetlenmede idiler.

Gazilerin hepsi bin kişi idi. Öteki bini önceki cenklerde kırılmıştı. Bu bin gazi de kırıla kırıla üç yüz kırk kaldılar. Ötekiler hep şehit olup şahâdet şerbetini içtiler. Allah hepsine rahmet kılsın.

Şehitlerin biri de gazilerin serveri, mücahitlerin Reisi Oruç Reis idi. Şehadet şerbetini nûş edip şehit düştü. Allah rahmet eylesin.


Karındaşlarımın gamına düştüğüm

Kalan gaziler sabahtan akşama kadar yüz çevirmeyip, küte küt, kelle kelleye kâfirlerle cenk eylediler. Oruç Reis'in cenazesini şehitler arasından çıkarıp defnettiler. Sonra kâfirlerle dövüşe dövüşe kurtulup gittiler.

Bu üç yüz kırk gazi Cezayir'e gelip olan biteni hikâye edince, üzüntüden helak olayazdım. Karındaşlarım Oruç ile İshak'ın ve bunca gazilerin gamına düştüm. Yemeden içmeden kesilip kimse ile görüşemez oldum. Sonunda aklıma zarar gelecek oldu. "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billahi'l aliyyil azîm" deyip aklımı başıma topladım. "Küllü nefsin zâikatü'l mevt" ayetince, Allah teâlâ hazretlerinin kazâ ve kaderine razı olup "el-hükmü lillahi'l Vâhidi'l Kahhâr" dedim.

Kışı, melûl mahzûn Cezayir'de geçirdim. İbadet ve tâatle meşgul oldum. Amma karındaşlarımın ateşi bir an yüreğimden çıkmadı. Onları andıkça göz yaşı döktüm.


Kâfirlerin sevinci

Kâfir yakasında ise, Oruç Reis'in vefat haberi işitilince büyük şenlikler eylediler. Manastırlarda azizlerin habis ruhları için pek çok domuz kurban eyleyip sevindiler

"Belânın birinden kurtulduk. Şimdi Cezayir'de olan belâya bakalım." dediler.

Sonra, "Onun iki karındaşı ile bu kadar askerini öldürdük. Şimdi başı daralmıştır. Hemen bu ara, karındaşlarının efkârı ile zihni perîşân iken baskın edelim. Biz deryâdan, Tilmisan Sultanı karadan hayhuy ile varıp Cezayir'i alalım. O büyük belâyı da ele geçirelim." diye karar verdiler.

Cezayir üzerine sefer etmeye karar veren İspanyol kâfirleri, bizi karadan sıkıştırması için de Tilmisan Sultanı'na haber gönderdiler:

 "Senin de haberin olsun ki, murâdımız donanma çıkarıp, varıp Cezayir'i almaktır. Sen de bize yardım edesin. Türk tâifesinin Arap yakasından ayaklarını keselim. " dediler.

Kırk pâre kadırga donatıp günlerden bir gün Cezayir'e geldiler. Temnitos körfezine lenger-endaz olup yattılar. Üçüncü gün nâme yazıp elçi eliyle gönderdiler.

Şöyle demişlerdi:

"Sen ki Hızır Reis'sin,

Şöyle bilip agâh olasın ki, senin evvelden fırsat bulup bizim üzerimize gelip bazı rahneler açman, azizlerin bize hatırları kırıldığı içindi. Amma şimdi suçumuzu affeyleyip sizin fırsatınızı bize verdi. Bunun ilk müjdesini de gördük. İki karındaşını helak ve bu kadar askerini kırıp, Kale'yi aldık. Azizlerin yardımı ile Cezayir'i dahi almaya gelmişiz. Bâhusus senin kolun kanadın olan karındaşın Oruç Reis ile bu kadar cengâverlerini öldürdük. Sen şimdi beş on adam ile ne edeceksin. Eğer aklın varsa nâmem eline vardığında Cezayir'in anahtarlarını alıp ve boynuna makrama bağlayıp ayağıma gelerek affolunmanı isteyesin. Belki esir olmaktan kurtularak bir miktar mal ile vilayetinize gidebilirsiniz. İnat ve muhalefet edip aksine hareket edersen azizlerin başı için sana bir iş ederim ki, Âdem’den kıyamete kadar dillerde destan olursun."


Kâfirin nâmesine cevabım

Büyük divan toplayıp bu mektubu okuttum.

İçindekiler anlaşıldıktan sonra gazilere şöyle söyledim:

"Gaziler size müjde olsun. Kâfir, nâmesinde her ne ki yazmışsa poh yemiş ve yabana söylemiş. Allah'tan başka kimse yardım edemez; gerek İslama ve gerek küffara... Fakat nâmede bir şey yazmışlar ki onu kabul ederiz. Demişler ki, eğer sözümüze inat ve muhalefet ederseniz, size bir iş ederiz ki, kıyamet oluncaya dek söylenip dillerde destan olursunuz. Bu sözleri, inşallahu teâlâ Allah'ın izni ve Peygamber'in şefaatı ile ol kâfirlerin aksine zuhur edecek. Bizim onlara edeceğimiz işler, bir zaman olacak ki, tarihlerde yazılıp, ruhlarımızın rahmetle yâd olunmaklığına vesîle ve sebep olacak. "

Sonra kâfirden gelen nâmenin cevabını yazıp elçi eliyle kâfirlere gönderdim.

Nâmemizde şöyle cevap verdik:

"Ey mel'ûn-u ebedîler ve hınzır-ı sermedîler! O sizin helak eyledik deyu övündüğünüz yiğitlerimizin hepsi, cennet-i a'lâda makamlarını bulup muradlarına nail oldular. Bizler dahi onların nail oldukları mertebeyi özleriz. Öyle ölüm ancak talihli kula nasib olur. Elhamdülillah biz Ümmet-i Muhammed'den ve sünnet-i cemaatteniz. Hayatımız da pâk mematımız da... Öyle olunca bizim ne ölümden, ne de sizden bir korkumuz yoktur. Hemen elinizden geleni geriye komayın. Bildiğinizden kalmayın. Siz azizlerden yardım istiyor iseniz, biz bütün kâinatı yoktan var eden zevalsiz mâbudumuzdan isteriz. Siz de, inşallah bizim ne mertebe er olduğumuzu göreceksiniz."


Ekine orakçı girer gibi

Kâfirler bu mektubu okuyup içinde yazılanları anlayınca ateş kesildiler. Karaya asker döküp Cezayir hisarının etrafına hendek kazıp, metris yapıp hazırlandılar.

(METRİS: Harp sahasında askerin korunması için yığılan toprak, siper, istihkâm)

Ben de askeri hazır edip gazilere, "Sakın başınızı göstermeyin, kâfir hücum edinceye kadar ses çıkarmayın. Hareket onlardan gelsin. Cenab-ı Hakk zaferi müyesser eylesin!" diye tenbih ettim.

Kâfir askerinin başbuğu olan Komandator, "Beş on hayduttan mı korkuyorsunuz. Onlar şimdi kim bilir hangi bucaklarda sinip kalmışlardır. Hemen yürüyün hisarı zaptedelim." deyince, kâfirler gayrete gelip hisara doğru yürüdüler.

Amma gazilerin hepsi tayin olundukları hizmette idiler. Topçu topunda, tüfenkçi tüfenginde olmak üzere hazırdılar.

Cenab-ı Hakk hazretlerinden yardım dileyip, "Allah'ım, Müslümanları kâfirlere üstün kıl!" diye dualar ederdik.

Kâfirler top tüfenk altına girmişlerdi. Gaziler hemen top tüfenk alabandası sağıp sonra dalkılıç kâfirlere saldırmak isterlerdi.

Ben ise onlara mani olup, "Acele etmeyin, kon, iyice yanaşsınlar." derdim.

Kâfirler istediğim kadar yanaşınca, "Bismillahirrahmanirrahim, kâfirlerle gazâ niyetine!" deyip, İslam askerine işaret ettim.

"Allah, Allah" sadâsı ayyuka çıktı.

Kâfirlere bir top alabandası ile karışık bir tüfenk alabandası vurdular. Öyle vurdular ki, kâfirler, serçe alayı gibi zemine döküldüler. Sonra gaziler dalkılıç olup, ekine orakçı girer gibi, kâfirlerin merkezine daldılar. Kâfirlere öyle kılıç üşürdüler ki vasfı mümkün değildir.


Yirmi bin kâfirden kalanlar

Kâfirlerden kaçıp sandallara yetişebilen yetişti, yetişemeyen süratle cehenneme gitti. Kâfirler baktılar ki iş işten geçti, bela deryası boydan aştı, "Ölmekten dirilik yeğdir" deyip "mayna sinyor!" ile gazilerin kılıcından güç bela kurtuldular.

( MAYNA -Lingua Franca-: Teslim olmak. Bir şeyi halat veya palanga ile aşağı indirmek. )

Hepsi yirmi bin kâfir idi. Sekiz yüzünü esir ettik. Bir kısmı da gemilere kaçtı. Kalanın hepsi kılıçtan geçirildi, cehennemi boyladı.

Hepimiz bu büyük zaferin şükrü için Vacib-ül Vücûd hazretlerine hamd ü senâlar eyledik.

Kâfirlerin kılıçtan kurtulanları ise kaçarak düşerek gemilerine vardılar. Ye's ü mâtem içinde kalıp birbirlerine, "Azizler yine hıristiyanlardan yüz çevirdi, yine haydutlara nusret verdi." diye söyleşirken bir de baktılar ki, gökte fırtına bulutları ile şimşek yıldırım gürlemeye başladı. Bir an­da şimal rüzgârı çıkıp derya cûş u hurûşa geldi. Ortalık bir anda Nuh tufanına döndü. Öyle ki kırk kâfir kadırgasından ancak iki tekne kurtulabildi. Geri kalanların hepsi Temnitos körfezi denen yerde baştan­kara oldular. Boğulan boğuldu, sağ çıkanları gaziler iki ellerini kafalarına bağlayıp esir eylediler.

O kadar çok kâfir bağladılar ki, sonunda yorgun düştüler. Artık birbirlerine bağlatmaya başladılar. İnat edip karşı gelen kâfirlerin boyunlarını vurdular. Hâsılı kelâm öyle bir yüz aklığı oldu ki, anlatılamaz. Esir bol­luğundan nerdeyse bir soğana bir kâfir satılır oldu.


Barbaroşo

Kâfirler bana «Barbaroşo» diye lâkap taktılar.

"Ol diyavolo Barbaroşo cazulukla bizi bozdu. Gemilerimizi baştankara ettirip, bu kadar has hıristiyanlârın kimini öldürüp kimisini esir eyledi." diye ye's ü mâtem ederlerdi.

( CAZULUK: Cadılık )

Hakk teâlâ İslama nusret eyledi. Mel'ûnları perişan etti. Başları daima aşağı olsun!

Bundan sonra yememizde içmemizde, zevk u safâmızda olduk.

Şehir halkı daima gazilere dualar edip, "Hakk teâlâ sizleri Cezayir'e hızır gönderdi. Sizin eksikliğinizi bize göstermesin." derlerdi.


Türk başı için!

Aralarında yemin edecek olsalar, "Türk başı için!" diye ederler, Türk'e bu derece hürmet gösterirlerdi.

Hemen Cenab-ı Rabbü'l-âlemîn kıyamete kadar ol gazi Cezayir Ocağının üzerinden padişah nazarını uzak düşürmeye, gazi askerler dahi hürmette, izzette ve nusrette olalar, âmin.


On üç bin esir olduğu

Günlerden bir gün zindancıbaşı'ya "Var zindanda olan esirleri alıp huzuruma getir. Sayalım bakalım bu büyük ganimette ne kadar esir alınmış." diye emrettim.

Zindancı da varıp, gardiyanlarla ve iki üç yüz ku­şanmış gazilerle beraber zindanı açtı. Kâfirleri koyun sürercesine sürüp topladılar. Hesaba aldılar. On üç bin kâfir esir ile yirmi dört kalite kaptanı buldular.

Bu yirmi dört kaptanın içinde Kırando Kaptan der­ler, gayet bahâdır ve zeki bir kaptan da vardı.

Hatta bu kaptan, "Eğer bu kırk pâre kalitenin üzerine ben komandator olaydım, bu yüz karalığı olmazdı." dermiş.

Esirlerin hesabı gereği gibi malûm olunca tekrar ikisini bir demire çakıp zindanlara taksim eyledik. Kap­tanları başka zindana koyup tayınlarını ayırdık. Başla­rına bekçiler gardiyanlar koyduk.

Kırando Kaptanı ise kendi yanıma aldım, ölümlük ağır bir yarası vardı. Cerrahlarımıza baktırıp yarasını tımar ettirdim. Kendi yemeğimden verdirir, arada bir de hatırını sorar gönlünü alırdım.

Çünkü gerek kâfirden gerek İslâmdan işe yarar adamın hakkını teslim ederim.


Esirlerin isyan etmesi

Temnitos körfezinde baştankara etmiş olan kalitelerdeki mühimmatın Cezayir'e taşınması için vardiyanbaşına, "Beş altı yüz esir kâfir alıp, baştankara olan gemi­lerin mühimmatlarını sırtlarına yükletip Cezayir'e götürtesin. Kendi şeylerini yine kendileri taşısınlar." diye emretmiştim.

Olacak olsa gerek çâr ü nâ-çâr,
Gerek kalbin gen tut gerek dâr.

Fakat basiretim bağlanmış da vardiyanbaşına, "İki üç yüz yiğit de kuşanıp kâfirlerle beraber gitsinler." demek hatırıma gelmemişti.

Hem de iki kâfir bir prangada olduğundan vardiyanbaşı'nın da esirlerden ötürü kalbine bir korku gelmemiş.

Amma, "Su uyur, düşman uyumaz" derler. Düşmanı hakir görmemek gerektir.

Meğer bu kâfirler de demiri kesecek eğelerini ve sâir âletlerini hazır edekomuşlar.


Düşmanların rüsvây olması

Bu beş yüz kâfir elli altmış kadar vardiyan ile be­raber baştankara olan küffâr kalitelerini boşaltmaya Temnitos körfezine giderlerken fırsat bulmuşlar. Birbir­lerinin demirlerini açmışlar.

Zavallı vardiyanlardan yalnız ayağına çabuk olan bir tanesi kurtulup bize haber vermeye geldi, ötekiler şehit oldular.

Hemen gaziler kuşanıp, halk dahi, "Allah yolunda cihada!" diyerek kâfirlerin üzerine vardılar.

Dalkılıç olup, "Bre kâfirler, elimizden kande halâs olursunuz?" deyip, "mayna sinyor" deyinceye kadar kılıç üşür­düler. Ellerini kafalarına bağlatmaya razı olanlar kur­tuldu. Azıcık bile inat göstereyim diyenlerin cümlesini cehenneme gönderdiler. Kellelerini top gibi uçurdular. Tahminen üç yüz kadar kâfir kılıçtan geçirildi.

Gazilere, "İnat eden kâfirlere hiç aman zaman vermeyip kel­lesini vurun!" diye izin vermiştim.

Kâfirler koyun sürüsü gibi elleri bağlı sineleri dağ­lı, arkalarında gaziler döğerek huzuruma getirildiler.

Gaziler, "İşte sultanım, düşmanların payitahtında böyle rüs­vây olalar!" dediler.

Gazilere dualar ettim: "Berhurdar olasız oğullar! Hak teâlâ sizleri daima küffâr-ı hâksâr üzerine mansûr ve muzaffer eylesin!"

Bundan sonra esirleri daha iyi gözetmeye başladık.


Kırando Kaptan'ın hıyaneti

Kırando Kaptan'ın esir olmadan önce yanında bir uşağı varmış. Esir olduklarından sonra bu oğlanı zin­dancıya bağışlamıştım.

Bu oğlan, efendisi olan zindancıya yemek getirdik­çe Kırando'nun da hâlini hatırını sorarmış.

Zindancı da, "Kırando Kaptan benim yakınımdır dersin, gör gözet sıkılma!" diye izin vermiş.

Oğlan ise bu izni alınca, Kaptan'ın yanına girip konuşmaya başlamış.

Kırando Kaptan bu oğlana bir gün, "Sen esirlikten kurtulmak istemez misin?" diye sormuş,

Oğlan da, "Farzet ki istemişim, elden ne gelir?" diye cevap verince Kırando, "Gel şimdi sana bir şekil söyleyeceğim. Eğer yapabilirsen kendinden başka bütün hıristiyanları da kurtarırsın. Hem de hiç şüphe yok bu iyiliğin karşılığında cennete gidersin. Bizim de çok ihsanlarımıza lâyık olursun." demiş ve sonunda oğlanı kandırmış.

Oğlan. "Söyle bakalım" diye razı olunca, Kırando Kaptan oğlana şöyle öğ­retmiş:

"Efendin olacak zindancıyı iyi gözetle. Tamam uy­kuya varıp kendinden geçince, keskin bir balta ile ba­şına vurup helak edersin. Zindanın anahtarlarını alıp kapıları açarsın. Adalı kardeşlerimizin de bundan ha­berleri var. Onlar da sandalları hazır edip bizi bekleye­cekler. Hemen bizim işimiz yalıya varıncaya kadardır."

Kaptan'la oğlan kavl ü karar eylemişler. Oğlan bu işi boynuna almış. Sonra gelip baltayı öyle bilemiş ki ancak olur, yani Allah ırak eyleye, ne öküzde duracak ne balıkta.

Mel'ûnun, efendisi olan biçâreyi onarmaya niyeti bağlamış olduğu gece bir rüya gördüm:

Zindancı yatağında yatmış uyuyor. Zindancının hizmetkârı olan mel'ûn elindeki baltayı kaldırmış, zin­dancının başına indirecek. "Hay bre mel'un! Nişliyorsun çek elini!" diye bir nâra atıp uyandım.

Kalkıp abdest alıp iki rekât namaz kıldım. Rüyayı kendi kendime tâbir edip. "Zindancı biçâreyi Allah korusun, zira bu rüyada iyi görünmez." dedim.

Sabah olunca zindancı çıkageldi.

Onu görünce gülerek, "Behey adam ne ağır uykun varmış. Seni güç ile uyandırdım. Var kâfiri buraya getir." deyince zindancı çıkıp elleri bağlı olarak kâfiri aldı getirdi.

Meğer zindancı yatağa girip gaflet uykusuna dalın­ca, oğlan elinde balta ile fırsat gözetir imiş.  Bu sıra­da rüyasında beni görmüş.

Zindancıya. "Kendini sakın, gafil olma, şimdi düşmandan za­rar görürsün. Ardına bak!" diye seslenmişim. O da uyanıvermiş. Oğlan tam baltayı vuracakken bileğini tutup zaptetmiş.

Zindancı ise öyle gürbüz biri idi ki, hizmetkârı olan o mel'ûn oğlan gibi yirmisini bağlamaya kudreti yeter­di. Amma ne fayda ki, "Uyku küçük ölümdür" demiş­ler. İstersen ejderha ol, uykuda işe yaramaz.

Zindancı, oğlanı bağlayıp bırakmış, sabah olunca alıp huzuruma getirdi.

"Bu işi sen kendi başına mı, eyledin, yoksa sana baş­kası mı öğretti? Doğru söylersen cezadan kurtulursun." diye sual eyledim.

Oğlan da inkâr etmeyip, "Bunu bana Kırando Kaptan emretti." dedi.

O zaman emir edip Kırando Kaptanı getirttim.

Kırando'nun yüzüne tükürüp, "Bre mel'un sana ettiğimiz iyiliklerin mükâfatı bu muydu? Seni ötekilerden ayırıp zindana göndermedik, yaran iyi oluncaya kadar sana ayrı yer verip huzurla yatırdık. Kendi yediğimizden verip, cerrahlarımıza bak­tırdık. Ta ki tezce iyi olsun dedik. Sonunda böyle fesat çıkarmaya başbuğ olup tertipler kurarsın" diye ağır sözler söyledim.

Kırando kâfiri de, "Vallahi sinyor her ne söylersen hakkın var. Karar senindir. Benim niyetim falso olmakla işimiz rast gitmedi. Şimdi senin elindeyim, her nice dilersen ferman senindir." dedi.

Kırando kâfire yüz değnek vurdurup, ayağına ağır pranga, ellerine de kelepcek vurdurdum. Otuz altı kâ­fir kaptanını da cezalandırdım.

Bu haberler İspanya'da duyulunca, "Cezayir'de Barbaroşo bizim kaptanlara şöyle şöy­le etmiş." diye kâfirler büyük yeis ve mâteme düşmüşler.

Bunun üzerine papazlar toplanıp, bu otuz altı kap­tan için ne yapacaklarını konuşmuşlar:

"O kaptanların din uğrunda, haydutların bu kadar cevr ü cefasını çekmesi lâyık değildir. Biz burada oğ­lumuz uşağımız yanında, yeme içmemiz yerindedir. On­lar ise din uğruna kimisi candan oldu, kimisi esir. Barbaroşo'nun azab-ı eleminde olmaları bizim şa­nımıza yakışır mı? Hemen bu meselede akçanın gittiği­ne bakmayalım. İşi bitirelim. Olur ki akça kuvvetiyle Barbaroşo'nun elinden halâs ederiz." diye kavl ü karar eylemişler.

Bana haber gönderip, "Eğer iznin olursa Cezayir'e varıp esirlerimizi kur­taralım." dediler, ben de, "Pek güzel, gelsinler." diye haber verip pasaporta verdim.

( PASAPORTA: -Lingua franca- Geçiş izni, pasaport )


Kaptanların boynunun vurulması

Günlerden bir gün İspanyol tekneleri Cezayir'e gel­di. On dört bin kâfir kurtardılar. Kıymetlerini birbiri üstüne üçer yüzerden aldık. Hemen hizmet gördürmek için üç dört yüz kâfir alıkoyup geri kalanını hep bırak­tım. Kalanlar da onların mezhebinden değil idiler.

Kaptanların bahalarına gelince kolay anlaşamadık. Papazlar otuz altı adet kaptana iki buçuk milyon akçe verdiler. Ben razı olmadım. Üç milyona çıktılar. Ben de bu kadara verecek oldum.

O zaman âlimler gelip beni ikaz ettiler, "Ey mücahitlerin başı! İşittik ki kâfir kaptanları­na azatlık verecekmişsiniz. Fakat Kitap gereği, onlara hiçbir şekilde azatlık yoktur. Çünkü onlar deryada us­tadırlar, hile ve şer işlerinin beyleridirler. Onları ya sı­kıca hapset veya öldür." dediler.

Ben de. "Allah sizi mükâfatlandırsın! İşte ben böyle iste­rim. Bana Kitab'ın kavli ne ise ifade edesiz. Zira âlim­ler, peygamberlerin vârisleridir. Benim başım size bağ­lıdır." diyerek âlimlerin hatırlarını aldım, izzet ü ikram eyledim. Kaptanları da bırakmadım.

Papazlar Cezayir'den ayrılınca, kaptanların hepsi­nin boyunlarını vurdurup, pis cesetlerini deryaya attır­dım.

Ulemâ ve halk hakkımda şöyle söyleşmişler:

"Gazi Reis'in ve mücahitlerin şeriata olan bağlılık­larının derecesine bakın ki, ol kâfirlere şeriat gereğin­ce azatlık olmaz denince üç milyon akçeyi bir pul say­mayıp feda ettiler. Din düşmanlarına büyük rahne vurdular. Üç milyon akçe dilde kolaydır. "


Kırando Kaptan'ın cesedi

Kâfirler ise derlerdi ki, "Türk kısmına hemen çokça akçe verdikten sonra evlâdını bile satar, değil ki esiri vermesin."

Aralarında böyle söyleşip dururlarken, otuz altı kâfir kaptanın katlolunduğu haberi İspanya'ya varıp duyulunca kâfirler hadden aşırı yeis ve mâteme düşüp kırk gün çarşı pazara çıkmadılar.

Azizlerin yüzüne gözüne tükürüp, "Bu mertebe hıristiyanlardan yüz çevirmelerinden belli ki Turkuvaz oldular." diye söğüp saydılar.

( TURKUVAZ OLMAK: Türk olmak, müslüman olmak. )

Şeytan papazlar ise yer yer onları kandırıp şöyle derlerdi:

"Sakın azizlere fena söz söylemeyin. Zira darılacak olurlarsa Müslümanlara daha ziyade yardım ederler. Si­zin sabrınızı deniyorlar."

Bu sözlerle eşek kâfirleri aldatırlardı.

Katlolunan Kırando Kaptan'ın İspanya'da geniş soyu varmış. Hısımı akrabası Kral'a gelip feryad ü figân ettiler, "Senin hizmetinde oğlumuz bu kazaya uğradı. Bari ölüsünü bu tarafa getirt de düşman toprağında yatma­sın." dediler.

Kâfirler, bizim o heriflerin pis cesetlerini defnet­tiğimizi sanırlarmış. Biz ise kâfirlerin cesetleri İslâm mezarları arasında, bu şerefli toprakta bulunmasın diye deryaya atmış idik.

Kral yine başpapazı çağırıp, "Öldürülen Kırando Kaptan'ın cesedini Cezayir'den alıp buraya getirmenin bir yolunu bul. Bir tabut içine koyup getirt. Ne isterlerse ver. Akçenin gittiğine değil, işin bittiğine bak. Beni Kırando'nun akrabalarının di­linden kurtar." diye sıkı sıkı tenbih etmiş. Papaz da Cezayir'e doğ­ru yola çıkıp gelirmiş.

Bizim zindanda Abdurrahman adında gayet ferâset sahibi bir Müslüman vardiyan vardı. Bu adam Kı­rando Kaptan'ın cesedini akrabalarının arayacağını tah­min etmiş.

Otuz altı kâfir kaptanın boynu vurulduğunda taş bağlanıp cesetlerini deryaya atmak işine Abdurrahman'ı tayin etmiştim. O da gizlice Kırando Kaptan'ın cesedi­ni bir çukura gömüp otuz beş tanesini atmış imiş. Be­nim bundan haberim yoktu. Hepsi denize atıldı sanır­dım.


Sen ki kâfirlerin papazısın!

Papaz Cezayir'e gelip de huzuruma çıkarak kaptanların öldürülmesi işinden dolayı bir iki lâf deyince:

"Ey kâfir, şimdi eman ile gelmemiş olaydın, onların gittiği yere seni de göndermemiz gerekti. Ol katl olunan mel'ûnları Şeriat-ı Muhammediyemizin ahkâmı öldürdü. Benim dahi başım şeriate bağlıdır. Halbuki, şeriatimizin hükmü kıyamete kadar bâkidir. Sen ki kâ­firlerin papazısın, bâtıl yolunuzda şeytan aleyhillânenin adını aziz komuş, onu hâşâ sümme hâşâ ilâh tutu­nup, ondan medet yardım umarsınız. Azizler şöyle poh yemiş, böyle poh yemiş diye, ahmak kâfirleri bir par­mak üzerinde oynatıp kendinize taptırırsınız. Ya ben ki, elhamdülillah Müslümanım, kati delillerle sabit olan ahkâm gereğince, ol otuz altı kâfir kaptanlarınızı katl eylediğim yoksa gücünüze mi gitti?" diye sual ettim.

Papaz müslüman olayazdı.

Yanındakine, "Bu herif benden yukarı papaz, bununla başa çı­kılmaz, hemen işimize bakalım." demiş.

Bana, "Sinyor! Madem kaptanları katleyledin, hemen sen sağ ol. Lâkin senden ricam şudur ki, kaptanların mey­yitlerini götürmeye bana destur ver. Her birini tabutla­ra koyup sahiplerine vereyim. Hayatta iken verdiğim üç milyon akçeyi yine ölülerine dahi vereyim." diyerek benden ölüleri istedi.

Cesetleri Cezayir toprağına gömdük sanırmış.

"Ben onları, boyunlarını vurdurduktan sonra defnettirmeyip cümlesini denize attırdım." cevabını alınca kuru balık gibi kadit olup söz ede­cek mecâli kalmadı.


Kralın olacak köpek!

O zaman vardiyan Abdurrahman gelip elimi öptü, "Sultanım, ben kulunuz bir kabahat eyledim, eğer af buyurursanız söyleyeyim." dedi.

"Allah ve Resulü üzerine eman verdim, korkma." dedim.

Vardiyan Abdurrahman, "Sultanım, Kırando Kaptan soylu kişi olduğundan, ihtimal ki kâfirler bunun ölüsünü bile ararlar diye, otuz beşini emriniz üzerine denize atıp, Kırando'yu kumsala defneylemiş idim. İzniniz olursa çıkaralım. Ben sanırdım ki salt Kırando Kaptanı ararlar. Halbuki bunlar hepsini ararmışlar." dedi.

Kendi aklınca bize hizmet eylemek istermiş. Ga­zap ve hiddetimden kendimi kaybedeyazdım, "Sancağım hakkı için eğer sana eman vermemiş olaydım, seni öyle bir öldürtürdüm ki, başkalarına dahi ibret olurdun." diye vazifesinden çıkarıp koğdum.

Kırando kâfirini de tekrar oradan çıkartıp derya­ya attırdım.

Papaz yalvarıp yakardı ise de dinlemeyip, "Benim akçeye ihtiyacım yoktur. Var Kralın olacak köpeğe gördüğün gibi söyle." diyerek papazı da koğdum. O da hüsran içinde çe­kilip gitti.


Murdarın alım satımı

Bu hadisenin üzerinden bir kaç gün geçip de hid­detim yatışınca yakınımdakilerden bazısı, "Sultanım o kadar akçeyi almayıp elinizden kaçır­dınız. Kırando kâfirinin ölüsünden ne zarar gelirdi ki, pa­paza verip akçeleri almanız daha a'lâ olmaz mıydı?" diye sordular. 

"Düşmandan intikam almak bütün dünyaya değer. Bizim yaptığımız bu iş, İspanya yakasını tamamen yak­mamızdan daha tesirlidir. Hem akçe almayışımız kâfire göre büyük âlicenaplıktır. Zira kâfirler bizim hakkımız­da "Türklerin yanında akça ile bitecek iş çok kolaydır. Hemen Türk kısmına akça ver de gözlerini çıkar" di­yerek bizi küçümserler imiş. Bakındı dedikleri oldu mu? Kişi nâmıyle işler işi, namsız bir pula değmezmiş kişi. Biz bu kâfir kaptanlarına peş peş akça saymadık. Bunlar ilâhi yardım rüzgârının kendi gelenleridir. Din düşmanlarını yeis ve mâtem üzerine koduk. Bir zaman olur ki nâm ü şânımız tarihlerde yâd oluna. At ölür meydanı kalır, er ölür adı kalır. Bizden önce gelenler, her biri bir ad koyup gitmişler, hepsine rahmet olsun." diye cevap verdim.

( BAKINDI: Bak şimdi )

Yârânlar bu cevabı beğendiler.

"Niçin akçe almadın?" demelerine, "Murdarın alım satımı haramdır." deyişime ise, ulemâ da kulak çekip tahsin kıldılar.