Fasıl 06 - Hâinler ve sâdıklar

Altıncı fasıl,

Cezayir'i Osmanlı mülküne kattığımıza,
Padişah Hazretlerine gönderdiğim Hüseyin Ağa'ya,
Cezayir beylerbeyi oluşumuza,
Tunus ve Tilmisan beylerinin hayınlığına ve
Mesud ile Abdullah'ın Tilmisan beyliklerine

dairdir.

  • Bana izin verin gidiciyim
  • Padişah nazarı olmazsa
  • Hacı Hüseyin Ağa İslâmbol yolunda
  • Padişah-ı İslâm'ın duası
  • Venediklilerin yolu kesmesi
  • Cezayir'in Padişah nuru ile nurlanması
  • Cezayir Beylerbeyisi olduğum
  • Tunus Beyi'nin hayınlığı
  • Tilmisan Beyi'ne İbni Kâdî'nin cevabı
  • Şark'tan gelen iki karındaş
  • Tilmisan Beyinin başına gelenler
  • Fas askerinin kırılması
  • Mesud'un bize sığınması
  • Bre medet Hayreddin Paşa gelir!
  • Mesud'un bize muhabbetnâmesi
  • Mesud'un Firavun-u sânî kesilmesi
  • Abdullah'ın bize sığınması
  • Endülüs Müslümanları
  • Nereye nasara oğlu nasaralar!
  • Bedevilerin "Biz cenk ederiz!" demesi
  • Türkler erkek de biz avrat mıyız?
  • İki yüz gazinin hisara tırmanması
  • Mesud'un yanına yoldaş istemesi
  • Sözün insana benzer...

Vakta ki bahar eyyâmı gelip, bülbüller dere ke­narlarında, gülistanlarda feryâd ü terennüme başladığında, tekneler de hazır olunmaya baş­ladı.

Günlerden bir gün bana bir düşünce ârız oldu. Ken­di kendime çok tefekkür ettim, "Allaha şükür, Rabbimin yardımı ile, bir alay mü­cahit gaziyle gelip, din-i mübîn uğruna nice zahmetler çekip, şu vilâyeti açtık. Amma bu Arap taifesi, Cihan Padişahının kim olduğunu bilmezler. Hutbeyi Fas Pa­dişahı üzerine okutup, sikkeyi dahi onun üzerine kaz­dırırlar. Ey koca biçâre Hızır, eğer sana Hak yardım ederse hutbeyi ve sikkeyi şevketlü Selim Han üzerine edebilirsen, ol saadet iksirine kavuşursun." deyip, o gece istihareye yattım. Güzel hayırlı beşâ­retler belirdi.

Sabah oldukta oturup kahvaltımı edip, kahvemi iç­tikten sonra âlimleri, eşrâf ve âyânı, şeyhleri ve murâbıtları hep huzura çağırttım.

Cümlesinin hâl ve hatırlarını sorup, izzet ve hürmet eyledim. Taamlar yenip, dualar edilip, şerbet ve kahvelerden sonra keyifler tamam oldu.


Bana izin verin gidiciyim

Sohbet sırasında edep ile iki diz üzerine gelip, "Efendiler, izniniz olursa, muradım sizinle bir meşveret eylemektir, ne buyurursunuz?" diye sordum.

Ulemâ ve hepsi birden "Pek güzel ya emir-el mücâhidin! Buyurunuz. Rabbimiz bize hayırlar duyura." diye cevap verince, şöyle devam ettim:

"Efendiler, ben fakir, âciz, bîçâre bir günahkâr ku­lum. Buraya beldenize, bir alay mücahit gazilerle gel­dim. Din-i mübîn uğruna can verip baş aldık. Allah'a hamd olsun, kâdir olduğumuz kadar mâmur ve âbâd ey­ledik. Beldenize gelip ayak bastığımızda, kale ve burç­larınızda yirmi otuz pâre işe yarar top bulunmazdı. Cephane ise şöyle dursun... Şimdi çok şükür beş altı yüz pâre top peydâ eyledik. Ona göre bu kadar harp âlet ve mühimmatını mahzenlere koyduk. Ayrıca derya yüzün­de cihad edecek iki direkli bir kayığınız yok idi. Şimdi çok şükür yirmi iki pâre mükemmel tekneleriniz oldu. Elhâsıl beldenizin her işini çekip çevirdik. Şimdi hepi­niz bana izin veriniz. Varayım asıl vatanıma gidip yer­leşeyim, ömrümü rahat içinde geçirip duacı olayım. Siz de içinizden uygun bir hâkim seçiniz."

Bu sözlerden maksadım onları nezaketle imtihan etmek idi. Bakalım benden hoşnutlar mı, yoksa değil­ler mi?

Bu cemaatin içinde iki şeyh vardı ki, bunlar bel­denin büyüklerinden idiler.

Birine Ahmed bin Kâdî, ötekine Muhammed bin Ali derlerdi. Bu şeyhlerin ikisi de sözlerimi işitince ayağa kalkıp ayağıma düşüp ağladılar.

Dediler ki:

"Ey mücahitler reisi! Ne olaydı, senin bu sözlerini işitmeden Cenab-ı Hak ruhumuzu kabz edeydi! Bu bel­deyi evvel Allah sonra sen ihyâ eyledin. Bu kadar Ümmet-i Muhammed senin mübarek teşrifinle istirahat eyleyip, emniyet içinde âsûde-hâl oldular. Allah teâlâ senden razı ve hoşnut olsun. Bütün geçmişlerine rah­met eylesin. Sen bizim anamız babamızsın. Bizi bırakıp içimizden çıkıp gitmenize hiç bir şekilde razı değiliz. Yok eğer, elbette giderim dersen, yarın rûz-i cezâda ya­kanı elimizden kurtarman mümkün olmaz. Eğer evlât­larımızdan hatır-ı şerifin kırıldı ise kendi elimizle tutup huzuruna getirelim, emir senindir. Sen bugüne bu­gün bizim emîrimiz ve serdârımızsın. Allah teâlâ, Al­lah'a ve Resulüne ve sizden olan reisinize itaat ediniz, buyurmuştur. Yani kişi Allah'a ve Resulüne ve reisine itaat etmedikçe mümin olamaz. Şimdi biz sana itaat­kârız, emirlerine razılarız."


Padişah nazarı olmazsa

Bu şekilde hadden aşırı niyaz edip kalmamı istedi­ler. Anladım ki bunlar sâdık kimselerdir.

Bir zaman sakalımı tutarak düşündüm.

"Madem benim gittiğimi istemezsiniz. Benim ağırıma, acıma yardım etmeniz lâzımdır. Güzel gelen işi Allah'dan, fenayı benden bilmeyeceksiniz."

Cemaatin hepsi "Baş üstüne, elbette!" dediler.

Bundan sonra, asıl maksada girdim:

"Cümlenize malum olsun ki, bu vilâyet, Haremeyn-i Şerifeyn kisvesini giyip, Halife-i Rasûlullâh olan şevketlü mehâbetlü Padişah-ı rûy-i zemîn hazretlerinindir!"

Hepsi birden "Evet ey mücahitler reisi, öyledir!" dediler.

"Ya böyle, vilâyetin Pâdişâh vilâyeti olduğunu bilirsiniz de niçin hutbeyi Fas Padişahı üzerine okutup, sikkeyi de onun adına kazdırırsınız? Bu insafa lâyık mıdır? Bir vilâyet üzerinde Padişah nazarı olmadıktan sonra o vilâyetin hali neye varır?" dedikte hepsi başlarını eğip, "Sen bilirsin ey emir, biz böyle bulduk." dediler.

Ben de, "Benim bildiğim odur ki, bu Cuma hutbeyi şevketlü Gazi Sultan Selim Han diye okuturuz. Sikkeyi de onun üzerine ederiz. İşte benim bildiğim bu." dedim.

Cümlesi "Baş üstüne. Hüküm senindir. Hepimiz senin hiz­metindeyiz." diye cevap verdiler.

Tekrar cemaatin ve âlimlerin hatırlarını alıp, "Allah sizden de razı olsun. Sizinle işte bu şekil üzre gönül birliği edelim. Varınız cemaatten birkaç akıllı faziletli adam bulup hazır ediniz. Hâli Şevketlü Hünkârıma olduğu gibi arz ediniz. Hem, Hünkâr'a ve devlet ricâline lâyık hediyeler hazır ediniz. Hünkârımı­za gönderip duâsına mazhar olalım." dedim.

Hepsi fikrimi beğenip söyleştiler:

"Gördünüz mü padişahına ne kadar bağlı ve itaat­lidir. Bir başka soysuz olaydı, bu yüz aklığına göre bel­ki padişahlık dâvasına kalkardı. Ne demişler, asil az­maz, merd-i kâmilden hata gelmez."

Birkaç gün sonra hepsi bir araya gelip benim hak­kımda Şevketlü Selim Han hazretlerine bir arz yazmış­lar. Getirip bana gösterdiler, okudum, pek beğendim. Bahadarlığımı ve adaletimi medh edip arş-ı a'lâya çı­karmışlar.

"Allah teâlâ cümlenizden hoşnut olsun. Ben günah­kâr bir kulum. Hepsi sizin iyiliğinizdendir." dedimse de, "Ne kadar medh etsek binde birini söyleyemeyiz." cevabını verdiler.

Ben de erkân-ı devlete muhabbetnâmeler yazıp he­diyeler ayırdım. Dört pâre mükemmel firkate yağlayıp hazır ettik. Leventlerden seçkin gazileri bunlara tayin ettim. Leventlerin üzerine Hacı Hüseyin Ağa'yı koydum. Devlet-i Aliyye tarafına gidecek hediyeleri de ona tes­lim ettim. Hacı Ağa akıllı ve tedbirli bir kimse idi.


Hacı Hüseyin Ağa İslâmbol yolunda

Bu dört firkatenin her türlü levâzımatını gereği gibi gördük. Cuma namazından sonra bir mübarek saat­te yola revan olup "getir elin Islâmbol" deyüp, çeküp gittiler.

Uygun eyyâmla yirmi birinci günü Âsitâne-i Saâdet'e varıp dahil oldular. Bir mübarek saatte İslâmbol'a girdiler.

Şevketlü Sultan Selim Han hazretleri Yalı Köşkün­de idiler. Hünkâr kancabaşı gelip teknelerden haber alıp alelacele Şevketlü Sultan Selim hazretlerine arz olundu.

Kancabaş tekrar gelip Hacı Hüseyin Ağa'yı Padişah'ın huzuruna götürdü. Hüseyin Ağa, hakkımda Ce­zayirlilerin yazdığı arzı ve Padişah-ı âlem-penâh Haz­retlerine olan hediyelerimi yanına aldı. Bunları yirmi beş Frenk oğlanına yükletip, yoluyla, erkâniyle Sultan Selim hazretlerine varıp buluştu. Âdâb-ı pâdişâhîyi ye­rine getirip arzı ve hediyeleri takdim etti.

Sultan Selim hediyeleri bizzat görüp beğendi. Padişah-ı İslâm iki ellerini kaldırıp bana dualar kıldı:

"Hızır Reis, Nasreddîn ve Hayreddîndir. Hayreddîn lalam düşmanlar üzerine daimâ muzaffer olsun."

Hacı Hüseyin Ağa'ya hil'at giydirdi. Ağa için ko­nak döşetip tayinat verdi.


Padişah-ı İslâm'ın duası

Hacı Hüseyin Ağa da erbâb-ı devletin hediyelerini hep yerli yerine verip hizmetini gereği gibi yerine ge­tirdi. Sonra tekneleri hazırlamaya başladılar. Asitâne-i Saâdet'te kırk bir gün oturdular. Tekneler hazır olunca Tersane-i Âmire'den çektirip Yalı Köşkü'nün önüne geldiler.

Padişah-ı İslâm, Cezayir teknelerinin gideceklerin­den haberdâr idi. Onları seyretmek için Yalı Köşkü'ne gelmiş idi.

Tekneler yollu yolunca üçer kat şenlik eylediler. Hünkâr'ın kancabaşı gelip Hacı Hüseyin Ağa'yı alıp Padişah'ın huzuruna götürdü.

Sultan-ı Âlem kendi hattı ile yazdığı beylerbeyilik fermanını Ağa'ya teslim eyledi. Bir cevahir taş oturt­ma sonkur kılıç ihsan eyledi. Bir hil'at-ı fâhire verdi. Bir dibâ sancak ve bir filandıra verdi. El kaldırıp tek­rar bize ve Ocak'a ve gazilere büyük dualar edip "Allah teâlâ onları düşmanları üzerine daima mansur ve muzaffer eylesin." dedi.

Sonra Sultan Selim Han hazretleri beylerbeyilik be­ratında beyan buyurduğu muhabbetini tekrar lisânen Hacı Hüseyin Ağa'ya söyleyip, "İş bu kılıcı lalam Hayreddin Paşa'ya götür. Ona bergüzârım olsun. Din düşmanlarına benim aşkıma ga­zâlar eylesin. Ve sancak ile filandırayı yanından ayırmasın. Ne zaman açarsa gâlip ve mansûr olsun. Hak teâlâ iki cihanda yüzünü ak eyleye." diye el kaldırıp dua etti.

Hacı Hüseyin Ağa da âdâb-ı pâdişâhîyi yerine ge­tirip Sultan Selim'e vedâ edip tekneye geldikten sonra üç kat daha şenlik eyleyip yelken edip yola revân ol­dular.


Venedik gemilerinin yolu kesmesi

Sekizinci gün Koron'a vardılar. Burada sekiz pâre vardakosta Venedik gemisi buldular.

Koron ( Koroni) - Yunanistan  |  Google haritasında mevkii

( VARDAKOSTA: -Lingua Franca- (guarda coste): Sahil güvenlik gemisi.)

Bunlar, "Cezayir hakimi Hızır Reis'ten Sultan Selim'e he­diyelerle dört pâre gitmiş, dönerken tutalım." diye beklerler idi.

Amma İslâmbol'dan çıkmazdan evvel Sadrazam'ın izni ile Venedik Balyozu'ndan patente alınmış, Hacı Hü­seyin Ağa'nın eline verilmişti. Eğer yolda korsan gemi­lerine rast gelirseler incinmesinler, diye...

( BALYOZ: Venedik devletinin Osmanlı nezdinde bulunan elçisi)

(PATENTE: İzin kağıdı)

Dört pâre Cezayir teknesi Koron limanına gelirken tamam limana yaklaştıklarında Venedik gemileri ol ma­halde lenger-endaz olup yatarlardı. Gelenlerin Cezayir tekneleri olduklarını bilince, firkate ve kancabaşları do­natıp iki üç pâre yürük gemileri demirlerini salpa edip, teknelerin önlerini kestirmeye çalıştılar. 

(SALPA ETMEK: Demir almak)

Amma tekneler hiç istiflerini bozmayıp, hemen pru­vaları liman deyip gelirlerdi.

Ceneral bu hâle bakıp, "Bu diyavololar bizimle bozuşuk iken, böyle çekin­meden kaçmadan gelirler. Bunda yine Balyoz'un bir poh işi vardır." demiş.

Tekneler limana girip yaklaşınca Hacı Hüseyin Ağa sandala girip doğru Ceneral'in sefinesine çıktı. Balyoz'­un kağıtlarını gösterdi. Venedik gemileri onları bırakıp gittiler.


Cezayir'in Padişah nuru ile nurlanması

Tekneler de Koron'dan hareket edip Cezayir'e sâli­men vardılar.

Hacı Hüseyin Ağa gelip Sultan Selim Han'ın hatt-ı hümâyûnunu ve verdiği emanetleri hep teslim etti. Ve dahi lisânen her ne muhabbet söyledi ise hepsini bir bir tabşırıp ifade eyledi.

O gece büyük ferahlık içinde yattım.

Ertesi sabah büyük divan topladım. Bütün âlimler, sâlihler, şeyhler, hâs u âm ve gaziler hazır bulundular.

Padişah hazretlerinin ihsan buyurdukları hil'atı gi­yip, kılıcı boynuma hamayıl gibi asıp ayakta durdum. Fermân-ı hümâyûnu dinlemeye hazır oldum. Hatt-ı Hü­mâyûn kılıfından çıkarılıp Büyük Hoca'nın eline veril­di. Yüksek sesle okundu.

( HAMAYIL:  Boyna takılan muska )

Hepsi, "Duyduk ve gereğince hareket eylemek bizim için saâdettir." dediler.

Şerbetİer içilip şenlik şâdımanlıklar edildi. Gazile­rin ihsanları artırılıp bahşişleri verildi.

Cuma günü hutbe Sultan Selim Han üzerine oku­nup, sikke dahi onun ismine kazıldı. Cezayir, padişah nuru ile münevver oldu. Padişah duasına mazhar oldu. Allah teâlâ daima padişah nazarını üzerinden eksik eylemeye.


Cezayir Beylerbeyisi olduğum

Böylece padişah fermânı ile Cezayir-i Arap beylerbeyisi oldum. Bize Allah için muhabbet edenlerin mu­habbeti ve sadâkati daha ziyâde oldu. Memnun olup şükrettiler. Amma niyeti fâsit olanların hasetlikleri ağaç kurdu gibi yüreklerini oyup sonunda ölümlerine sebep oldu.

Bir kişinin ki yardımcısı Allah ola,
Var kıyas ey­le ki ol ne ola!

Niyet saflığı gibi yoktur. Zira her şey niyete bağlıdır.

Hacı Hüseyin Ağa'ya büyük mansıp ile kayırıp çok ihsanlar ettim. Ortalık âsûde-hâl oldu. Cezayir'in işle­riyle uğraşır olduk.

Sultan Selim Han'ın bize Cezayir Beylerbeyliği ver­diği etraftan ve kâfir yakasından işitilince herkes dilindeki taşı bırakıp başını hırkaya çekti.

Amma eski meseldir, su uyur düşman uyumaz, der­ler.


Tunus Beyi'nin hayınlığı

Tunus Beyi ki, aramızda dostluk olup karındaş gibi idik. Aramızda bu kadar hak hukuk vardı. Merhum Oruç Reis karındaşımla ve dilâver gazilerle önce Tu­nus'a gelmiştik. Küffarlâ cihad edip ganimet almıştık. Bu mal ile Tunus mâmur olmuş, kendisi de bizim sebe­bimizle bu kadar mal ve hazine sahibi olmuştu. Tunus'un fakir fukarası da zengin olmuşlardı. Amma bu iyi­liklerimizi unuttular.

Tunus Beyi, Tilmisan Beyi'ne bir nâme yazıp gön­derdi. Şöyle derdi:

"Sen ki Tilmisan Beyi'sin.

Nâmem sana vardıkta bilesin ki, sana da bana da belâ nedir dersen, ol izbandut Hızır Reis dedikleri he­riftir. Bir zamanlar Türk yerinde izbandutlukla iki ka­rındaş ortalığı yakıp yıkıp, sonra bunların hesapları devlette duyulup başlarına emir çıkınca, bir baş kurta­racak yer bulamayıp benim yanıma gelip sığındılar. Birkaç zaman benim yanımda eğlenip pek çok ganimet getirdiler.

Sonra varıp Becâye kalesini muhasara ettiler.

Barutları tükenip benden barut istediler, verme­dim. O zaman bana kızdılar. Varıp Cezayir'i alıp zapt ettiler. Oruç Reis, Kale çenginde öldürüldü. Şimdi belâ­nın büyüğü, bu Hızır Reis kalmıştır. Cezayir'de çok yüz aklığı ediyor. Beldenin şeyhleri bir araya gelip kendisi­nin tarifi üzerine Sultan Selim hazretlerine arz yaz­mışlar. Hızır Reis'ten çok şükürlük getirmiş, şöyle ba­hâdır kulundur, deyu, izbandutu arşı a'lâya çıkarmışlar. Padişah da madem vilâyetli istemiş dilemiş, zahir iyi adam olmalı; olmayaydı istemezlerdi diyerek, şimdi onu Cezayir'e beylerbeyi nasb eylemiş. Hızır Reis şimdi Hayreddin Paşa oldu.

Bununla izbandutluğu zamanında söyleşilmezdi. Nerde kaldı ki şimdi hatt-ı hümâyunla beylerbeyi olup, padişah malûmu olduktan sonra... Hem de padişah bir cevahir taş oturtma sonkur kılıç hediye göndermiş. Herif kaameti artırdı.

Gözünü aç. Hele beni barut meselesi için gör ki ne yapar. Tedbirimizi alalım. Bu işin çâresi İbni Kâdî ve İbni Ali ile arasını bozuşturmaktır. Bunları düşman edersen, nüfuzlu şeyhlerdir, onun hakkından gelirse bu iki şeyh gelir. Onlar birbirine düştükte biz uzaktan se­yirci oluruz."


Tilmisan Beyi'ne İbni Kâdî'nin cevabı

Tunus Beyi böyle olmadık herzeler yemiş. Nâmesi Tilmisan Beyi'ne varınca o da İbni Kâdî'ye mektup ya­zıp hakkımda olmadık lâflar ettikten sonra, "El birlik edip Hayreddin Paşa'yı ara yerden kaldı­ralım. Türk kısmından bir fert komayalım" diye teklif etmiş.

İbni Kâdî de Tunus Beyi'ne ve Tilmisan Beyi'ne nâme yazıp şöyle demiş:

"Sizin bana Hayreddin Paşa için yazdıklarınız ma­lûmum oldu. Lâkin şöyle bilesiniz ki Hayreddin Paşa'nın her kim ki hakkında bir fena söz söylerse o benim düşmanımdır.

Önce sen, ey Allah'dan korkmaz Tunus Beyi hayını! Hayreddin Paşa'nın sana ne zararı dokundu? Seni mal ve hazine sahibi eyleyip vilâyetini mâmur eyledi. Cezayir'i almak kasdıyla bu kadar ağır düşmanlar gel­di, elhamdülillah, Hakk'ın yardımı ile hepsinin başını kırdı. Düşmana rağmen İslâm'a parlaklık vermek için üç milyon akçayı reddedip, otuz altı benim diyen kâfir kaptanların boyunlarını vurdurdu, cesetlerini denize attırdı.

Öyle ıztırablı halde, din gayreti çekip gerek senin ve gerek Tilmisan Beyi'nin ol mücahit Hayreddin Paşa'ya bir imdadınız dokundu mu? Evvelden cefasını çekti, şimdi sefasını sürsün, sıhhatler olsun. Kılıcı ekmeğidir. Her kim haset ederse, varsın Hayreddin Paşa gibi yüz aklığı eylesin de murad ü maksûduna nail olsun.

Yoksa hasedden ne çıkar. Her şey Allah teâlâ haz­retlerinin kudret elindedir. Dilediğini aziz eder, dilediğini zelil eder. İşinde fâil-i muhtardır. Kimse hikmetin­den sual etmeye kadir değildir. Amma o herkese sual eder.

Hayreddin Paşa tutalım ki evvelden izbandut imiş. Amma şimdi bugüne bugün Padişahın bir vezir-i âlî-şânıdır. O ki Padişahın adamıdır, eğer sonun hayırlı olsun, iki dünya saadetine ereyim dersen, onun hayır duasını almağa çalışasın.

Onun karındaşı Oruç Reis merhumdan çok iyilik­ler gördüm. Sizin gibi küfrân-ı nimet olacak halim yoktur. Allah teâlâ düşmanlarını baş aşağı eylesin. Benim ona duadan gayrı bir işim yoktur."


Şark'tan gelen iki karındaş

"Hepiniz bilirsiniz ki babam âlim ve fâzıl bir kişi idî. Bana günlerden bir gün "Bak oğul, sana bir nasihat edeceğim, amma küpe gibi kulağında tutacaksın. Şüphesiz bir gün olur, işitir veya görürsün. Şöyle belle ki, filânca tarihte Şark tarafından iki karındaş şahıs gelseler gerektir. Büyüğünün adı harf-i savm ola. Sen onunla buluşup ondan çok hayır göresin gerek. Ve kü­çük karındaşının adı hayr ola, ondan dahi hayır göresin. Lâkin şeytanın hilesine aldanma" demiş idi.

Tam dediği gibi geldi, çıktı. Oruç Bey rahmetullahi aleyh önce Cicel limanından çıkıp karadan Cezayir'i almaya giderken bizim obamıza uğradı.

Ben ona kılavuz olup Cezayir'e getirdim. Avn-i Hüda mucizât-ı Mustafa ile Cezayir feth olundukta, bana şimdi bulunduğum vatanı bağışladı. Vergiden muaf tuttu. Onun sayesinde mal ve kuvvet sahibi oldum. Şimdi­ye kadar yeyip içtiğim Gazi Oruç Bey merhûmun berekâtıdır.

Şimdi ise karındaşı Hayreddin Paşa hayırlı bir kimsedir. Cezayir'e Sultan emri ile beylerbeyi olduğun­dan büyük ferahlık duyduk. Allah teâlâ yardımcısı ol­sun. Merhum karındaşı Oruç Bey ne şekil velinimetimiz efendimiz ise Hayreddin Paşa dahi efendimizdir.

Pederim merhumun, "Eğer şeytan hilesine uymaz­san, ismi hayr olandan da çok hürmet bulursun" deme­si de... İşte ismi hayrdan murat Hayreddin Paşa'dır, şeytan hilesi ise siz iki şeytanlarsınız. Biriniz Tunus şeytanı ve biriniz Tilmisan şeytanı, ikiniz bir olup beni kandırmaya çalışırsınız. Babam merhumun ermiş bir zat olduğundan şüphem kalmadı.

Benim Hayreddin Paşa efendimize hayır duadan özge işim yoktur. Kemlik düşünenleri Hak teâlâ iki ci­handa hor hakir eyleye."

İbni Kâdî bu mektubu yazıp Tilmisan Beyi hayınına gönderdi. Tilmisan Beyi de İbni Kâdî'nin bu nükteli cevaplarını Tunus Beyi münâfıkına bildirdi.

Tunus Beyi baktı ki İbni Kâdî'den bir fayda yok, bir zaman sükûta vardı. Tilmisan Beyi ise kendi fikrince bize zarar vermek istedi. Bir miktar müfsit ile bera­ber bize bağlı bazı yerleri yağma eyledi. Hiç vakit ge­çirmeden bin beş yüz gazi ve bin beş yüz süvari ile varıp cezalarını verdim. Tevbe edenler kurtuldu, etmeyen­ler kılıçtan geçti. Bu bedevi Araplar o zamandan sonra bir dahi Cezayir'e âsi olmamışlardır.


Tilmisan Beyinin başına gelenler

Oruç Reis Tilmisan'ı feth eyledikte Tilmisan Beyi kaçıp Vahran kâfirinden yardım istemiş, Bey'in iki ka­rındaşı da Oruç Reis'in havfından Fas'a firar etmiş­lerdi.

Tilmisan Beyi tekrar gelip tahtına oturduktan son­ra Fas Sultanı'na mektup ve hediyeler gönderip karındaşlarının gelmelerini rica etmişti. Fas Sultanı onlara tayınlar verip saraylar döşeyip yeme içmelerini, zevk ve sefalarını temin etmişti. Rahatları Tilmisan'dakinden iyi idi.

Fas Sultanı bunları huzuruna çağırıp, karındaşla­rının nâme gönderip onları davet ettiğini bildirdi.

Onlar da, "Madem ki karındaşımız bizi istemiş, gideriz. Da­vete icabet lâzımdır." dediler.

Fas Sultanı bunların her çeşit levâzımlarını görüp yanlarına da bir miktar asker verdi. Tilmisan'a doğru yola çıktılar.

Günlerden bir gün Tillet'e vardıklarında Tilmisan Beyi'ne haber geldi:

"Gözün aydın! İşte karındaşların, hesaba gelmez Fas askeri ile senin üzerine geliyorlar."

Tilmisan Sultanı'nın aklı başından gidip, "Ya biz onlara gelsinler dedikse asker ile mi gel­sinler dedik. Dostluğa gelen adam böyle gelmez." diye mektup yazıp Tillet'e gönderdi.

Karındaşları mektubu alıp okuyunca cevabını yazıp Tilmisan Sultanı'na, "Benim karındaşım. Bizi hem davet ettin, hem dön­dün. Münafık sözüne uyup bize bu şekilde cevap gön­derdin. Eğer bize, gelsinler diye haber gönderdiğine nâ­dim oldun ise, dönüp geldiğimiz yere gideriz. Hemen sen bizden ötürü kalbine bir şüphe getirme." dediler.

Tilmisan Sultanı nâmeye verdiği cevapta, buna kar­şılık "Tâ cehenneme gitsinler!" demiş.

Bunun üzerine kardeşleri Mesud ve Abdullah bu sözden çok mahzun oldular. Yanlarında bulunan asker­lerin kumandanları, "Niçin elem çekersiniz? İsterseniz size Tilmisan'ı alıverelim." dediler.

Bu fikri Abdullah beğenmedi, "Biz karındaşlarız, bir iki günlük ömür için aramı­za kan girer. Sonra Hakk'ın huzurunda ne cevap veri­riz. Hem büyük karındaş ata yerindedir." dedi.

Tilmisan Sultanı hepsinin büyüğüydü. Ortancası Abdullah, en küçükleri Mesud idi.

Mesud kumandanların fikrini kabul etti, "Ne olacaksa olsun. Ya taht ola ya baht." dedi.

Mesud çok celalli idi. Abdullah ise gayet halim selim, âlim ve fâzıl bir kişi idi.

Mesud'a çok yalvardı, olmadı. Sözünü geçiremedi.


Fas askerinin kırılması

Tillet'ten kalkıp Tilmisan'a doğru yürüdüler. Tilmisan Sultanı da yer götürmez askerle gelip karşı çıktı. Büyük cenk oldu. İki taraftan çok can telef oldu. Lâ havle velâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azim. İki İslâm arasında fesat çıktı.

Tilmisan Sultanı galip geldi. Fas askerinin yarısı kırıldı, yarısı da onun tarafına geçti. Mesud ile Abdul­lah baktılar ki iş işten geçip belâ deryası boydan aştı, her biri bir yol tutup firar eylediler.

Mesud, Cezayir sınırına varıp sığındı. Abdullah da Vahran'a düştü.

Bu Tilmisan Sultanı dediğimiz şakî odur ki, merhum Oruç Reis Tilmisan'ı bundan almıştı. Sonra Kale cengi için Tilmisan'dan çıkınca, bu adam tekrar gelip Tilmisan'ı zapt edip oturmuştu. Benim zamanımda da Tilmisan Beyi o idi. Bizi sevmez, adam yerine komaz, aleyhimizde olmadık sözler ederdi.

Bunları duyunca mahzun olur, beş vakit namazda "Ya Rab! Şu Tilmisan Sultanı olan zalimin fırsatını bana müyesser eyle. Şerrini müslümanların üzerinden kaldırıp o vilayeti de nurunla aydınlatayım!" diye dua ederdim.


Mesud'un bize sığınması

Günlerden bir gün yukarıda anlatıldığı gibi Tilmisan Sultanı'nın karındaşı Mesud, Cezayir sınırına girip sığınınca, kendi kendisine düşünmüş, "Hayreddin Paşa'nın evsâfı bütün âleme malûmdur. Ben de hâlimi bildirsem olmaz mı? Beni de bu zillette komayıp dermân eylemesi muhakkaktır." demiş.

Kendi eliyle bir mektup yazıp bize gönderdi.

"Beni kulluğa kabul eyle. Sultanım hazretlerinin hizmetleri ile şeref bulup, ömrüm oldukça efendimizin himayesinde olayım." diye dünyada olmadık özürler diledi.

Mektup bize gelince Mesud'un niyazlarına merhamet eyleyip, iki bin sipahi ile bin gaziyi ona gönderdim. Ayrıca o taraf şeyhlerine ve kabilelere mektup yollayıp, "Mesud'un yanına gelesiniz. Hükmüne razı olasınız. Allah iş âsânlığı ihsan buyura." diye haber ettim.

Mektup şeyhlere varınca, "Baş üstüne, ey mücahit efendimiz!" deyip Mesud'un yanına akışıp geldiler. Yirmi bin Arap atlısı oldu. Üç bin gazi de varıp Mesud'a yetiştiler.

Mesud gazilere hürmet edip, "Hoş geldiniz, safa geldiniz gazi beyler!" diyerek hatırlarını aldı.

Bana bir mektup yazarak, duâ ve senâdan sonra şöyle demiş:

"Benim efendim, Hak teâlâ hazretleri ömr-i devletinizi ziyâde eylesin. Yüce emriniz gereği yanımıza yirmi binden fazla Arap atlısı ile üç bin mücahit gelmiştir. Murâdımız inşallâhu teâlâ yarından sonra Tilmisan üzerine göç etmektir. Hemen bizi hayır duadan unutmayasınız."


Bre medet Hayreddin Paşa gelir!

Tilmisan Sultanı'na ise, "Karındaşın Mesud, varıp Hayreddin Paşa'ya sığınmış. Hayreddin Paşa ise kendi de beraber olarak Tilmisan deyip gelmektedir. Gereğini artık siz bilirsiniz." diye haber gitmiş.

Biz Cezayir'de sarayımızda zevk u sefâ ile otururken, Tilmisan Sultanı "Bre medet, Hayreddin Paşa beraber imiş!" diye, mismarı gevşeyip kaçmaktan başka çare bulamayıp soluğu İspanya yakasında aldı.

Mesud da varıp kavgasız galabasız Tilmisan'ı zapt etti. Karındaşının tahtına geçip oturdu.

Boş yere dememişler ki:

Kişi nâmıyla işler işi,
Nâmsız bir pula değmezmiş kişi


Mesud'un bize muhabbetnâmesi

Tilmisan halkı yer yer gelip Mesud'a tabi oldular. Çarşılar pazarlar açılıp herkes alışında verişinde oldu. Adalet ile iş işlediler.

Mesud, Cezayir gazilerinden üç bin levente yirmi beşer altın bahşiş verdi. Arap atlılarına da onar altın verdi. Elli bin altın da bize gönderdi. Bu kadar hediye ve peşkeşten Tilmisan'ın ne zengin bir memleket olduğunu kıyas etmeli.

Mesud bize bir muhabbetnâme yazdı:

"Benim velinimetim efendim sultanım hazretleri,

Elhamdülillah yüce himmetiniz berekâtı ile maksat hâsıl oldu. Bundan sonra senin saâdetli günlerinden ben duacınıza dağ üstü bağdır. Yardım ve dualarınız üzerimizden eksik buyurulmaya."

Daha bir çok dualardan sonra:

"Benim efendim, "Muhabbetnâmemiz eliboş olmamak için huzura elli bin altın gönderilmiştir. Kusuru ile bu duacınızdan kabul buyurula. Deftere kayd edesiniz ki, her sene inşallah Ocak'a elli bin altınımız kabul buyurula."

Gaziler Tilmisan'dan sâlimen Cezayir'e dönünce Mesud'un nâmesini alıp okuduk.

"Mübarek olsun!" dedik, elli bin altını hazineye aldık.

Tilmisan Beyi Mesud'a bir nâme gönderdim, "Elhamdülillah maksat hasıl oldu. Göreyim seni, akıllıca hareket edip zulüm ve adaletsizlik etmekten çok çekin. Zira zulmedenin sonu hayırlı olmaz. Karındaşından ibret alasın. Her işini şeriat ile işle." diye nasihat ettikten sonra, "Gönderdiğin elli bin altın ve diğer hediye ve peşkeşleriniz ve mektubunuz gelmiştir. Berekât versin. Hem demişsin ki, Elli bin altın her sene Ocak'a göndereyim. Benim oğlum, elli bin altın çoktur. Sen de harç ve masraf sahibisin. Elli binin yarısını ver." diye yazdım.


Mesud'un Firavun-u sânî kesilmesi

Bu mektup Mesud'un eline varınca okuyup, "O verdiğime dahi pişmanım. Ben onun emrine girmem. Ben de bir sultanım." diyerek benim gönderdiğim kağıdı yırtıp pâre pâre etmiş. Böylece sitemli bir mektup da bana gönderdi.

Mektubu bana gelip de dedikleri mâlumum olunca, hayrette kalıp bir zaman sakalım elimde düşündüm, "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm! Biz bu adama, bana şu kadar akçe gönder demedik. Kendiliğinden elli bin altın göndermiş ve her sene Ocak'a elli bin altın göndereceğim demiş. Biz de ona karşılık, Yok oğul, elli bin altın çoktur. Sen de harç masraf sahibisin, bari elli bin altının yarısı olsun, diye bildirdik. Böyle soğuk cevap neden? Bakalım bu işin sonu ne olur." diye işi olacağına bıraktım.

Tilmisan Beyi Mesud ise gayri Anka kuşuna sinek demeyip, bir Firavun-u sânî kesildi. Benlik davası sürmeye başladı.

Nitekim denilmiş ki:

Kanadı bitse bir mârun, sanır hayra delâlettir,
Veli bilmez ânı, ol kim zevâline işarettir.

Mesud artık ortalığı yakıp yıkıp zulmünü hadden aşırdı. İspanya keferesi ile elbirlik etti. Onlara zahire vermeye başladı. Ümmet-i Muhammed yemeğe bulamazdı, o toplayıp kafire verirdi.


Abdullah'ın bize sığınması

Mesud'un karındaşı Abdullah ise Vahran'a firar etmişti. Karındaşı Tilmisan Sultanı Mesud'un, velinimetine böyle asi olduğunu haber alınca, murabıt şeyhlerinden Afev bin Abdullah'a mektup yazdı. Şeyh Afev bin Abdullah sâlih ve derviş bir kişi olup yanımızda değeri çoktu. Bir sözünü iki etmezdik.

Abdullah mektubunda, "Sultanım lütfunuzdan niyaz olunur ki, beni mücahitlerin reisi olan efendim Hayreddin Paşa'dan dilek edip izin alıveresin. Hâk-i pâyine gelip kalan ömrümü onun hizmet-i şerîfinde geçireyim." demiş.

Afev bin Abdullah dahi mektubu okuyup hâli bize ifâde edip bildirdi.

Ben de, "Ya şeyh! Bunlara sahip çıkmak doğru değildir. Karındaşı Mesud'tan ne kadar hayır gördükse bundan da o kadar görürüz. Amma senin mübarek hatırın için onun dahi suçunu affettik. dedim.

Şeyh de Vahran'da olan Abdullah'a mektup yazıp bildirdi. O da ferahlayıp devletimizin devamına dualar etti.


Endülüs Müslümanları

O sıralarda yirmi iki pâre tekne donatıp, Müstağnem adlı kaleyi almaya gitmiştim. Allah'ın izni ile kaleyi aldık.

Müstağnem (Mostaganem - مستغانم) - Cezayir  |  Google haritasında mevkii

O zaman Vahran'da olan Abdullah haberi duyup geldi. Dualar etti, görüştük. Ayrılırken yanına bin yiğit gazi verip Tilmisan üzerine gönderdim.

Kendim de yirmi dört pâre tekne ile Müstağnem'den kalkıp Gırnata dağına gittim.

Gırnata (Granada) - İspanya  |  Google haritasında mevkii

Oradaki ehl-i İslam'dan Endülüs kavminden teknelere doldurduk. İki bin iki yüz seksen beş müslüman getirdik. Çok da ganimet aldık.


Nereye nasara oğlu nasaralar!

Abdullah Tilmisan altına varıp kondu. Mesud korkusundan hisar içine kapanıp küte küt cenge başladı. Bu hal üzere yirmi beş gün dayandı.

Sonunda İslam askeri aciz kaldı. Meşveret ettiler.

Dediler ki:

"Yerinde hile dahi erlikten sayılır. Yarın ordugâhda beş on çadır bırakıp firar eder gibi görünelim. Bu bedeviler bir arsız kavimdir. Galiplik mağlupluk bilmezler. Türkler kaçtı diye ardımıza düşerler. O zaman istediğimiz gibi ileri çektikten sonra bir dönüş döneriz. Bakalım hayr olsun."

Böyle yaptılar. Araplar bakıp, "Hay Türkler firara yüz tutup kaçırıyorlar!" deyip, hisardan çıkan çıkanın oldu, "Nereye nasara oğlu nasaralar!" diyerek soyak soyak olup gelirlerdi. Gaziler dayanıp bunları kalenin alargasına çektiler. Sonra birdenbire öyle bir nâ'râ-i Allahu Ekber çektiler ki, zemin ü âsümân gürül gürül gürleyip inil inil inledi.

Gaziler dalkılıç âteş-i tâb olup tumansız bedevilere öyle bir kılıç döşediler ki vasf olunmaz.

Ayağına çabuk olup da burca yetişenler kılıçtan kurtuldu. Ötekiler gazilerin elinden eman bulmadılar. Piyade piyadeye, süvari süvariye cenk oldu.

Tilmisan Beyi Mesud baktı ki, iş başka, gece hisarın gizli kapısını açtırıp yakınlarından baş inandığı beş on adet kimse ile Tarare'ye gitti. Orada saklandı. Hayatında bir daha haber alınmadı. Bir habere göre yine Fas Sultanı'nın yanına gitti dediler, bir habere göre de kendi eceli ile vefat eyledi.


Bedevilerin "Biz cenk ederiz!" demesi

Mesud kaçınca şehir halkı bir yere gelip meşveret ettiler, "İşte beyimiz kaçtı. Yarın Türkler bu hisarı da zapt edip alırlar. O zaman bizi, niçin itaat edip kapıları açmadınız, diye derkelle ederler." dediler.

Şehirliye kalsa beldeyi o saat gazilere verirlerdi. Amma bedevi Arap kabilelerinin eşkiyalarından beş altı bin cengâver serdengeçti vardı. Mesud'un hempaları idi. Hisar içinde kaldılar, "Biz cenk ederiz. Türk taifesine beldeyi vermeyiz!" diye kavl ü karar eylediler.

Şehir halkı ise mektup yazıp casus eliyle gizlice Cezayirlilerin tarafına gönderdiler.

Mektup şöyle idi:

"Efendiler, seyyidler,

Biz hâşâ Cezayir Sultanı olan efendimiz Hayreddin Paşa'ya asi değilleriz. Kendi irademizle değil Mesud'un korkusundan onlara uyduk. Evvelden merhum Oruç Bey'e nice kerre yardım etmiş idik. Böyle oldukta Türkler bizim babalarımızdır. Bizim elimizde olsa bu saat size Tilmisan'ı teslim ederdik.

Amma Arap kabileleri bizden çoktur. Onların ahvâlinden sorarsanız, sizin ardınızca çıkanlarla beraber tamam sekiz bin idi. Kolunuza kuvvet beş binini derkelle edip helak eylediniz. Üç bini gayet ayaklarına çabuk olmakla kılıcınızdan kurtuldu. Güç bela kaçarak hisara girdi. Önceden hisarda kalanlarla birlikte cümlesi beş altı bindir. Beyleri firar eylediğinden halleri perişandır.

İkiye ayrıldılar. Bir kısmı, "beyimiz kaçtı, biz kimin için cenk ü cidâl ederiz? Hemen olası budur ki vilâyeti yine Türklere verip Oruç Bey zamanındaki gibi oluruz. Bir iki günlük ömür için iki İslam arasında bu fitneden ne çıkar" diyorlar.


Türkler erkek de biz avrat mıyız?

"Öbür kısmı gayet azgın âsidirler. Derler ki "Ya Türkler erkek olup da bizler avrat mıyız? Hemen bir kerre bozulmayınan, canınız ağzınıza gelip mayna mı etmek dilersiniz? Bu cenk halidir. Belki bir varışta da biz bozarız, bu cenk dedikleri bir tetiktir. Galip mağlup da ona benzer. Şimdi birimiz kalıncaya kadar çalışırız. Bir daha Türk'ü beldeye ayak bastırmayız.

Böyle ittifak ettiler. Eğer Tilmisan'ı almak dilerseniz, bu gece hisarın filan yerinden merdiven vereceğiz. Çıkıp kolayca alırsınız."

Dilenci kıyafetinde bir casus bu mektubu Mesud'un kardeşi Abdullah'a getirdi. Lisânen de hâli anlattı.

Abdullah hemen divan toplayıp gazilerin huzurunda mektubu okuttu. Hepsi memnun oldular. Casusa büyük ihsanda bulunuldu. Mektubun cevabı yazılıp şehirliye gönderildi.


İki yüz gazinin hisara tırmanması

Gaziler arasında kararlaştırdılar. İki yüz serdengeçti gazi, merdivenden yukarı hisara çıkacaklardı. Yukarı vardıklarında aşağıda bekleyen gazilere işaret edeceklerdi. Onlar da bileler ki karındaşları selametle varmıştırlar, kalplerindeki tereddüt kalksın...

Öyle ettiler. Gecenin üçüncü kısmında, merdivenden bu iki yüz yiğit huffâş gibi tırmanıp birbiri ardınca fütursuz pervasız hisara çıktılar. Bir kaç gazi oradan boru çaldılar. Aşağıda duran gaziler boru sesini işitince, iki yüz serdengeçti karındaşlarının selâmetle yerlerine vardıklarını anladılar. Aşağıdaki gaziler de birer birer hep yukarı hisara çıktılar. Arapların gece baskınından haberleri olup da kendilerini devşirinceye kadar, gaziler öyle bir nârâ-i Allahu Ekber sadâsı kopardılar ki göğe erişti.

Kazâ-yı âsumanî gibi yetişip öyle bir kılıç döşediler ki ancak olur. Teslim olanlar kurtuldu, karşı koyanlar kılıçtan geçti.


Mesud'un yanına yoldaş istemesi

Sabah olunca Abdullah'ı Tilmisan Beyliğine geçirdiler. Bütün memleket ahalisi gelip Abdullah'a biat ettiler. Hayırlı olsun, dediler.

Hutbe Sultan Selim üzerine okunup, sikke dahi onun adına kazıldı. Ortalık âsûde oldu. Herkes alış verişinde, zevk ü sâfâsında bulundu.

Gaziler Tilmisan Beyi'ne veda edip Cezayir'e dönmek istediler.

Abdullah, "Gerçi oğullar, efendiler, gidersiniz. Amma ben daha yeniyim. Gerektir ki yanımda bir elli altmış yoldaş bırakasınız. Ne olur ne olmaz. Daha karındaşım Mesud'un hayatından memâtından doğru bir haber alamadık." dedi.

Gaziler de Abdullah'ın bu fikr ü tedbirini pek mâkul buldular. Yüz yoldaşı Tilmisan Beyi Abdullah'ın yanında bıraktılar.

Bu yüz yoldaş Tilmisan'da Bey'in yanında öyle bir zevk u safa eylediler ki ancak olur. Her gün yedikleri kuzu tavuk idi. Hasılı, Bey onlara ziyâde hürmet eyledi, kendi yemez gazilere yedirirdi. Gaziler de gereken hürmeti gösterip birbirleriyle karındaşça muhabbet edip oturdular.

Cezayir'e gidecek olan gaziler hazır olunca Abdullah hepsinin gereği gibi hatırlarını alıp riayet gösterdi, "Allah teala cümlenizden razı hoşnut olsun efendiler!" deyip dualar eyledi.

Bize getirmeleri için bir muhabbetnâme, hediye ve peşkeşlerle yirmi bin altın verdi.


Sözün insana benzer...

Gaziler Tilmisan'dan göç edip, yiyerek içerek, konarak göçerek selâmetle ve ganimetlerle Cezayir'e geldiler.

Abdullah'ın nâmesini ve peşkeşlerini teslim ettiler. Hepsinin hal ve hatırlarını sordum.

"Berhurdar olasız oğullar! Hak teala dünyada ve ahirette yüzünüzü ak eylesin!" deyu dualar ettim.

Abdullah'dan gelen nâmeyi açıp okudum.

Tebessüm edip, "Şimdiki halde sözün insana benzer. Amma bakalım sonunda sen de karındaşın gibi Firavun mu olursun!" diye biraz latife ettim.

Bundan sonra bir zaman ortalık emniyet içinde âsûde kaldı.