Fasıl 10 - Aydın Reis

Onuncu fasıl,

Burçlara yardıma gelen on barçaya,
Aydın Reis'in seferine,
Hünkar hazretlerine gönderdiğimiz nâmeye,
Padişahın hatt-ı hümâyûnlarına ve 
Kafirlerin ye's ü mâtemine

dâirdir.

  • Tartana reisinin anlattıkları
  • Ada Burcu'na İspanyol sancağı çekilmesi
  • Kralın on barçası
  • İspanya Kralı'nın hâli
  • Aydın Reis
  • Kafirlerin merkepler gibi bağırmaları
  • Aydın Reis'in rüyası
  • Kafirlerin korkusu
  • Aydın Reis'in deniz cengi
  • Aydın Reis'in kaptanlığa tâyini
  • Yapılanların Hünkâr'a arz edilişi
  • Hünkâr'ın nâmeyi bizzât okuması
  • Yol eri yolda gerek
  • İksir dedikleri şey
  • Sen ki lalam...
  • Benim gibi zayıf ve günahkâr
  • İspanya'nın ahvâli

İspanya Kralı on pâre barçaya zahire, cephane ve cenk âletleri koyup tenbih etti ki:

‘’Varın bunları Cezayir’deki Ada Burcu'na ve Sen Pavlo Burcu'na boşaltın. Hem bakın Barbaroşo ne iş üzerindedir.’’

On adet barça günlerden bir gün Barselona’dan çıkıp Cezayir’e doğru gelmekte oldular. Amma gör hikmeti ki, barçalar Barselona’dan çıkmadan beş altı gün önce bir Cenova tartanası burun tütünü yükleyip Cenova’ya döner olmuştu. Bu tartanayı yolda bir Cezayir korsan teknesi aldı. Tartanayı İspanyol barçalarının gelmesinden önce Cezayir’e getirdiler.

Cezayir’e yeni gelen esir kâfirlerinden ya tekne reislerini veya söz anlar belli başlı kâfir varsa onu, huzuruma getirtir ve kâfir yakası havâdislerinden ne var ne yok gereği gibi sual eder her şeyden haberdâr olurdum.

Bu tartananın reisi ise bütün olanları bilirmiş. Huzuruma çağırıp da, ne var ne yok diye sorunca hepsini anlattı.


Tartana reisinin anlattıkları

Kralın Barselona’da olduğunu, Cenova üzerine gideceğini, Ada Burcu ile Sen Pavlo Burcu'nu benim aldığımı söyleyen kâfiri ıspata ile öldürdüğünü, benim hakkımda atıp tutup tahkir ettiğini, Ceneral’in haklı söylediğini, Kral’ın ona da kızıp koğduğunu, zahire ve cephane yüklü on barçanın bugün yarın geleceğini, Ceneralin "çektiri gitsin, zira Barbaroşo’nun büyük kaliteleri vardır, bir yüz karalığı olabilir" dediğini, Kralın da onunla alay edip "bizim Ceneral’in Barbaroşo ile bir akrabalığı olması gerek, korkusundan nasıl medh edeceğini bilmiyor, çektiri büyük işlere mahsustur, düşmana kendi elimizle pâye mi verelim, ne biçim feraset sahibi Ceneralimiz varmış" diye maskaralığa aldığını, Ceneralin de kızıp "barçaları Cezayir’e gönderirsin, amma bu tarafa geleceklerine kefil olamam, Barbaroşo’ya büyük hediyedir" dediğini, Kralın da gazaba gelip "sana söz vermiş olmayaydım, şimdi seni de öldürürdüm" diye söğüp koğduğunu, elhâsıl bütün olup biteni bana hikâye etti.

Bu haberlerden çok memnun oldum.

Ceneral’e dua edip, ‘’Allah teâlâ onu İslâm ile şereflendirsin. Bizim için ettiği himmet Hak katında makbul olsun. Kral huzurunda hakkımızda dedikleri de gerçek olup haklı çıksın.’’ diye lâtife ederek zevklendim. Tartananın kaptanını mükâfatlandırıp rahat ettirdim.


Ada Burcu'na İspanyol sancağı çekilmesi

On gün sonra bahsi geçen on pâre barça göründü. Ada Burcu'na İspanyol bayrakları diktirdim. Barçalar burca yanaşıp kendi sancaklarını görünce sevindiler. Yıktırmış olduğum Sen Pavlo burcunu göremediler. Hava puslu idi. Daha iyi seçelim diye yanaşıp top altına girdiler ve fundo edip yattılar.

Daha önce on pâre kaliteyi hazırlamış yağlayıp suyunu alıp, levendini içine kodurmuş, sefere hazır etmiştim.

O saatte Sinan Kaptan’ı ve reisleri çağırtıp, dua ettikten sonra “Haydi oğullar göreyim sizi! Sizler nasip aramağa gidersiniz. İşte elhamdülillah nasip sizin ayağınıza geldi.” deyip, tartana kaptanın anlattıklarını onlara da söyledim.

Reisler hemen o saatte on pâre tekne olarak avanta edip, karakuş gibi üzerlerine süzüldüler. Hava süt limanlık idi. Bizim tekneler varıp barçalara yaklaşınca burçtan da İspanyol sancağı indirilip İslâm sancakları dikildi.

Barçaların üzerine burçtan öyle bir top alabandası vurdular ki, maazallah denizi çorba kazanı gibi kaynattılar. Barçaların kiminin sabadiresi, kiminin tirenketesi, kiminin mayıstırası, kiminin mizanası top taşı ile uçup gitti.

Kafirler burcun üzerindeki İspanyol bandırasına aldanıp eskisi gibi top altına girmişlerdi. Yük boşaltması kolay olsun diye böyle ederlerdi.

Demir atıp yattıktan sonra baktılar ki, Sen Pavlo Burcu yerinde yok… O zaman kafirlerin aklı başından gitti. Hemen salpa etmek istediler. Amma ne fayda, mum söndürecek kadar bile rüzgar yoktu.


Kralın on barçası

Barçalar ise, her biri koca mefret filebotlar idi. Olur olmaz rüzgara tınmazlardı, meğer ki tufân-ı Nuh ola…

Burçtan üzerlerine sağılan top alabandası ise kollarını kanatlarını kırdı. Bu hırtallı toplarla isteselerdi hepsini batırırlardı. Ama ben topçubaşıya tembih edip, “Sakın barçaları batırmak niyetiyle atmayın. Hemen yukarı atın. Zira içinde olan şeyler bize lazımdır.” demiş olduğumdan batırmadılar.

Kaliteler, Allah için cihad deyip varıp her biri bir barçaya çattı. Yan kapağı gibi barçaların yanıbaşlarına asıldı. Gaziler kılıçları ağızlarında barçalara tırmanıp kafirlere mayna ettirdiler.

Barçaları yedeklerine alıp kürekle sürükleyip getirirlerken rüzgar da çıktı. Yelken edip çabucak barçaları limana soktular. Büyük şenlik şâdımanlık oldu.

Barçaları boşalttık. Öyle zahire, barut, top, palenkete, zincir, çeşit çeşit cenk aletleri çıktı ki koyacak mahzen bulamadık.

Akça ile alınmak lazım gelse bunlardan çıkan eşya belkim bir milyon akça ile ele geçmezdi.

İşlerimizi kolaylaştıran Cenab-ı Rabbü'l-âlemîn'e sonsuz hamd ü şükr eyledim. “Yarabbi! Kuvvet ve nusret verici sensin. Ben senin zayıf bir kulunum. İslâm'a sen yardım eyle!” diye geceleri yüzümü yere koyup dua kıldım.

On pâre barçadan üç yüz elli beş kafir sağ ele geçti. Kalanı kılıçtan geçmişti.

On barçanın üzerine kaptan olan kâfiri huzuruma çağırıp bazı havâdislerden sordum.

Tartananın reisi ne dediyse, bunun cevapları da hep ona muvafık geldi. Bunun üzerine tartananın reisine azatlık verdim.


İspanya Kralı'nın hali

Tartananın reisi düşe kalka İspanya yakasına varınca burçların ve barçaların hakikaten alındığının haberini verdi.

Bunun üzerine kâfir yakasında bir feryâd-ı ye’s ü mâtem koptu. Kâfir-i ebedîler, eşekler gibi çağırıp, hınzırlar gibi hortlamaya başladılar.

Giderek bu haber Krala vardı. Tartananın kaptanını Kral’a götürdüler. O da burçların ve on pâre barça gemilerin alındığını bir bir anlattı.

Kral’ın benzi simsiyah kesilip bir cevap etmeye kadir olmadı, düşünceye daldı.

Gönlünden, “Ceneral ne söyledi ise çıktı. O zaman sözünü tutmuş olaydık!” diye döğünmeye başladı. Ceneral’in yüzüne bakacak hali kalmadı.


Aydın Reis

Sinan Kaptan on pâre tekne yağlayıp sefere çıkacak iken, kendi gelen on pâre zahire ve cephane yüklü barçayı Hakk’ın yardımı ile alıp limana getirmişti.

“Teknelerin bu yağları mübarek yağdır. Seferleri kalmasın.” diyerek bu on tekneyi gönderecek sefere gönderecek oldum. Amma Sinan Kaptan keyfini bozmuştu.

Bunun üzerine seferden kalmasınlar diye, Aydın Reis’i çağırıp Sinan Kaptan’ın yerine müzegalereme bindirdim.

Bu Aydın Reis, gazi, dilaver bir reis idi. Derya işlerinde, bahadırlıkta ve dindarlıkta Sinan Kaptan'dan ileri idi.

Aydın Reis'e "Bak a oğlum Aydın Kaptan! Bu mübarek yağ­dır. Allah'a tevekkül et. Eğer uygun rüzgâr bulursa­nız, Sette Boğazı'na varıp gezersiniz. İnşallah burada olan yüz aklığından ziyâde yüz aklığı edip mansûr ve muzaffer, selâmet ve ganimetle gelirsiniz. Hem inşal­lah dönüşte de Gırnata dağına yanaşıp, kaldırabildiği­niz kadar Endülüslü karındaşlarımızdan kaldırıp getiresiniz. İslâm çoğalsın. Hem bize çok hasenâtı vardır." diye, dua senâ edip uğurladım.

Uygun düşüp Sette Boğazı'na vardılar. Oralarda ge­zinirlerken beş pâre büyük barçaya rast geldiler. On­ları aldılar. İçine aktarmacı koyup Cezayir'e gönderdi­ler.

Yükleri Araçkin sofu idi. İki yüz elli beş de kâfir esir aldılar. Onbirinci gün aktarmalar Cezayir'e geldi.

Aydın Reis oradan kalkıp kâfir yakasını kesti. O tarafları berbâd eyleyip basmadık köy kent komadı.

Esirlerden teknelerde iğne atacak yer kalmadı. Hatta tekneler çok fazla kalabalık olduğundan Endülüslü almak için Gırnata'ya uğramadılar. Başka sefe­re kalsın, dediler.


Kafirlerin merkepler gibi bağırmaları

Kâfirlerin ise bu seferden çok canları yanmıştı. Kiminin oğlu kızı esir olmuş, kiminin anası babası ge-bermişti. Bin kadar şikâyetçi kâfir, İspanya Kralı'na vardılar:

"Bu Barbaroşo'nun elinden bizi kurtarın. Tek­neleri gelip köyümüzü kentimizi yakıp, karıdan kızan­dan, büyükten küçükten yedi sekiz yüz hıristiyan alıp Cezayir'e götürdüler. Bize bir derman edeceksen et. Etmezsen hepimiz dağılıp başımızın rahat edeceği yer­lere gideceğiz." diye, merkepler gibi bağırıp hınzırlar gibi hortla­maya başladılar.

İspanya Kralı’nın ise henüz Cezayir’de fetheylediğimiz Ada Burcu ile Sen Pavlo Burcu'nun ve zahire yüklü on parçanın kasâveti yüreğinde Gırnata dağı gibi yuvalanıp yatardı. Bu şikayetçiler de gelince, aklı başından gitti.

"Ey azizler bizden yine yüz çevirdiniz galiba!" dedikten sonra, yanındaki büyük kafirler dönüp, "Ey azizlerin has kulları -yüzü gözü pas mel’ûnları-, ne dersiniz? Hıristiyan düşmanı olan diyavolo Barbaroşo’nun üzerine beş on pare çektiri gemisi göndersek, gitseler, buldukları yerde teknesiyle hayduduyla birlikte yaksalar, olmaz mı, ne dersiniz?" diye sordu.

Kafirler ise kalplerinden. "Şimdi Kralın sözüne göre, çektiri gemisinin gitmesi doğrudur desek, belki Ceneral’e darıldığı gibi bize de darılır. En iyisi huyuna suyuna gidelim. O haydutlar için çektiriye ne hâcet, onların hakkından bizim perkendeler bile gelir deriz. Bakalım cevabı ne olacak." diye geçirdiler.

Sonra Kral’a cevap olarak, "Devletlü Kral efendimiz! Sizin de buyurduğumuz üzere, Barbaroşo gibi hayduta çektiri gemisi göndermek büyük ayıptır. Hemen azizlerin himmetiyle ele geçirseler, onların hakkından bizim küçük perkendeler bile gelir, büyükler şöyle dursun." dediler.

Kral bunun üzerine ferahlayıp, "Azizler sizden razı olsun. Benim de siz iyi hıristiyanlardan beklediğim bu cevap idi." dedi.

Ceneral ise Kral’ın kendisini divandan koğduğu günden beri meclise girmemişti. Kral da, gelsin demezdi. Kral, Ceneral ile buluşmaya can atardı, amma yine burnun çeldirmezdi. Bir aracı çıksın diye beklerdi.

Kral’ın alelacele on beş pare perkende donatıp Aydın Reis’i aramağa göndermesine de Ceneral içinden, "Barboroşa’ya on beş pare perkende daha hediye gönderdiler, yazık şu Hıristiyanlara…" diyerek üzülmüştü.

Amma kimseye söylemezdi. "Heman seyrancısın, seyranın eyle" hesabı, dergâhtan sürülmüş köpek gibi uzaktan seyrederdi.


Aydın Reis’in rüyası

Aydın Reis ise ayakdaşları ile beraber bir adaya gelip yattılar, sulandılar. Sabahleyin yavaş yavaş Cezayir’e doğru çekilip gitmeye niyet ettiler.

Sabah oldu. Ayakdaşları baktılar ki Aydın Reis’de hareket etmeye hiç niyet yok. Bir hareket göstermiyor.

"Be canım bu herif divâne mi oldu? Güneş doğdu. Daha yerinden kımıldamadı. Allah bilir ya, bu herif kendisini Cezayir limanında yatar sanıyor. Bu ne biçim deniz yoludur." diye söylenerek, ayakdaşları reislerin dokuzu birden Aydın Reis’e gittiler.

"Allah bilir ya, sen galiba bu adadan hoşlandın. Zira kaba kuşluk oldu, daha gönlün kalkmak istemez. Görüyorsun ki , teknelerimizde iğne atacak yer yoktur. Azığımız dersen tükendi. Sefer edecek zaman geçti. Bir an evvel kalkmağa bakalım." deyip sitem ettiler.

Aydın Reis ise ibadet ile meşgul idi.

Reislere "’Karındaşlar, hareketimizi biraz daha geciktirelim. İnşallah iyi olacak.’" dedikten sonra o gece gördüğü bir rüyayı anlattı:

"Bu gece gazilerin başbuğu Hayrettin Paşa efendimizi rüyamda gördüm. Bir yerde oturmuştu. Varıp elini öptüm. Sultanım inşallah yarın dönüş edip Cezayir’e doğru çekilip geleceğiz. Bizi dualarınızda unutmayınız dedim. Geri çekilmek istediğimde beni elimden tuttu: "Oğlum Aydın Reis, gözlerin aydın olsun ki, inşallah daha fazla ganimetle Cezayir geleceğiniz muhakkaktır. Amma yarın sen kuşluk namazınızı eda edip elini yüzüne çaldıkda, şimâl tarafından sizin üzerinize doğru on beş pare yelken gelse gerek. Onlar düşman tekneleridir. Mahsus sizi aramak için mertlik davası ile donanıp çıkmışlardır. Allah'ın yardımı ve Peygamberin mucizesi ile sakın onlardan zerre kadar kalbinize korku gelmeye. Onlar sizin kısmetinizdir. Sen hemen kaptan sancağı kaldıran mavi kıçlı tekneye aman zaman vermeyip çatasın, nusret kuvvet sizindir." deyip üç kere arkamı sıvazladı. Sırtıma kırmızı bir kandura giydirdi. Elime bir yalın kılıç verdi. "Hoşçakal" deyip deniz üzerinde, sanki karada yürür gibi yürüyüp kayboldu. İşte şimdi ben de gelecek olan nasiplerimizi bekliyorum. Geldiklerinde ben inşallah kapudânesine çatarım, sizler de birerleşine çatarsınız. Nusret bizimdir."

Aydın Reisten bu sözleri işiten öteki reis ayakdaşları aralarında daha fazla mırıldanmaya başladılar.

"Bakındı, pezevengin bu kadar ayıbından başka, bir de evliyalık taslıyor. Şimdi gelecek nasip vardır diyor. Biz kendi kalabalığımızdan bîzârız, o daha nasip sevdasında…"

Onlar atar tutarlarken Aydın Reis kuşluk namazı kılardı. Kimini işitir, kimini işitmezlikten gelirdi.

Nişlesin, el uşağının ahvâli belli mi olur? Allah Teala bir kulunu beş on adam üzerine başbuğ eylemesin. Bilhassa firkateci milleti olursa zor haldir.

Ayakdaşları da Aydın Reisi bırakıp gidemiyorlardı. Çünkü Aydın Reis onların cümlesinin üzerine kaptan idi.

Aydın Reis kuşluk namazını kılıp, duasını edip el yüze çaldıkta, rüyada söylendiği şekilde şimâl tarafından on beş pare tekne görüne düştü.

Hani o kalkmaya ağırlık eden Aydın Reis hepsinden önce salpa eyleyip, aç arslan avına saldırır gibi yelken açıp gitmeye başladı.

Ayakdaşları da yelken açıp Aydın Reis'in ardına düştüler. Amma Aydın Reis'in bindiği müzegalere ziyâde yürüdüğünden ayakdaşlarını ardında gözden kaybeder gibi oldu. O zaman orsa alabanda yapıp ayakdaşlarını bekledi. Onlar da gayret edip gelip ardına yetiştiler

Aydın Reis de ayakdaşlarının yürüdüklerine göre yelken yapıp atbaşı beraber gittiler. Kâfirlerin üzerine doğru süzülüp vardılar.

Kâfirler rüzgâr üzerinden Aydın Reis'in üstüne pupa sarada gelirler, Aydın Reis de altlarından ister idi. Kâfirler böyle gelirlerken birdenbire orsa eylediler.


Kâfirlerin korkusu

Meğer kâfirler aralarında müşavere etmişler.

Tekneler üzerine kaptan olan kâfir, "Muhakkak bu gelen on pâre tekne Barbaroşo’nun tekneleridir. Kendisi de işte şu ilerde gelen müzegalereye binermiş. Bunların ne çeşit büyük tekneler olduğunu işte gözünüzle gördünüz. Bunlar bizim İspanya çektirilerine bile karşı dururlar, değil ki bize… Şimdi, azizlerin başına yemin etmekten büyük yemin olmaz. Benim bildiğim ve aklımın kestiği budur ki, biz on beş değil, belki bu teknelerle yirmi beş tekne olsak yine onların hakkından gelemeyiz. Cezayir’e zahire cephane götüren barçalardan da fena oluruz. Hazır rüzgâr üzerinde iken orsa edip aşağıya doğru gidelim. Eğer azizler yardım etmez de yetişirler, ellerine düşersek, o zaman iki el bir baş içindir deyip kadir olduğumuz kadar döğüşürüz. Oldu hoş, olmadı ne yapalım. Biz Cezayir’deki Ada Burcu ile Sen Pavlo Burcu'ndan kuvvetli değiliz. Mayna ederiz." demiş.

Kâfirler korkmakta haklı idiler. Nasıl korkmasınlar ki, Aydın Reis’in bindiği müzegalerenin –Allah hatasız eylesin- benim diyen çektiri gemisinden bile pervası yoktu. On sekiz hırtal olmak üzere on altı pâre tunç top ile elli adet tunç saçması, üç yüzden fazla tüfeği vardı. Yirmi altı oturak idi. Uçurma hep kâfir idi. İçinde üç yüz elli gazi yiğit bulunurdu. Öteki gemiler de onun gibi on sekizer, yirmi dörder oturak teknelerdi. Onların da hep uçurmaları kâfir idi. İki yüz ellişer yiğit gazileri vardı. Allah erenlerinin yüce himmetleri berekâtı ile kâfirlerin tapaları nasıl atmasın.

On beş pâre kâfir teknelerinin isem kumandaniyetleri on sekiz oturak tekne idi. On beş pârenin içinde bundan büyüğü yoktu.

Hem bu kâfir kısmı yiyeceği aşı bilir, kendini tehlikeye atmaz.


Aydın Reis’in deniz cengi

Kâfir tekneleri kaçıp bizimkiler kovalamaya başladılar.

Rüzgâr da uygun esince varıp kâfir teknelerine yetiştiler.

Aydın Reis karakuş gibi içlerine daldı. Beş pâre kâfir teknesinin arasına girip top alabandası, el humbarası, kurşun fındıklarını belâ yağmuru gibi üstlerine yağdırdı. Sonra dönüp kâfirlerin kapudânesine boy boya çakıp bağlaya kodu.

Gaziler dalkılıç olup kâfir teknesine girdiler. Öyle kılıç vurdular ki, iki yüz kâfirden yetmiş beşi sağ ele geçti. Onlar da mayna etmeselerdi, hepsini kıracaklardı. Zaten kâfire fazla ihtiyaçları yoktu.

Bizim teknelerde Müslümandan çok esir kâfir vardı. Amma teknelerde esirleri zapt edecek âletler ve düzen de çoktu. İki yakalı sancak ve iskelede kelepçeli ve lâleli tomruklar vardı. Oturak arasında da bordaya perçinli zincirler bulunuyordu,

Bunları yaptırmış, "Kim bilir oğullar, su uyur düşman uyumaz. Gafil olmayın." diye leventlere tenbih etmiştim.

Gaziler saatle, silâhlı pusatlı nöbet bekler, bir an gafil olmazlardı.

Aydın Reis kâfirlerin kapudânesini zapt ederken ötekiler de birer tanesini aldılar.

Kâfir teknelerinin dokuzu alındı, dördü batırıldı. İkisi de akşam karanlığı ile gayet de yürük olduklarından kaçıp kurtuldular.

Dokuz tekneden üç yüz yetmiş beş kâfir sağ olarak alındı. Gerisi hep kılıçtan geçti.

Tekneleri yedeğe alıp selâmet ve ganimetle, forsa sancaklarını ve filândıralarını dikip düşmanın rağmına top tüfek atıp, şenlik şâdımanlık ederek Cezayir’e geldiler. Sefere çıktıklarından beri kırk bir gün olmuş idi.


Aydın Reis’in kaptanlığa tâyini

Aydın Reis ayakdaşları ile birlikte geldi. Hal hatır soruştuk. Hepsine izzet ikram edip: “Gazanız mübarek olsun!” diyerek aşağıdan yukarıdan sohbete giriştik.

Amma Aydın Reis rüya faslını bana da söylemek istedikçe ben sohbeti başka tarafa çevirdim.

Sonunda Aydın Reis’e, "Ey oğlum Aydın Reis! Gazi Sinan Kaptan merhum oldu. Hak Teâlâ garîk-i rahmet eyleye. Sen dahi tavr ü hareketi belli olmuş pâk divânesin ve sıdk ü ihlâs ile mâruf bir gazisin. Seni merhumun yerine kaptan tâyin ettim. Allah Teâlâ seni düşman üzerine mansûr ve sancağını mebrûk eylesin." diyerek eğnine hil’at giydirdim.

Dualar edilip, taâmlar yenilip, şerbetler kahveler içildikten sonra Aydın Kaptan gelip elimi öptü.

“Hoşça kal sultanım” deyip de dışarı çıkacağı sırada, elinden tutup sıktım.

Sonra kulağına, “Oğlum Aydın Kaptan! İç âleminde bazı şeyler görülür. Şaşırma, aksine iş işleme, teslim ol. Kişi hangi menzile ermek dilerse teslimlik ile erer. Oğlum, cihad yolunda gezenlerde seyran eksik olmaz.” dedim.

O zaman Aydın Kaptan da, “Eyvallah sultanım. Keremin var olsun.” diyerek, mesrûr olup gitti.

Bu gazadan ele geçen ganimet malları pay edildi. Gazilerin cümlesi zengin oldular. Çiçek gibi giyinip kuşanıp, zevk u safâlarında bulundular.


Yapılanların Hünkâr’a arz edilmesi

Bundan sonra, Sultan Selim Han hazretlerine Cezayir’de olup bitenleri arz etmek istedim. Denizde ve karada olanları, çıkan fitneleri, Hakkın yardımı ile bunların başlarını kırıp padişahın memleketine sükûnet içinde nizam ve intizam verdiğimi bildirip bu vesile ile padişah duasına mazhar olmayı diledim.

Bunun için on pâre mükemmel tekne hazır ettim. Aydın Kaptan’ı bunlara serasker yaptım. Fevkalâde hediye ve peşkeşler düzdüm, Peşkeş Ağası’na teslim ettim. Üç yüz adet erbâb-ı kürek esiri Ocak’tan hediye olmak üzere Peşkeş Ağası’na verdim.

Levent gazilerin en seçkinlerinden her tekneye ikişer yüz gazi tayin ettim. Aydın Kaptan’ın müzegaleresi hepsinden büyük olduğundan ona üç yüz gazi verdim.

Teknelerin her birini bir çeşit renk ile boyattım. Müzegalere dersen baş kıç som altın, baştarde gibi süslendi. Elimizde Venedik altını çoktu. Tekneler ne zaman Venedik körfezine gitseler, aldıkları ganimetler arasından eksik olmaz, Venedik altını çıkardı.

Var evi, kerem evi derler. Hem o günde, olmasa bile, tekneleri ziynetlemek lâzımdı. Çünkü Cezayir gibi yerden şevketlü Hünkâr’ın hayır duasını almak için giderler. Hem dosta düşmana karşı büyük nâmdır.

Hülâsa, teknelere öyle bir ziynet verdik ki, hemen güya dudu kuşuna döndüler.

Bir bakan bir daha nazar etmek isterdi.

Günlerden bir gün, bir mübarek saatte kalkıp yola revan oldular. Uygun rüzgârla on yedinci gün Âsitâne-i Saâdet’e vardılar.

Hikmeti gör ki, meğer Sultan Selim o gün Yalı Köşkü’nde bulunurmuş. Teknelerin Sarayburnu önünde eylediği şenlikleri seyr ü temâşâ eyleyip, azîm mesrûr olmuş. Teknelerin ziynetlerini beğenmiş.

Hünkâr kancabaşları gelip Aydın Kaptan’ı aldı. Aydın Kaptan da Hünkâra ait olan hediye ve peşkeşlerin her birini bir esir kâfirin sırtına yükledi.

On pâre teknenin kaptanları, ağaları, çavuşları, hocaları, aylakçıları, hep temiz urbalarını giyip dışarı çıktılar. Hasekiler önlerine düştü. Ardlarında üç yüz kâfir iki yakalı dizilmiş her birinin üzerinde bir hediye olmak üzere böyle âdâb ve erkân ile varıp şevketlü padişahın nazarına durdular.

Aydın Kaptan ile başağa olan Peşkeş Ağası’na, bizzat şevketlü Hünkâr’ın huzuruna varıp buluşalar diye ferman olundu.


Hünkâr’ın nâmeyi bizzât okuması

Hasekiler, Aydın Kaptan ile Ağa’yı alıp Padişah’ın huzuruna götürdüler. Hasekilerin öğrettiği gibi âdâb-ı pâdişâhîyi yedi yerde yerine getirip, ayak üzre durdular.

Peşkeş Ağası dîbâ bir kese içine konmuş olan benim nâmemi şevketlü Padişahının önüne koyup geri çekildi.

Sultan Selim hazretleri ise, bize olan muhabbetinden dolayı nâmeyi kendisi okudu. Bitirince el kaldırıp, "Allah yardımcıları olsun… " diye bana, Ocak’a ve Cezayir gazilerine dualar eyledi.

Aydın Kaptan’a beş yüz altın ile bir teberrük sonkur kılıç ve kıymetli dürbün aynası bahşiş verip eğnine hil’at giydirdi.

Öbür dokuz kaptana ikişer yüz altın, daha aşağılara ellişer altın, hocalara yüzer altın verip hil’at giydirildi.

Ve Padişah tarafından, "Dönüşünüzde, bana yine burada kavuşasız…" diye ferman buyuruldu.

Onlar da âdâb-ı pâdişâhîyi yerine getirip, kıçın kıçın Padişah huzurundan çıkıp teknelerine döndüler.

Adamlar reislerini orsa alabanda olarak beklerlerdi. Gelince üçer kat daha şenlik edip varıp Tersâne-i Âmire’ye yattılar.

Kaptanlar için konaklar, leventler için kışlalar döşenip tayınları verildi. Öyle bir ikram eylediler ki ancak olur.

Peşkeş ağası için de başlı başına bir konak ve tayın verildi. O da vezirlere ve diğer büyüklere verilecek hediye ve peşkeş muhabbetnâmeleri hep yerli yerince verdi. Onlar da yer yerden bize hediye peşkeşler düzüp, muhabbetnâmeler yazıp Peşkeş Ağası’na teslim ettiler.


Yol eri yolda gerek

Böylece bir ay kadar Âsitane’de kalıp, alacaklarını alıp vereceklerini verdiler. Sonra "yol eri yolda gerek" deyip teknelerini yağladılar, hazır ettiler.

Günlerden bir gün Tersâne-i Âmire’den kalkıp yalı köşkünün önüne geldiler.

Şevketli Hünkâr’a ise evvelki gün, "Yarın Cuma’dan sonra Cezayir’li kulların gideceklerdir." diye Sahib-i Devlet tarafından haber verilmiş idi.

Şevketlü Hünkâr dahi Cuma namazını eda ettikden sonra mahsus onlar için Yalı Köşkü'ne gelmişlerdi.

Şevketlü Hünkâr tarafından kırlangıç gelip Aydın Kaptan ile Peşkeş Ağası'nı alıp Padişahın huzuruna götürdü. Gerekli âdâb-ı ta'zimi edâ eylediler.

Şevketlü Hünkâr Sultan Selim Han hazretleri ken­di eliyle yazılmış hatt-ı hümayun ile kılıç, kaftan, ha­zineden çıkma cevahir kabzalı bir kattâre, cevahir taş oturtma iki sorguç, som sırma âyetler yazılı bir yeşil sancak, ona göre bir baştarde filândırası verdi.

Ayrıca Tersâne-i Âmire'de yeni yapılmış üç pâre yirmi dokuzar oturaklık tekneyi eski gaziler ve yeni yoldaşlarla donatıp hediye eyledi. Bu üç pâre tekne kaldırabildikleri kadar silâh pusat ile öyle dolu idi ki, iç­lerinde sıçan gezecek yer yoktu.

Şevketlü Hünkâr, Padişah-ı âlem-penâh hazretleri bu emanetleri Peşkeş Ağası'na teslim eyledi.

Sonra Aydın Kaptan'ın da başına bir cevahir sor­guç soktu.

El kaldırıp, bana, Ocak'a ve bütün gazilere duâ ve senâ eyledi.

Aydın Kaptan'la Peşkeş Ağası, Padışah-ı âlem-penâh hazretlerine veda edip, edep ve erkân üzre hu­zurdan çıkıp teknelerine geldiler.

Her biri üçer kat şenlik ettiler. Sonra yelken açıp Sarayburnu'ndan uygun rüzgârla "Getir elin, sultan Cezayir!" diye çekip gittiler.


İksir dedikleri şey

Avlonya, Ülgün, Dıraç, Venedik körfezi, Kabo, Santomariya, Kalevra, Papa kıyıları, Sardunya diyerek Mayorka'ya gelinceye kadar bütün kâfir yakasını eleye­rek yirmi yedinci günü on beş aktarma ile Cezayir'e şenlik ile döndüler. Düşmanlar kasâvetlerinden helak olup Ümmet-i Muhammed şâd oldular.

Üç tekneyi Padişah hazretleri teberrük için Ocak'a hediye vermişti. On beş aktarma da yolda gelirlerken aldılar.                                                                                        *

Her aktarmada bir türlü ganimet vardı. Kiminde çuha, kiminde ipek, kiminde pirinç, kiminde kahve, kiminde kemha kumaş, kiminde tüfek, kiminde taban­calı ispata, kiminde endam aynası, çerçi pusatına ka­dar her şey vardı.

Ya bu nimetlerin sebebi hep Padişah duasıdır. Al­lah Teâlâ, Zılluliah'ın duasını Ümmet-i Muhammed üze­rinden eksik eylemeye...  Âlemde iksir dedikleri şey Padişah'ın teveccüh ve duasıdır.


Sen ki lalam...

Aydın Reis dönünce, kalabalık büyük divan top­ladım. Bütün gaziler, ileri gelenler, âlimler ve halk ha­zır oldular.

Divan ortasında durdum. Peşkeş Ağası, Aydın Kap­tan'la beraber gelip, şevketlü Hünkâr'ın hâtt-ı hümâyûnunu hürmetle öpüp elime verdi. Ben de ipek kılı­fından çıkarıp öptükden sonra divan efendisine vere­rek okuttum.

Demiş ki:

"Sen ki lalam Cezayir beylerbeyisi Gazi Hayreddin Paşa'sın,

Her ahvâlin Padişah-ı hüsrevânemde gereği gibi malûmumuz olmuştur. Gönderdiğin üç yüz kefere esir gelip varmıştır. Allah berekât versin, çok makbule geç­miştir. Allah Teâlâ seni düşman üzerine mansûr ve mu­zaffer eylesin. Dünya ve âhirette yüzün ak olsun. Ceza­yir önünde iki burç feth eylemişsin, gazan mübarek ol­sun. Ol gazanın nişânesi için sana iki çelenk gönder­dim. Benim teberrüküm olmak üzere ras kılasın. Kattâreyi beline asıp cihad edesin. Seni Allah'ın birliğine ısmarladım. Hak teâlâ sana hayırlı ömürler ihsan ey­lesin."

Hatt-ı Hümayun'un okunması bitince bu büyük ni­mete hamd ü senalar eyleyip yeniden hayat buldum.


Benim gibi zayıf ve günahkâr

Hil'at-ı fâhireyi eğnime giyip, sağlı sollu çelenkleri başıma sokup, kattâreyi de boynuma astım.

Som sırma âyetler yazılı yeşil sancağı ve kırmızı filândırayı, bulunduğum Paşakapısı'nın üzerine diktirdim.

Bütün halk gelip sancak ile filândırayı ziyaret et­tiler. Hepsi hayrette kalırlardı.

Akşam olunca yine devşirip muşambasına koyup saklanırdı.

Üç gün hil'atı giydim. Çok memnun olmuştum. Bu üç gün içinde bütün gazilere ve ahaliye, büyük küçük herkese sofralar çekip ziyafetler verdim.

Havuzlar içinde şekerli şerbetler ezildi. İçene min­net idi. Kahveler güğümlerle pişip içene salâ idi. Çok yetim kızları everip, yetim oğlancıkları sünnet ettirdim. Daha buna benzemez nice hayır hasenatlar yaptırdım.

Çünkü benim gibi zayıf ve günahkâr bir kulun zıllullah'tan dua alması hep fukaranın duaları sayesindedir.

O üç günlük eğlencelerde burçlardan günde üç kere top şenliği olurdu. Elhâsıl öyle sevinmiştim ki, düşmanların yağları eriyip İslâm askeri şâd olmuşlardı.

Böylece evvelkinden bin kat fazla kuvvet ve ihti­şam sahibi olduk. Eller eminlik, beyler düzenlik, orta­lık âsûde hâl üzere herkes zevkinde safasında oldular.

Gerçi nâm ü şânımız arttı, amma yine eskisi gibi tevazuyu elden komadık. "Hâk ol ki Hudâ mertebeni eyleye âlî" demişler. Asla gururdan bir eser bulundur­madık.

Geceyi üçe ayırmıştım. Birinci kısmında Kur'an okur, ikinci kısmında ibadet eder, üçüncüsünde uyur idim.


İspanya'nın ahvâli

Gelelim İspanya ahvâline...

İspanya Kralı, Aydın Kaptan için on beş perkende teknesi donatıp, "Varın o diyavoloları nerde bulursanız, hemen teknesi ile adamıyla ateşe vurup deryaya gark edin. Buraya getirmeyin!" demişti.

Amma bu perkendeler Aydın Kaptan'a rast gel­diklerinde, Aydın Kaptan bunların dokuzunu alıp, dördünü batırıp ikisini kaçırmış idi.

Bu iki tekne İspanya yakasına varıp ayakdaşlarının kara haberini söyleyince kâfirler yasa battılar. Kiminin oğlu kiminin karındaşı kiminin babası esir ol­muştu. Bunlar bir araya gelip, eşekler gibi bağırarak, hınzırlar gibi hortlayarak İspanya Kralı'na vardılar:

"Şu Barbaroşo'nun elinden imdat. Nedir bu çektiğimiz. Halâ onun hakkından gelemediniz." diye kıyameti kopardılar.                                            '

O zaman Kral'ın yine aklı başından gitti. Ne ya­pacağını bilemedi.

Kral büyük kalabalık bir divan topladı. Hep bü­yük köpekler bir araya geldiler.

Kral, "Ey Mesih'in has kulları -ve mel'ûn yezitleri-! Bu Barbaroşo ile bizim halimiz neye vanr. Bunca zamandır kimsenin sarkıntılık edemediği Cezayir önün­deki burçları kakıyıp aldı. Bu yanına kaldı. Sonra on adet cephane ve erzak yüklü barçalarımızı aldı. Bu da yanına kaldı. Sonra tekneleri gelip yalı kenanndaki köyleri berbâd ve harâb eylediler, bu kadar hıristiyanın kimisini öldürüp kimisini esir aldılar. Böyle alıp Ce­zayir'e götürdükleri hiç yoksa bin candan fazladır. On­lar da yanına kaldı.

Ondan sonra on beş kıta perkende yağlayıp gön­derdik. Onların teknelerini arasınlar, bulup kimini batırıp kimini yakıp hıristiyanları bu haydutların şer­rinden kurtarsınlar dedik... Aksi oldu. On beş pâre teknemizin dokuzunu alıp dördünü batırdılar. İkisini de gelsin bize kara haber getirsin diye salıverdiler. Do­kuzunu alıp dördünü batıran diyavololar, ikisini dahi alamazlar mıydı? Kasıtları şudur ki, bu iki tekne var­sın kara haber götürsün de yürekleri yansın diye al­madılar... Bunlar dahi yanlarına kaldı. Şikâyetçilerden yerimizde oturamaz olduk. Tüccar teknelerini dersen, kendi eliyle komuş gibi alıp götürüyor. Palasımız için gelen beş kıta sof yüklü barçaları da alıp götürdü. Hangi birini nakledeyim... Elhasıl, krallar içinde mas­kara olduk. İspanya Kralı bir büyük kral ola da, Barbaroşo gibi bir haydut karşısında aciz kalmış, derler. Bilmezler ki ne baş belâsı bir diyavolodur." diyerek ağladı.

Sonra, "Yalnız Ceneral'in söyledikleri doğru idi. Ej­derha yılandan olur demişti. Eğer şimdi sağ olaydı, elini bırakır ayağını öperdim. Onun sözünden dışarı çıkmazdım. Amma bir akıllı kimsenin sağ iken kıyme­ti bilinmez, ölünce bilinir." dedi.