Fasıl 11 - Andirya Dorya nâmında bir mel'ûn

On birinci fasıl,

Andirya Dorya namındaki mel'ûna,
Şirşel'de mağlûb ve perişan olduğuna,
Meşhur manastırın basılmasına,
Sultan Süleyman Hazretlerine,
Sultanımın hediyelerine ve 
Şeytan papazların yalanlarına

dairdir.

  • Barbaroşo seni yer!
  • Efrenç kralına nâme
  • Kafirlerin başları kaygusuna düşmeleri
  • Mürted kölenin ettiği
  • Kandesin Andirya Dorya!
  • Ey kulum sen elem çekme
  • Manastıra baskın
  • Sultan Süleyman bin Selim Hân
  • Sultan Süleyman Hân'ın Hatt-ı Hümâyûnu
  • Andirya Dorya zindanda
  • Kilisenin sadaka akçası
  • Küçük domuzları boşandır
  • Ayaklı tevârih yollu

 

O tedbirli Ceneral üzüntüsünden gebermiş idi. Onun yerine Andirya Dorya nâmında bir mel'ûn Ceneral olmuştu.

Kral sözüne devam ederek, "O diyavolo Barbaroşo'nun evvelden hesabını görmedik. Bir hırsızdan ne olacak dedik. Şimdi ise herif Gran Senyör tarafından da tanındı. Bizimkilerden üç yüz esiri Gran Senyör'e hediye götürüp makbule geçti. Gran Senyör de Barbaroşo'ya çok riayet etmiş. Üç tane yeni çektiri gemisi bağışlamış.

( GRAN SENYÖR: Kral, padişah )

Yolda gelirken de on beş aktarma daha almışlar. Her birinde mal dolu imiş. Mesih'in kullarından üç yüz elli tane de esir almışlar Gran Senyör'e götürdükleri üç yüz esir çıktıktan başka elli tane de fazlası ellerine geçmiş. Bunlar bizim için çok talihsizliktir. Ölen Ceneral'in "Barbaroşo deyip de geçiverme, ondan çekinmek gerektir" dediği kadar varmış. Hele şimdi de Gran Senyör duasına mazhar oldu... Götürdüğü üç yüz esir makbule geçti diye, şimdi Cezayir'deki bütün hıristiyanları, Padişah'ın daha çok duasına nail olayım deyu hep ona hediye göndermeye kalkabilir. Onların da ömürleri artık hep kürekte geçecek demektir. O zaman bu esirlerin akrabası bizi ne yapar ve biz Mesih efendimize yarın ne cevap veririz." dedi.

Sonra da, "Bu diyavolo Barbaroşo sonunda muhakkak Padişah'a Ceneral olur. İşte o zaman başımıza kıyametler kopacak demektir. Çünkü bu kıyıları kendi eli gibi biliyor. İşte olacaklar o zaman olur." deyip yine ağlamaya başladı.

O divanda bulunan büyük kafirler başlarını öne eğip hiç konuşmazlardı. Hep Kral konuşurdu.

Bu hale kızdı. Hiddetlenerek, "Sizler de bir şeyler söylesenize! Hep ben mi söyleyeceğim!" diye bağırdı.


Barbaroşo seni yer!

Ötekiler ise bizim adımızın anıldığı yerde durmak istemezlerdi, değil bizden bahsetmek... Cenab-ı Hak kafirlerin kalbine böyle bir korku vermişti. Mesela ağ­layan kızanlarını bizimle korkutur, "Barbaroşo gelir de seni yer!" derlerdi.

Yeni Ceneral Andirya Dorya, Kral'dan başka konuşan olmadığını, Kral'ın da bu yüzden kızdığını görünce, hemen yalancı pehlivan gibi sıvanıp meydana çıktı.

Yer öpüp, "Devletlü Kral, sakınıp elem çekme. Ben eski Ceneral gibi Türklerden korkmam. Ben hâlis hıristiyanım ve İsa Mesih'in saf kuluyum. Azizlerin himmetleri ile yirmi çektiri alıp, Cezayir'i alayım. Barbaroşo dedikleri hıristiyan düşmanı diyavoloyu sana dipdiri tutup huzuruna getireyim. O zaman ne şekil ölümle istersen öyle öldür." dedi.

Kral'ın yüreğine biraz su serpildi. Yüzü gütmeye başladı. Andirya Dorya da Kral'ın hoşuna gidecek ne varsa, lâf ü güzâf harmanını savurdu.

Amma benim bunlardan hep haberim oldu.

Ne demişler,

Soran dağ aşmıştır,
Sormayan yabanda kalmıştır.

Her şeyin bilinmesi, bilinmemesinden iyidir. Hiç gafil durmazdım. İki üç tane habercim vardı ki, onların işleri güçleri haber toplamak idi. Ben de elime geçen esirlerden, ahval bilir kimseleri sorguya çeker, haber toplardım.

Bunlara suâl üstüne suâl sorup işin aslını öğrenirdim. Bir işe başlamakta acele etmez,

Acele şeytandan,
Teenni Rahman'dan

kaidesince işi tedbirle yürütür, olur olmaz şey için hiddete gelmezdim.


Efrenç Kralına yazılan nâme

İspanya Kralı, Efrenc Kralı'na nâme yazdı:

( EFRENÇ: Frenk )

"Sen ki Efrenc Kralısın,

Ben ki İspanya Kralıyım ve bütün hıristiyanların ulusuyum. Nâmem sana vardıkta bil ki, aramızdaki düş­manlıktan biz vazgeçtik, sen dahi vazgeç! Yine evvelki gibi karındaş olalım. Ve hem bilesin ki Cezayirli Barbaroşo nâmında bir Türk korsan peydâ oldu. Bana yaptıklarını anlatmak mümkün değildir. Baktım, gördüm ki ihmal ile bir şey olmayacak.

Şimdiki halde elimizde on pâre çektiriden başka hazır gemimiz yok. Sen de on pâre çektiri gönder. Ceneral yirmi çektiri ile hem Cezayir'i almayı hem de Barbaroşo'yu bağlayıp getirmeyi üzerine aldı. Bolaykim azizlerin himmetiyle şu diyavolo ele geçip hıristiyanlar şerrinden emin olaydılar. Bu hususta gerek sen gerek ben, dinimizin hizmetinde bulunup büyük sevaba nail olalım."

Bu nâmeyi alan Efrenc Kralı da çabucak on pâre çektiri gemisi donatıp İspanya Kralı'na gönderdi. Kral ise ferahladı. Kendi gemilerini de donatıp hepsi yirmi pâre çektiri oldu. Andirya Dorya Ceneral olmak üzere Cezayir'i almak ve bizi tutup kralına götürmek kastı ile yola çıktılar.

Andirya Dorya önce Mayorka tarafına gitti. Orada bir Mayorka perkendesine rast geldi. Bu gemi Cezayir'den yeni gelmişti. Pasaporta ile daima Cezayir'e gider gelirdi.

Andirya Dorya teknenin kaptanından bizi sordu. O da ne iş üzere olduğumuzu anlattıktan sonra, "Senin Kralın önündeki iddiandan Barbaroşo'nun haberi var. Sen, bana yirmi pâre çektiri gemisi ver, varayım sana Cezayir'i alayım hem de Barbaroşo'yu tutup getireyim, demişsin. O da bunun üzerine, ben Cezayir'deyken otuz beş pâre tekneyi yağlayıp hazırla­dı. Amma öyle tekneler ki her biri yirmi dörder, yirmi altışar, yirmi yedişer, yirmi sekizer, yirmi dokuzar bank olmak üzeredir. Her birinde ikişer yüz, üçer yüz çakmak vardır. Öyle ki her birisi tek başına böyle bir çektiriden yüz çevirmez. Barbaroşo'nun kumandası da yerinde. Her şeyleri yollu yolunda." demiş.


Kafirlerin başları kaygusuna düşmeleri

Sonra da, "Biz yola çıkmadan bir gün önce Cerbe teknelerinden beş pare tekne geldi. Onların da üçü yirmi sekizer, ikisi yirmi dörder bank olmak üzere iyi donanmış teknelerdi. Bu beş teknenin hepsi de Muslihiddin adında bir kaptanındı. Bahadırlıkta Barbaroşo kadar varmış dediler. Malıyla canıyla Barbaroşo'nun hizmetinde olmaklığa gelmiş. Barbaroşo da Muslihiddin Kaptanı, yarar bahadır olduğundan patrona tayin etti. Elhasıl cümlesi kırk pâre tekne oldular. Uzun sözün kı­sası bolaykim azizler size yardım edeydi. Yoksa Barbaroşo'nun hazırlıklarından benim gözüm korktu." diye ilave etmiş.

Andirya Dorya'nın ise bu sözleri işitince tapası attı. Amma İspanya Kralı'nın yanında ettiği iddiadan utanmamak için, biz Cezayir'den çıkmadan Arap yakasında bir yer basıp bir miktar esir alıp götürmek istedi. Bahane edip, Barbaroşo'yu bulamadım diyecekti.

Bunun için Şirşel'e geldi.

Şirşel (Cherchel-شرشال) - Cezayir   |   Google haritasında mevkii

Top menzili dışına demirleyip yattılar. Sandallarla karaya asker döktüler. Kalenin varoşunda oturan müslümanlar onların geldiklerini görünce çoluk çocuklarını alıp kaleye kapandı­lar.

Kafirler varoşa gelince, müslümanların acele ile götüremeyip bıraktıkları eşyayı çapul etmeye başladı­lar.

Kaledeki müslümanlar da onların çapul sevdasına düşmelerini fırsat bilip dalkılıç olarak kaleden çıktılar. Kafirlere öyle bir kılıç üşürdüler ki, kafirler çapulu bırakıp başları kaygusuna düştüler. Kafir askeri Ağus­tos sergisi gibi oldu. Ayağına çabuk olanlar sandallara yetişip kurtuldu. "Aman" diyenler de esir olup canını kurtardı.

Ölenlerden başka bin yedi yüz kafir esir alındı. Bir bu kadarı da mürd olmuştu. Allah'ın yardımı ile göz açıp kapayıncaya kadar iyi bir yüz aklığı oldu.


Mürted kölenin ettiği

Gemilere kaçan kafirler ise iyice şaşıp ana baba gününe döndüler. Demirlerini kaldıramayıp şaşkınlık­la kumanalarına balta üşürüp kestiler. Allak bullak yelkene bindiler. Amma kafirlerin bu derece korkmalarına sebeb olan Şirşel Kâidi'nin kölesi idi.

Bu köle görünüşte müslüman olmuştu. Kalbinden ise eskisi gibi kafir imiş. Andirya Dorya çektirilerle oraya gelince kafir damarı harekete geldi. Kaçıp Andirya Dorya'nın yanına gitti.

"Ben hıristiyanım!" deyip din-i İslam'a söğmeye başladı. Cezayir'i alması için Andirya Dorya'ya kılavuzluk edecekti.

Sonra kafirlerin satırı yeyip de teknelerde adam kalmadığını görünce, "Eyvah, ya biz bu perişanlık halinde iken Hayreddin Paşa bu tarafa gelir de dinç askeri ile çektirilere çata korsa... Bunların şimdi gözleri korktu, ihtimal Hayreddin Paşa'ya karşı duramazlar. İşte o zaman olacak bana olur. Ana baba dinini tazelemişken, tekrar müslüman olayım dersem, onların dininde olmaz. Bizim kelle gitti demektir. Bari şunları kandırıp buradan ayırmaya bakayım." diye kara kara düşünmeye başladı.

Çünkü bizim de kırk pâre tekne ile Andirya Dorya üzerine çıkmak üzere olduğumuzdan haberi varmış.

Bunun üzerine Andirya Dorya'nın damarına girip, "Bunun burası duracak yerler değildir. Yılan çıyan yeridir. Hemen bir ayak evvel buradan uzamaya bak!" diye onu kandırdı.

Bunun üzerine Andirya Dorya'nın elini ayağını çıfıt sıtması tuttu. Korkularından demir almaya kalmayıp, balta üşürdüler, demirlerini orada bıraktılar.


Kandesin Andirya Dorya!

( KANDE: Nerde )

Kırk pâre yelken ile deryâya açılmış, "Kandesin Andirya Dorya!" deyip Cezayir'den çıkmıştım. Kafir yakasını bordaya alıp giderdim.

O gece rüya aleminde "Aradığın mel'ûn Şirşel tarafındadır. Gayet bozgun haldedir. Fırsat senindir." dediler. Uyanıp yüzümü yerlere sürüp "Allahım, İslamı kafirlere karşı kuvvetli kıl!" diye dualar ettim.

Rüzgar da değişip yıldız karayele vardı. "Tevekkeltü alallah!" deyip Şirşel tarafına yöneldik.

Bi-izni Hüdâ ve mu'cizât-ı Mustafa, kafirler demirlerini kesip henüz yelkene binmişler iken yetiştik. Baktım ki bunların halleri başka, birbirlerine bakmayıp aldığına gidiyorlar.

Sultan Selim hazretlerinin yâdigar gönderdiği yeşil sancak ile filandırayı diktim. Yedi pare top attım. Baktım ki kafirlerde bir değişiklik yok. Neden sonra kafirler tortop oldular.

Meğer içlerinde bir miktar ağır yürüyen beş çektiri varmış, onlardaki kafirleri almak için toplanmışlar. Kafirleri alıp çektirileri boş bıraktılar.

Bunu gören gazilere iyice şevk geldi. Varıp yetiştik. Her bir kâfir çektirisine üçer üçer tekne çattı. Gaziler yalın kılıç çektirilere tırmandılar. Kafir gemilerindeki müslüman esir forsalar da demirlerinden boşandı.

Neticede Hakk'ın yardımı ile çektirilerin on beşi­ni de aldık. Beşini evvelden kendileri bırakmıştı. Bu büyük gazamız sırasında kırk teknemizden üç dört yüz gazi şehit oldu...

Kâfirden aldığımız yirmi çektiri ile altmış pare yelken bir armada olarak Şirşel önüne gelip yattık.

Şirşelliler çektirilerden aldıkları bin yedi yüz esiri getirip teslim ettiler.

Şirşellilere dua edip, "Berhurdâr olunuz, yüzünüz ak olsun, gazanız mübarek olsun!" dedim. Onlar da, "Senin de gazan mübarek olsun, ey Allah yolundaki mücahitlerin reisi!" dediler.

Aldıkları bin yedi yüz esirin yedi yüzünü Şirşellile­re bağışladım.

Çektirilerin kaçarken kesip bıraktıkları demirleri denizden çıkarıp yerine koduk.

Yirmi pare çektiriden mürd olanlardan başka bin dokuz yüz sağ kafir aldık. Bu teknelerden iki bin iki yüz müslüman esir çıktı. Bu derdmendler kürek çekerlerdi.

Onları kurtardığımıza çok sevindim. "Elhamdülillah yâ Rabbî, şükür ki şu Ümmet·i Muhammed karındaşlarımızı lütfunla kurtardın." diye şükrettim.

Bin kafir çektirisi alsam bu müslüman esir karındaşlarıma sevindiğim kadar sevinmezdim. Hepsine esvap, harçlık, silah pusat verdim.

Şirşel Kâidi gelip elimi öptü. "Gazan mübarek olsun sultanım!" dedi.

Sonra, "Efendim sultanım, bir büyük gaza daha vardır. Eğer onu da ederseniz Allah katında belki bu ettiğiniz gazadan daha makbûl ola" diyerek, kölenin mürted olup Andirya Dorya'nın yanına firar eylediğini anlattı.

"Şimdi o köle mel'ûnunu görsen bilir misin?" diye sordum. "Evet sultanım, bilirim!" dedi.

Bunun üzerine yirmi çektiriden çıkan kafirleri getirtip hep önünden geçirdim. Daha kırk elli kafir geçmeden mürted köle geldi. Kâid köleyi simasından tanıdı. Zira köle kafir urbası giymişti.

"İşte sultanım o mel'ûn köle budur!" dedi. Köleyi cundaya astırdım. Gaziler kurşunlayıp pâre pâre eylediler. Canı cehenneme olup, çıkıp gitti.


Ey kulum sen elem çekme

Bir mübarek saatte Şirşel'den kalkıp Cezayir'e geldik. Cezayir'e girerken öyle bir şenlik şâdımanlık oldu ki, ancak olur. Bir hafta donanma eyledik.

Sonra Aydın Kaptan'ı çağırdım:

"Varındı oğlum Aydın Kaptan, bu yağ mübarek yağdır, isterim ki bu kırk pare yelken teknelerimizle varıp seferi tamam edesin!

( VARINDI: Var şimdi )

Zira Cezayir'den çı­kıp üç gün sonra yine Cezayir'e döndük. Teknelerin yağları bile fırışka, kumanyalara ise daha hiç başlama­dık, taze ekmeklerimiz bile tükenmedi. O din düşmanı Andirya Dorya dedikleri kafir yirmi çektiri ile hem Cezayir'i alacak, hem bizi tutup bağlayıp kralları olacak mel'ûna götürecekti. Ammâ Cenâb-ı Hak hazretleri bu fakir kulunun duasını, dergâh-ı izzetinde kabul buyurdu, Ey kulum sen elem çekme! O Andirya Dorya dedikleri mağrûr kafiri senin ayağına getirip kolayca fetihler müyesser edeyim, dedi. Elhamdülillah, hâzâ min fazli Rabbî!"

Aydın Kaptan, "Baş üstüne!" deyip kırk pâre tekne ile bir mübarek saatte Cezayir'den çıkıp, gazaya teveccüh eyledi.

Muvafık rüzgar ile karşı Mayorka'ya oradan da kıyıdan kafir yakasını sıyırtarak Sette boğazına doğru çekilip gittiler.

Mayorka (Majorca) - İspanya  |  Google haritasında mevkii

Sette Boğazı (Sebte Boğazı) - Cebel-i Târık Boğazı   |   Google haritasında mevkii

Kafirler ise, Andirya Dorya yirmi pâre çektiri ile Cezayir üzerine gelince, "Yakında Cezayir'i alır, Barbaroşo'yu tutar, Kral'a götürür." diyerek rahatlamışlardı. O zamana kadar bizden korkularına limanlarda kapanıp çıkmayan bezirgan tekneleri "Artık korku kalmadı, Barbaroşo kendi yaşı kuyusuna düşmüştür." deyu denize çıktılar.

Ne kadar bezirgan teknesi varsa, doyumluk oğul arısı gibi denizde kaynardı.

Bizimkiler, gavur yakasında basmadık köy, kent, il, memleket komadılar. Üç binden fazla karı kızan esir aldılar.


Manastıra baskın

Barselona'ya yakın bir büyük manastır vardı. İspanya yakasında zengin ve kafirler indinde ondan büyük ve mûteber kilise yok idi. Hatta İspanya Kralı bütün saray halkı ile beraber yılda bir kere gelip bu kiliseyi ziyaret ederdi. Kiliseye büyük sadaka bırakır, günahını tazeletirdi. Kilisede seksen keşiş bulunurdu.

Gaziler bu manastırı da bastılar. Keşişleri esir eylediler. Kilise'nin sadaka akçasından otuz altı sandık akça aldılar. Kilisenin kandillerinden de yirmi beş kantar gümüş ele geçti.

Sefere çıktıklarının kırkıncı günü elli beş aktarma ile selamet ve ganimetle Cezayir'e geldiler. Bu elli beş aktarmanın her biri bir türlü mal ile dolu idi. Alıp da işe yaramaz diye batırdıkları aktarmalar da başka...

Bu aktarmalar limana sığmadı. Boşaltılanları esirIere kırdırıp kerestelerini dağ gibi yığdırdım.

Türlü metalar değerine değmezine satılır, Cezayir'in içi Hind'den nişâne verirdi. Tacirler buradan ucuz aldıklarını öteki vilayetlere götürür bir akçaları on olurdu.

Gaziler ganimet mallarını satıp savurup pay eylediler. Öyle ki hepsinin kuşakları sucuk gibi altınla doldu.

Elbise, silah dersen hepsi çiçek gibi giyinip kuşa­nırlardı. Her bir gazinin ikişer üçer hizmetli frenk oğlanları vardı. Esir dersen, zindanlar doldu. Tahminen on beş, on altı bin esir vardı.


Sultan Süleyman bin Selim Hân

Beş yüz kürek harici seçkin esir ayırdım. Ağır hediyeler düzüp on beş pâre çektiri gemi ile yine Aydın Kaptan'ı serasker edip, Sultan Süleyman bin Selim Hân hazretlerine peşkeş gönderdim.

O zaman Sultan Selim Hân henüz vefat etmiş, oğ­lu Sultan Süleyman Hân yeni padişah olmuş idi.

Bir mübarek saatte Cezayir'den kalkıp muvafık eyyamla yirmi yedinci günü Âsitâne'ye vardılar.

Yine eski usül üzere Aydın Kaptan, Peşkeş Ağası, hocalar, çavuşlar, aylakçılar Padişah izni ile varıp hâk-i pâye yüz sürdüler. Sultanıma yazdığım nâmeyi verdiler.

Sultan Süleyman Hân hazretleri nâmeyi kendisi okudu. Sonra el kaldırıp bana, Ocak'a ve gazilere dualar eyledi.

Gönderdiğim beş yüz esir makbule geçti. Zira o sırada Sultan Süleyman, Engürüs Kralı üzerine sefere çıkmak üzere idi.

( ENGÜRÜS KRALI:  Macar kralı II. Layoş )

Hepsine hil'at bahşiş verildi. Sonra Padişah'a karşı gerekli adabı yerine getirip, veda ederek çıktılar. Kaptanlar, ağalar, hocalar, çavuşlar için konaklar döşe­nip tayinatlar verildi. Hadden fazla izzet ü ikrâm kı­lındı.

Gaziler için kışlalar verilip, kazanlar kaynar idi.

Aydın Kaptan ile Peşkeş Ağası vezirlere ve ekâbire hediyelerini verip nâmelerini tabşırdılar. Onlar da cümlesi bize âlâ hediyeler düzüp Peşkeş Ağası'na ve Aydın Kaptan'a teslim eylediler.

Sultan Süleyman Hân, Ocak için beş çektiri gemi ihsan eyledi. Her aletleri mükemmel idi. Hemen kalkıp üzerlerine binmece idi. Sonra yeniden eskiden çektirileri donattılar. Halattan, pusattan, mühimmattan her ne isterlerse yirmi pâre çektiriye doldurdular. Böyle bir ay kadar eğlendiler, gayri yağlanıp hazır oldular.

Günlerden bir gün şevketlü Sultan Süleyman Hân hazretleri Aydın Kaptan ile Peşkeş Ağası'nı huzura davet eyledi. Çektiriler dahi Yalı Köşkü önüne gelip Aydın Kaptan'ı beklerler idi.

Sultan Süleyman bana gönderdiği emanetleri ve hatt-ı hümâyûnu teslim eyledi. Tekrar el kaldırıp hepimize dualar etti.

Aydın Kaptan ile Peşkeş Ağası yedi yerde âdâb-ı padişahîyi yerine getirip veda ettiler. Padişah kırlangı­cı ile çektiriye geldiler. Üçer kat şenlik edip Sarayburnu'ndan dışarı "Getir elini sultan Cezayir!" deyip yola çıktılar.

Uygun rüzgarla geldiler. Kalevre kıyısında bir yer basıp yedi yüz kafir karı kızan esir aldılar. Mayorka'ya gelinceye kadar kafir yakasını sıyırtıp yirmi yedi parça ganimet ile kırk birinci günü selamet ve ganimetle, şenlik ederek gelip Cezayir'e girdiler.

Cezayir'in gündüzü Nevruz Bayramına, gecesi Leyle-i Kadir'e döndü.

Aydın Reis, Peşkeş Ağası ve öteki kaptanlar hep birlik olup emanetleri bana getirdiler. Hepsine riayet eyleyip hatırlarını aldım.

"Gazanız mübarek olsun oğullar, hoş geldiniz safa geldiniz!" dedim.


Sultan Süleyman Hân'ın Hatt-ı Hümâyûnu

Büyük divan topladım, gaziler, ulemâ, eşrâf ve halk hazır bulundu.

Aydın Kaptan ile Peşkeş Ağası ileri gelip Sultan Süleyman hazretlerinin hatt-ı hümâyûn-u şerîflerini öpüp bana verdiler. Ben de üç kere öpüp divan efendisine verdim. O dahi öperek ipek kılıfından çıkardı ve açıktan okudu:

"Benim katımda sen ki lalam Cezayir-i Garb beylerbeyisin. Gazi Hayreddin Paşasın. Duadan sonra...

Taraf-ı şâhâneme beş yüz esir göndermişsin. Allah teala berekât-i Halil ve mükafât-ı celil ihsan eyleye, pek makbûle geçti. Dünyada ve ahirette yüzün ak olsun. Ve Hak teala seni düşman üzerine mansûr ve muzaffer eylesin. Dahi hayırlı ömür ile muammer eylesin. 

Ecdâd-ı pâkimin gününde ne şekil azîz ve muhterem isen, benim günümde de ondan daha çok azîzsin.

İltifât-ı şâhânemden Ocak'ıma teberrük için beş kıta çektiri sefineleri ihsan-ı hümâyûnum olmuştur.

Hil'at, samur kürk ve bir cevahir saat ve bir cevahir taş oturtma sonkur kılıç ve bir sancak ve bir filandıra ihsanım olmuştur. Gazalar eyledikçe beni hayır dua ile yâd edesin."

Hatt-ı hümâyûnun okunması bitince samur kürkü ve üzerine hil'at-i fâhireyi giydim. Saati koynuma sokup, kılıcı belime taktım. Divan ortasında yerime oturdum.

Somatlar döşenip taamlar çekildi. Yediler, pirler dilinden şükrünü ettiler. Şeker şerbetleri ve Yemen işi can verici kahveler içildi. Keyifler tamam olunca herkes kalktı. Yollu yolunca el öpüp "Mübarek olsun!" diyerek gittiler. Yanıbaşımda çavuşlar "Ömrün uzun olsun devletlü, bin yaşa!" deyu alkış tutuyorlardı.

Dışarıda burc u bârulardan gök gürültüsü gibi top atışları kesilmiyordu. Mübarek sancak ve filandırayı ise Paşakapısı'na diktirmiştim. Herkes seyr ü temâşâ­ya gelip "Acaba dünyada böyle sancak, filandıra var mıymış?" diye hayrette kalıyorlardı. Bütün som sırma idi. Böyle bir hafta şenlik edildi.


Andirya Dorya zindanda

Cezayir'i almak ve beni bulup İspanya Kralına götürmek davası kılan Andirya Dorya dedikleri mel'ûnun Cezayir zindanında, İslamın ferahta olduğunu görüp yüreğinin yağı eridi.

Bu sırada İspanya Kralı'nın bir şeyden haberi yoktu. Andirya Dorya'dan bir haber bekler merak eder dururdu.

Halbuki Andirya Dorya yirmi çektirisi ile elimize geçmişti. Az sonra da Aydın Kaptan kırk pâre tekne ile Mayorka'dan Sette boğazına kadar olan kafir yakasını harab etmiş, meşhur manastırı basmış ve elli beş aktarma ile Cezayir'e dönmüştü.  

Aydın Reis'in bu seferde tutup Cezayir'e getirdiği üç binden fazla esir kafirlerin akrabaları bir araya gelip Kralın yanına geldiler. Kral o sırada Barselona'da idi.

"Feryat şu Barbaroşo'nun elinden, kızımızı kı­zanımızı, oğlumuzu, uşağımızı kimini öldürüp, kimini esir etti. Bu ne olmaz iştir. Bizim gayri sabra takatimiz kalmadı." diye eşekler gibi bağırıp hınzırlar gibi hortlayıp yatarlarken, öteden bir güruh kafir daha çıkageldi. Bunlar da kilisenin basıldığını haber verip şikayet ettiler.

Amma Kral kilisenin basıldığına inanmadı.

"İşte bu, göz göre göre yalan! Hiç azizler kiliseyi bastırır mı? O kiliseye yan bakan bir daha sağlık yüzü görür mü?" diye inat eyledi.

O zaman papazlar, "Devletlü Kral buyurduğunuz gibi, müslümanlar o kilisenin yanından bile geçmeye kadir değillerdir. Azizler onları kül eyler! Nerde kaldı ki soysunlar. Lakin devletlü Kral, bu şikayetçileri hep sürüp o kiliseye doğru götürürsünüz. Hem eski adetiniz üzere ziyaret etmiş olursunuz. Kiliseyi yine eskisi gibi bulduğunuzda bu şikayetçileri, ibret-i âlem olsun diye, kilisenin etrafına asarsınız. Çünkü bunlar böyle demekle, sanki azizler bir şey değilmiş de kiliseyi basanlara bir şey yapamadı demek isterler, siz buna mukayyet olmazsanız artık öteden beriden dinimiz ifsâd olmağa başlar." dediler.

Kral da papazların bu sözlerini beğendi. Şikayet­çilerin hepsini tutturup, ellerini ardlarına bağlattı. Kral ve maiyeti binip, kiliseye geldiler.

Gaziler kiliseyi basıp içindekileri alıp gitmişler, kafirlerin ağaçtan yapıp düzdükleri putların da ağzına yüzüne pislik sürmüşlerdi. Birkaç keşiş de çabalayıp serkeşlik ettiklerinden, gaziler onların da kellelerini kesivermişler, pis cesetleri davul gibi şişip kilisede kalmıştı.

Kral ile papazlar kiliseye gelip de bu hali görünce, hep yüzleri üzerine düşüp, saçlarını sakallarını yoldular. Merkepler gibi anırmaya başladılar.

"Hay azizierin hışır hışır hışmına uğrayası diyavololar!" deyip kendilerini yerden yere vurup feryâd ü figân ederek ağladılar.

O zaman gerek mel'ûn Kral ve gerek şeytan papazların, eli bağlı sinesi dağlı şikayetçi kafirlerin yanında yüzleri kara oldu, mahcup düştüler. Allah teala dünyada ve ahirette yüzlerini kara eyleyip, âh ü zârlarını artırsın, amin.


Kilisenin sadaka akçası 

Şeytan papazlar baktılar ki güvendikleri azizlerden bir şey çıkmadı, yüzleri kara oldu.

İspanya Kralı'nı teselli edip yine küfrünü kuvvetlendirmek için, "Devletlü Kral elem çekme! Hem sana müjde olsun ki, her kemalin bir zevali vardır. Barbaroşo'nun da talihinin dönmesine sonunda bu kilise sebep olsa gerektir. Zira hıristiyanlara ettikleri hep yanına kaldı. Amma bu kilise kalmaz. Azizlerin, bu Barbaroşo'yu sonunda bir çıkmaza sokmaları muhakkaktır. Hem de şöyle Barbaroşo'ya müsaade edip kiliseyi basmasına göz yummaları sana biraz hatırları kırıldığını gösterir. Zira geçen sene kilisenin sadaka akçası­nı göndermediniz." dediler.

O zaman Kral şöyle cevap verdi:

"Sözleriniz doğru. Geçen seneki sadakaların verilmeyip ihmal edilişinin sebebi ölen ihtiyar Ceneraldir. Bana bir gün "Devletlü Kral, o kiliseye sadaka diye senede otuz altı bin akça verirsin. Ondan ne fayda olur. O akçaları hep papazlar yiyorlar. Oraya vereceğine düşmanla savaşacak beş on pâre gemi fazla yaptır. Lazım olup da arayınca, bulursun" demiş idi.

Papazlar bu sözleri duyunca, hemen bir şey uydurdular, "Devletlü Kral! Biz demek bunun için şimdiye kadar o Ceneral için üzülürmüşüz. Ama şimdi mesele anlaşıldı. O buna müstehakmış." dediler.

Kral, "Ne gibi?" diye sorunca, şeytan papazlar, "Devletlü Kral, din ulusu patrik onu rüyasında görmüş, azizler onun için 'Ölen Ceneral bizden değildi, varsın İslam dininde olsun. Biz ondan şikayetçiyiz' demişler. O zamandan beri, bak bu kadar meşhur adama son nefesinde azizler sahip çıkmadı, acaba müslümanlardan tarafa ağzından bir hata mı çıktı diye bu ana gelinceye kadar üzülür dururduk. Meğer aslı varmış. Bırak cehennemde canı çıksın." dediler.

O zaman Kral da, "Ya ben onu divanda da bu sebepten ötürü koğ­madım mı? Bakardım ki daima Barbaroşo'yu metheder durur. Bak sonunda başına ne hal geldi. Bir hıristiyandan azizlerin yüz çevirip varsın İslam dininde olsun, demeleri ne büyük musibettir." dedi.

Bakındı behey mel'ûna, İslam dini sizin gibi mel'ûn kafirlere nasip olur mu?

Her neyse.

Şeytan papazlar, "Azizler şöyle dedi, böyle poh yedi." diyerek, ahmak eşek kafirleri kandırır, kendi maişetlerini çıkarırlardı.

Kral, "Hoş, hemen biz sağ olalım da o kiliseyi evvelkinden iyi mamur eyleriz, gelirini de arttırırız." dedi.

Papazlar da zaten Kral'a bunu dedirtmek için konuşurlardı. Geçimleri buradan idi.


Küçük domuzları boşandır

Cezayir'de esir çoğalmış, zindanlar almaz olmuştu. Halbuki ben esir kafirlerin akça ile kurtulmalarını istemezdim, "Ko bu tarafta ömürleri eziyetle geçsin mel'ûnların!" diye, intikam ederdim.

İspanya Kralı kaç kere elçi gönderip esirleri akça ile halas etmek istedi. Razı olmadım.

Bir gece rüya aleminde, "Yâ Hayreddin! Ağıldan küçük domuzları boşandırıp, büyük domuzları pahası ile satasın! Zira düş­manın zaptı güçtür." deyip kayboldular.

Uykudan uyanıp gâib erenlerin bu nasihatine hamdettim. Anladım ki, kafirlerin halas olmalarına mâni olmamı istemiyorlar.  "Yarab! Bu da senin lutf ü keremindendir." diye şükrettim.

Sabah olunca esirleri dolaştım. Nerde işe yaramaz, hizmete kudreti kalmamış ihtiyar, sakat esir varsa seçip çıkardım. Hepsi üç yüz elli tane etti.

Bunları hasbeten Iillah azad ettim. Azatlık kağıt­larını, kumanyalarını, harçlıklarını ellerine verip memleketlerine yolladım.


Ayaklı tevârih yollu

Kral o kışı Barselona'da geçirmek için orada otururdu. Günlerden bir gün büyük kafirler ve papazlarla kendi palasında yani sarayında oturup Andirya Dorya'dan konuşup onu merak ederlerdi. "Andirya Dorya'nın nereye gelip gittiğinden bir haber yok. Üç aydan beri kayıp! diye söyleşirlerdi.

Bu sırada azad ettiğim esirlerin gemisi gelip Barselona limanına girdi. 

Liman reisi esirlerin içinden laftan anlar birini alıp doğru İspanya Kralı'na götürdü. Bu esir, Andirya Dorya'nın nasıl alındığını, o yağ ile kırk pâre teknenin tekrar deryaya çıkıp elli beş aktarma daha alarak Cezayir'e döndüğünü, beş yüz kafirin Sultan Süleyman'a peşkeş götürüldüğünü, İstanbul'dan dönerken Kalevra'yı basıp yedi yüz kafir esir alındığını, Sultan Süleyman'ın bizim için "Ceddim gününde nasıl aziz, muhterem, makbûl ve mergûb isen benim yanımda da ondan ziyâdesin" dediğini, burçların nasıl alındığını hep söyledi. Ayaklı tevârih yollu her şeyi anlattı.

Sonra da, "Hayreddin Paşa hayır sahibi adamdır. Bizi üç yüz elli esir azat etti. Kumanyamızı harçlığımızı, gemi kiramıza kadar verdi." diyerek bizi arş-ı âlâya çıkardı.

Bunları duyan İspanya Kralı'nın nutku tutuldu. Yeis ve hiddetinden kendini öldürmek istedi.

O zaman yanındaki papazlarla kaptanlar kalkıp, "Devletlü Kral, aklını başına topla. Giden gemi olsun. Hemen senin başın sağ olsun. Azizlerin himmetiyle sen İspanya Kralısın. Sende gemi çok mal çok. İl, memleket, burç çok. Senin gemi dediğin tahtadan demirden olur. Şimdi Bişkaya vilayetine bir ordananız giderse, bini birden yapılır, gelir. Sizin için dünyada asla bir güçlük yoktur. Böyle âh ü zâr ile kendinizi üzmeyin." diye Kralı teselli ettiler.

( ORDANA: Emir, Ordine )

O zaman Kral, "Ben gemi için üzülmem. Akça ile bitecek şey benim gözüme fikrime gelmez. Ancak iki husus için halim perişandır. Biri şudur ki, Cezayir'in önünde olan o iki burçlara üzülürüm. Bu burçlara bu kadar zamandır kimse sarkıntılık etmeyip dururlardı. İspanya Kralı'nın Cezayir'in karşısında iki tane ejder gibi burçları vardır, diye söylenmesi büyük iftiharımız idi. Bu diyavolo Barbaroşo'nun gününde alındı. Bu kadar hıristiyanın kimi öldü, kimi esir oldu. Onların günahları hep bizim boynumuzadır. Hem o burçlar durdukça Cezayir'i de yabca yabca fırsat bulur alırız, diye ümidimiz vardı. Şimdi bundan da ümit kestik.

Öteki büyük derdim de şudur ki, Barbaroşo bu gidişle Gran Senyör'e Ceneral olursa işte o zaman olacak olur." diyerek ağladı.