Fasıl 13 - Kaptân-ı Deryâ Hayreddîn Paşa

On üçüncü fasıl,

Deli Mehmed Kaptan'ın gazasına,
Papa'nın telaşına,
Müslüman esirlerin mektubuna,
Kafir esirlerin kaçma hazırlığına,
Kale zabitine kurduğum tuzağa,
Sultan Süleyman'ın huzuruna çıktığıma,
Haleb'e gittiğime,
Kaptân-ı Deryâ olduğuma ve
Tunus'u aldığıma 

dairdir.

  • Büyük kan kafirleri
  • Papa'nın telaşı
  • Müslüman esirlerin mektubu
  • Kafirlerin kaçma hazırlıkları
  • Mahmûd Reis'in oyunu
  • Kale zabitine gidecek mektup
  • "Firtate yolunu şaşırmış"
  • İslambol yolunda
  • Sultan'ın huzurunda
  • Haleb'te İbrahim Paşa ile
  • Kaptan-ı Deryalığım
  • Benzerd limanında
  • Tunus'un alınması
  • Nifakcıları derkelle ettirdiğim
  • Şeyhlere mektub

Deli Mehmed Kaptan'ı beş pâre tekne ile keferenin ahvâlinden bir taze haber almak için sefere gönderdim. Zira Deli Mehmed Kaptan'ı haber hususunda uğur tutmuştum. Hem gayet yarar bahâdır gazi yiğit olmakla onu kaptan tayin etmiştim.

Kırk pâre tekne ile deryâya ilk çıktığında İşkuruz limanında İspanya'nın otuz beş pâre teknesinden yirmi dokuzunu alıp altısını kaçırmıştı. Ziyadesiyle sancağı mübârek yarar yiğit idi. Divâne-meşrep olduğundan onunla daima latifeleşirdim.

Bir mübarek saatte Deli Mehmed Kaptan beş pâre tekne ile Cezayir'den çıkıp gitti. Kış mevsimleri yakın olduğundan bunları bir büyük fırtına alıp, bir baş Papa semtlerine götürdü. Hava sakinleşince o taraflarda gezerken bir Papa çektirisine rast geldiler. Bunlar da üç pâre çektiri ayakdaş iken fırtınadan öbür ikisi ayrı düşmüştü.

Deli Mehmed Kaptan bi-izni Hüdâ çektiriye hiç bir zaman vermeyip varıp boydan boya yapıştırıp sancaktan çata kodu. Öbürleri dahi iskeleden kıçtan baştan çatıp, hâsılı çektiriyi döve döve feth edip aldılar.

Çektirinin uçurması hep Müslüman esiri idi. Cümlesi iki yüz elli adet esirdi. Elhamdülillah kurtuldular. Hem çektirinin alınmasına çoğu çoğu esirler sebeb olmuştu. Demirden boşanıp gazilere yardım eylediler.


Büyük kan kafirleri

Bu çektiride büyük kan kafirler vardı. Hemen yirmi beş adet altın zincirli boğazlarında asılı koroz sahibi kuvalyar-zâdeler vardı. Öyle ki gün yüzü görmemiş taze civanlar idi. Birisi Rodos Kuvarnodoru'nun oğluydu. Bunlar hep Papa'ya günahlarını tazelemek için gelmişlerdi.

Çektiride yirmi beş sandık akçe, beş altı kantar gümüş avandanlığı, sahan, tepsi, kaşık var idi. Hasılı hem büyük ganime hem ulu nâm ettiler.

On sekizinci gün sâlimen ve ganimetlerle, çektiri yedeklerinde olarak sultan Cezayir'e gelip dahil oldular. Dostlar safâya, düşmanlar cefâya gark oldu. Büyük şenlik şâdımanlık eyledik.

Sevincimden, sırtımdan kürkümü çıkarıp Deli Mehmed Kaptan'a giydirdim.

"Hoş geldin, safa geldin! Gazan mübarek olsun Koca divâne Deli Mehmed Kaptan!" deyip sırtını sığadım.

Aşağıdan yukarıdan keferenin ahvâlinden gereği gibi ifade eyleyip bildirdi.

Sonra çektirinin kafirlerini huzuruma getirdiler. Kafirleri üç bölük ettim. Bir bölüğü koroz sahibi yirmi beş kuvalyar-zâdeler, bir bölüğü onlardan aşağı olanlar, üçüncü bölüğü de sultatlar idi. Bunların hepsi pahalı kafirler idi.

Çektiriden çıkan iki yüz elli Müslüman esirin hizmete yarar olanlarını ulûfeye yazıp, esvap, harçlık, silah, pusat verdim. Hizmete iktidarı olmayanlara yüzer altın verdim. İsteyen Ocak'a duacı kaldı, isteyen vilayetine gitti.

Ol yirmi beş kuvalyar kızanların en güzîde ve rânâ olanını ki Rodos Kuvarnadoru'nun oğlu idi, onu Deli Mehmed Kaptan'a hediye ettim.

Çektiriden çıkan yirmi beş sandık akçadan pencik, gemi hakkı ve masraflar çıktıktan sonra kalanı gazilere pay ettik. Adam başına üçer yüz altın pay düştü. Herkes tok doyum oldu. Silahlar urbalar yaptırıp, zevkinde safâsında bulundu.


Papa'nın telaşı

Aldığımız bu çektirinin ayakdaşları olan iki tekne Papa'ya vardıklarında bir de baktılar ki üçüncü çektiri yok... Oysam bir de haber geldi ki, ayakdaşları Cezayir'e gitmiş. Barbaroşo alıp Cezayir'e götürmüş.

O zaman kafirler ye's ü mâteme batıp, köpekler gibi uluyup eşekler gibi bağırmaya başladılar.

"Ol azizlerin hışır hışır hışmına uğrayası, hıristiyan düşmanı Barbaroşo İspanya yakasına berbâd-ı harâbe verip, şimdi de bize başladı." diye saçlarını sakallarını yoldular.

Sonra baktılar ki, ağlamakla yâr ele girmez. O zaman bize bir haber gönderip, "Eğer iznin olursa bize pasaporta göndersin, biz de gelip esirlerimizi alalım." dediler.

"Gelsinler." diye cevap gönderince Papa'nın papazları bir Fransız teknesine girip Cezayir'e geldiler.

Neticede, çektiride ne kadar kefere varsa kuvalyarlarla beraber, götürü pazar olmak üzere hepsine iki milyon akça verdiler. Ben üç milyon istedim. Papazlar iki milyondan fazla vermediler. Pazarlarımız uymadı. Papazlar gittiler.

Papazlar Papa'ya gidince: "Akça ile bitecek işe niçin muhalefet edip istediklerini vermediniz." diye çok azar işittiler.

Yine gelip üç milyon akça verip esirleri çıkarmak istediler. O zaman tedbirli kafirlerden biri, "Geliniz indi, bu sene boşlanız. Madem üç milyon akçaya Barbaroşo razı oldu, gelecek seneye kalsın. Şimdi hemen yine izinize dönerseniz, o zaman Barbaroşo dört milyon akça ister." dedi.

Bu sözü uygun görüp gelecek seneye kaldılar.


Müslüman esirlerin mektubu

Ol aralıkta Papa'dan Steveçe'deki Müslüman esirlerden mektup geldi.

Steveçe (Civitavecchia)  -  İtalya   |   Google haritasında mevkii

Demişler ki:

"Sultanım, "Allah teala seni daimâ a'dâ-yı hâsirîn üzerine mansûr eylesin. Gazalarınız mübarek olsun. Sizler o Papa çektirisini aldığınız günden beri kafirler fantazyalarını bizden çıkarıyorlar. Şöyle ki, hadden ve kıyastan artık ezâ cefâ etmeye başladılar. Hem duyduk ki, bütün çektirinin kafirlerini bir biri üstüne üç milyon akçaya salıverecek olmuşsun. Devletlü sultanım, korozlu kuvalyar uşaklarına dayanasın, olur olmaz baha ile salıvermeyesin. Ol üç milyon akçayı salt bu yirmi beşi vermeye kadirlerdir. Hemen ayağını pek dayayasın."

Bu mektubu alıp da ahvâli öğrenince, o ibrişimi yarıya kaldırmayan beyzâdeleri taşa koydum. Vardiyanlara da tenbih ettim ki biraz eziyet edeler...

Kafirler neye uğradıklarını bilemediler. Vardiyandan kırbacı yiyip de etleri kalkınca, başları olan kafir, "Beni Paşa'nın huzuruna götür, ona bir iki çift sözüm vardır." diye vardiyana başvurdu.

Vardiyan hiç oralı olmayıp neden sonra razı oldu. Gelip bana haber verdi.

Ben de, "Var getir bakalım, ne poh yese gerek" dedim.

Vardiyan baş kuvalyaları alıp getirdi.

Kuvalyar huzura gelince ayağıma sarılıp, "Sinyor, bu eziyeti bize niçin edersin? Üç milyon akça vermedik diye edersen, hemen senin mübarek hatırın hoş olsun. İki milyonu veren üç milyonu da vermeye kadir olabilir. Sen her şeyden bilirsin. Bize bu mertebe eziyet insaf değildir." dedi.

O böyle deyince, "Yâ mel'ûn! Sizin ettikleriniz Allah'ın emri midir? Sizin memleketinizdeki Müslüman esirlere aç susuz gece gündüz sırtlarından değnek eksik olmaksızın türlü cefalar etmek revâ mıdır?İmdi ne şekil edersiniz, ben dahi sizden ziyade ederim." dedim.

O zaman kuvalyar, "Sinyor biz orada iken bu şeyler yok idi. Esirler güzel geçer idi. Eğer şimdi oldu ise bizim buna rızamız yoktur. Bu ahvali yazar bildiririz." dedi.

Bunun üzerine yazıp ne halde olduklarını bildirdiler. Bunların mektubunu okuyan kafirlerin akılları başından gidip, kuvalyarlar şöyle eziyette imiş diye bizim esirlere ikramlar edip yalvarmaya başladılar.

"Aman Barbaroşo'ya mektup yazıp, eziyetimiz yoktur, iyi geçeriz deyin!" dediler.

Bizim esirler de tekrar bana mektup yazdılar ki, "Hak teâlâ senin eksikliğini bize göstermesin. Şimdi Elhamdülillah sayende eziyetimiz yoktur. Hemen uzun ömür ile muammer olasın." diye dualar ederlerdi.

Bu mektubu alınca kuvalyarları taştan çıkardım.

Bundan sonra öyle oldu ki, kafir yakasından bir kafir, esirine bir sille vursa, öteki kafirler ona davacı olup çekişirlerdi.

Derlerdi ki, "Bizim Cezayir'de bu kadar esirimiz vardır. Barbaroşo bir diyavolo heriftir, burada her ne olursa haber alır. Sonra bizim esirlere neler eder!.."

Böyle bizden korkup zavallı müslüman esirlere ilişemez oldular. Alllah Teâlâ korkularını ziyâde eylesin.


Kafirlerin kaçma hazırlıkları

Kuvalyarlarla beraber zindanda bir Mayorkin perkende reisi de vardı. Onlara hizmet ederdi. Amma gayet şeytân-ı mel'ûn idi. Öyle ki İblis'in askeri tükense icadına kadir bir lâ'in idi.

Onu kuvalyarlar mahsus, hizmet etsin diye, bizden curnata ile yanlarına almışlardı. Gayet mukallit olduğundan kafirleri eğlendirirdi.

Bu reis aslında namlı bir korsandı. Ben Cicel'de müzegaleriyi yaptırttıktan sonra ilk tuttuğum kafir gemisi bununki olmuştu. Yirmi dört bank bir perkendesi var idi. İçinde iki yüz elli kafiri vardı. Hatta aldığımız zaman perkendenin içinde elli altmış kadar Şirşelli Müslüman esir çıktıydı.

O zamana kadar Arap yakası kostalarını yakıp yandırmıştı. Çok kere tekneler onu tutmak için mahsus çıkar, ele geçiremezlerdi. Sonunda vakti saati gelmiş, biz alıp getirmiştik.

Feleğin işi çoktur, bir zaman başlı başına tekne sahibi kaptan iken şimdi kuvalyarların maskarası oldu.

İşte bu Mayorkin Reisi bir gün kuvalyarlara eyitti:

"Bana ne verirsiniz? Eğer sizi akçasiz pulsuz kaçırır isem... Barbaroşo'ya milyonla akça verip, onu daha çok kuvvetlendirirsiniz..."

Kuvalyarlar da, "Sen bu iyiliği bize edebilirsen, Barbaroşo'ya vereceğimiz üç milyon akçeyi sana verip, altına da bir tekne çekelim." dediler.

O zaman Mayorkin Reisi "Pek güzel!" deyip, mekr ü mel'ânetine başladı.

O vakit Cezayir'de beş altı bin esir vardı. El altından birbirlerine haber gönderdiler.

Mayorkin reisi mel'ûn, "Filancı gün baş kaldıracağız. Sizler Türklere karşı koyup savaş ederken, ben kuvalyarları kaçıracağım. Eğer azizlerin himmetiyle bütün Türkleri kırıp Cezayir'i zapt edebilirseniz, ne güzel. Bir şey edemezseniz yine esirlik elde birdir. Esire firara çalışmak ile bir şey lazım gelmez. Azizlerin himmetiyle bolaykim kuvalyarları kaçırabileydik. Eğer dediğimiz olursa ben sizin birinizi de burada komam. Kuvalyarlar Barbaroşo'ya verecekleri üç milyon akçayı bana verecekler. Ben sizin hepinizi buradan kurtarırım." diye öteki esirlere pasa verdi. Onlar da bu tedbire hepsi razı oldular.

Cezayir şarkında Kale dedikleri bir yer var idi. Bunu zabiti Mayorkin Reisi'nin karındaşı idi.

Ona mektup yazıp hazır etti, "Mektubumu aldığında gerektir ki, bize filan ayın filancı gününde bir firkate donatıp Temnitos'un Mersâ-yı Decâc denen yerine gelesin. Bizi orada bekleyesin." diye tenbih eyledi.

Bu mektubu el altından Kale zabiti olan karındaşına ulaştırmak için Araplardan bir çaşıt aramaya başladı.


Mahmûd Reis'in oyunu

Ben ise kendi akrabamdan Mahmûd Reis nâmında bir şahbâz yiğidi, ol yirmi beş kuvalyarların üzerine vardiyan komuş idim.

Bir gece rüya aleminde gördüm ki, yirmi beş tane samsum köpekleri ki her biri merkep gibi... Mahmûd Reis dertmendi ortalarına almışlar, paralamak isterler. Varıp ol yirmi beş kelbin elinden Mahmûd Reis'i kurtardım.

O zamanda uyanıp kalktım. "Lâ havle ve lâ kuvvete illâ billâhil aliyyil azîm!" deyip kendi kendime rüyayı tabir ettim:

"Bu rüya yaramaz rüyaya benzer. Amma Allah teala bolaykim hayra tebdil ede. Lâ ya'lemü'l-gaybe illallah. Bu rüyada görünen ol yirmi beş kelbten murâd, yirmi beş kuvalyar kafirleridir. İmdi bizim vardiyan Mahmûd'a o kafirlerden bir zarar irişmek ola. Amma yine bizim elimizle def ola, bi-iznillahi teâlâ!"

Sabah olunca, Mahmûd Reis adeti üzere elimi öpmeye geldi.

Elinden tutup, "Mahmûd oğul! Allah hayırlar ihsan eyleye, bu gece bir yaramaz rüya gördüm. Ol yirmi beş kuvalyar kafirlerden bir fitne çıkacağa benzer. Bir hoşça basiret üzere olup, onlara biraz meyil göster. Bolaykim bir haber alabileydin." deyip tenbih eyledim.

Vardiyan Mahmûd da zindana gidip yerine oturunca iki elini yüzüne koyup, güya büyük bir derdi varmış gibi, söylenmeye başladı.

"Hayreddin Paşa mısın nesin! Senin şimdiye kadar ne hayrını gördüm, bir de adımız akraba olacak. Zaten akraba akreptir, dememişler mi? Bizi, önüme bitme kapımdan gitme usulü çalıştırır. Görmediği, bilmediği adamlara iyi mansıplar verip riayet eder, bize de kafir çobanlığı ettirir. Ömrümüz böyle yazık olup gidiyor!" gibilerden ağzına geleni aleyhimizde atıp tutardı. Söylemedik söz komadı, sonunda, "Kocadıkça kişinin hırsı artar dedikleri gerçektir. Şu kuvalyarlar iki milyon akça verdiler, salıvermedi. Ya bu deniz halidir. Kim bilir onun da başına ne hal gelir!" diye bir miktar da kuvalyarlardan yana söyleyip, sustu. 


Kale zabitine gidecek mektup 

Şimdi kuvalyarlar Mahmûd Reis'in sözlerini hep dinlerler idi. Türkî lisanını bilenler ötekilere de söylerlerdi.

Birbirine bakıp, "Acaba vardiyan gerçekten Barbaroşo'dan canı yandığından mı söyler, yoksa bizim ağzımızı mı arar?" derlerdi.

Amma kuvalyarlar, vardiyan Mahmûd Reis ile gayet mizaç alıştırmışlardı. Kalkıp vardiyanın yanına geldiler. "Ey sinyor Mahmûd Reis, bugün gayet hiddetiniz vardır. Hayır ola?" dediler.

Mahmûd Reis, "Ne olacak Barbaroşo ile sizin yüzünüzden kavga ettim. Bu kuvalyarlar nân ü nimetle beslenmişler, iyi mancalara alışmış adamlardır. Bunlar pasaka yesirleri gibi değildir. Bakla ile mercimekle olmazlar. Haftada iki kere et, tavuk, balık tayin eyle, yesinler içsinler... Yok eğer öbür yesirler ne yerlerse bunlar da onu yesinler dersen, iki milyon akçalarını al da salıver. Çünkü bu gidişle ölürlerse sana zarar olmasın, dedim. Amma sözümü dinlemedi. Ben de, yahu şu herifler kaçsalar bile mukayyet olmayam,dedim. Zaten benden yana hava hoş! Başınızın çaresine bakın. Barbaroşo sizden bin milyon akça da alsa çıkarıp bana bir akça vermez. Amma eğer Allah size yol verip de selamete giderseniz, elbette ki, bize şu adam iyilik ettiydi, diye umarım ki beni unutmazsınız." dedi.

O zaman kuvalyarlar birbirine, "Gördünüz mü, işimiz nasıl rast gitti. Vardiyan da bizden yana oldu." diyerek, yirmi beşi de vardiyana birer türlü armağan verdi.

Sonra, "Biz senin böyle makul adam olduğunu bilmedik. Az kaldı bugünde yarında senin işini tamam edecektik. Madem ki sen bize bu iyiliği eyledin, işimiz rast gelip beldemize vardıkta sana edeceğimizi biz biliriz." dediler ve, "Lakin senden bir ricamız budur ki, şu mektubu alıp bir Arap eliyle kale zabitine gönderiver. O da bize firkate gönderir." dediler.

Mektubu, vardiyan Mahmûd Reis'in eline verdiler. Çaşıt ile Kale'ye göndermesini istediler.

Pes imdi, vardiyan Mahmûd mektubu alıp doğru bana geldi. Ahvâlin ne olduğunu ve kâfirlere ne şekil dil döküp kendisini inandırdığını bir bir nakl u beyan eyledi ve mektubu verdi.

Hemen o saatte kalkıp, gazilerle zindana gittim, gezdim. Esirlerin ikisini bir prangaya taktırıp yataklarını arattım. Bir sürü demir kesecek âlet, bıçak, pa­la, binyol tabancalı bulundu.

Bütün vardiyanların boyunlarını vurdurup yeni­lerini tayin ettim. Hepsinin başına da Mahmûd Reis'i vardiyanbaşı yaptım. Ol yirmi beş kuvalyar kâfirin de ikisini birer ağır prangaya taktırıp iyice muhafaza ey­ledim. Fesat başı olan Mayorkin Reisi'nin de boynunu vurdurdum.

Sonra bir papaz getirtip kuvalyarların kale zabi­tine yazdıkları mektubu okuttum. Ne dediği anlaşıldıktan sonra bir çaşıt Arap buldurup eline otuz altın vererek, "İsterim ki şu kâğıdı alıp, Kale zabiti olan kap­tana götürüp veresin. Eğer sana bu kâğıdı kim verdi, diye sorarsa 'Ben fakir ve ailesi kalabalık bir adamım. Bir gün zindan önünden geçerken bir esir kâfir bana bu kâğıdı vererek, sen bir garip adama benzersin, al şu mektubu, var kale zabitine götür, sana biraz dünyalık veririm dedi. Ben de akça kuvvetine mektubu aldım, geldim' dersin" diye tenbih ettim.

Çaşıt Arap mektubu dediğim gibi kale zabitine gö­türüp verdi. Öğrettiğim gibi de cevapladı. Zabit baktı ki, mektup karındaşından... Demiş ki:

"Azizlerin himmeti ile kuvalyarları kaçırmak için bir tedbirdir eyledik. Bizi filânca ayın filâncı gününde Temnitos'un iç yüzünde Mersâ-yı Decâc'ın koltuğunda olmak üzere tekne ile gelip bekleyesin. İşimiz rast ge­lirse Barbaroşo'ya verecekleri üç milyon akçayı bize verecek, altıma da bir tekne çekecekler. Akçanın yarı­sını sana vereyim. Hemen firkateni hazır edip, ol gün ol saatte zikreylediğimiz yerde bulun. Sakınıp ihmal etmeyesin, zira bu kelle pazarlığıdır."

Bunu okuyunca, zabit de cevabını yazıp çaşıt Arab'a, "Varındı göreyim seni, bu kâğıdı karındaşıma
ulaştır." diyerek, eline de bir çok dünyalık verdi. Kendisi de firkate hazırlığında bulundu.


Firkate yolunu şaşırmış!

Arap gelip mektubu bana verdi. Papazı çağırıp kâ­ğıdı okuttum. Demiş ki:

"Benim karındaşım, Arap eliyle gönderdiğin mektubu aldım. İstediğin malûmum oldu. Bolaykim istediğin tedbirin, azizlerin himmetiyle vücûd bulması asân olaydı. Firkate için elem çekme. Söylediğin vakitte orada olacaktır. He­men siz o işe gayret edesiniz."

Biçare kâfir bilmiyordu ki, bizim kılıcımız aziz­lerin himmetinden önce yetişip, karındaşının kellesini turp gibi uçurmuştu. Üstelik uğursuzluğu müslüman vardiyanlara bile dokunup onlar da ecel şerbetini içti­ler. Esirlere de bir fazla demir vuruldu...

Hesap ettim, esirleri kaçırmaya Temnitos'a gele­cek olan firkatenin kaleden çıkma vaktinden beş altı gün önce, bir yürük firkate donatıp gönderdim. Gör hikmeti sen ki, o kuvalyarları kaçırmaya gelen tekne henüz bekleyeceği yerde yatıp yağlanırken Cezayir'den onun için çıkan tekne görünüp Allah'ın izniyle varıp bastırdı. Cümlesini esir eyledi. İçinde yüz seksen beş kâfiri vardı. Yedeğe takıp onuncu günü Cezayir'e ge­tirdi.

O zaman kuvalyarlarla istihza edip, "Gitmeğe hazır olsunlar. Onları götürecek fir­kate yolunu şaşırmış, söyledikleri yere yanaşamayıp bu­raya gelmiş!" diye haber gönderdim.

Onlar da, "Sinyor sağ olsun! İnşallah istediğinden fazla pahamızı verip, göğsümüzü gererek vilâyetimize çıkar gideriz. Ne edelim, natura onunmuş" dediler.

Amma bu ahvâl Papa'da duyulunca, "İmdi Barbaroşo cümle kuvalyarların boyun­larını vurur!" diye telâş ettiler.

Hemen papazları Cezayir'e gönderip üç milyon ak­ça verip kuvalyarları ve pasaka yesirlerden birçoğunu kurtardılar.


İslâmbol yolunda

Bu sırada ben de seçme yirmi tekneyi yağlatıp her şeyi gereği gibi hazır etmiştim.

Divan toplayıp bütün gazileri, âlim, sâlih, şeyh ve murâbıtları davet ettim. Hepsiyle vedalaştım. Yerime oğulluğum Hasan Reis'i halife bıraktım.

Bir mübarek saatte, "Getir elin İslâmbol!" deyip yola çıktık.

Uygun hava ile giderken üçüncü gün Trapane kör­fezinde bir şehtiyeye rast geldik. Benim bulunduğum tekneye yakın bulunmakla, çatıp feth eyledik.

Meğer içinde Tunus'dan kaçan kâfir esirler varmış. Bu üçy üz kâfir hazineyi de açıp hesapsız mal alıp gö­türmüşler. Hepsi bize nasip oldu.

Gazilerden rica eyledim ki:

"Oğullar, bu ganimet şevketlü Padişahımızın uğurundandır. Cümlenizin izniyle inşallah Padişahımı­za peşkeş çekeriz, duasına mazhar oluruz."

Ben böyle dedikte, gaziler dahi "Pek mâkuldür Paşa babamız!" dediler.

Buradan kalkıp Preveze'ye geldik. Preveze halkı gelip bize tazim ve ikram eylediler. Meğer Andirya Dor­ya üç gün önce otuz altı pâre kadırga ile burada imiş.

Preveze'de üç gün eğlenip sonra çıkıp İslâmbol'a geldik. Amma İslâmbol'a girerken öyle bir şenlik oldu ki anlatılmaz.

Getirdiğimiz hediyeleri üç yüz kâfirin omuzuna vurup huzura takdim eyledik.

Bir Hayreddin kulun geldi, sen ol şâh-ı Süleymân'e,
Sana lâyık nemiz vardır, kabul eyle fakirâne


Sultan'ın huzurunda

Hediyeler Sultan Süleyman indinde çok makbule geçti. Dualar edip, üç kere sırtımı sığayıp, kürk giydir­di.

At Meydanı'nda Ahmed Paşa sarayı, konak döşen­di, tayın ve tayınâtım verildi. Beşir Ağa nâmında bir hadım kara ağa bize nedim kılındı ki, bizi eğlendire ve devlete dair bazı işleri öğrete.

Amma vezir-i âzam İbrahim Paşa, Haleb tamirine gitmiş idi. Bizim Cezayir'den geldiğimizi işitince, pek ziyâde teessüf çekip, "Şu gazi mücahit Hayreddin Paşa ile görüşüp hayır duasını alamadık!" diye üzülmüş.

Sonra hatırına gelmiş ki:

"Acaba şevketlü Hünkâr'ıma telhis etsem, Hay­reddin Paşa karındaşımı bu tarafa göndereydi de, onunla hem dîdâr görüşeydik, hem ne kadar olsa iş bi­lir tecrübeli adamdır, kendisiyle müşâvere ederdik."

İbrahim Paşa, şevketlü Hünkâr'a telhis eylemiş, Hünkâr dahi bir cuma günü bana söyledi:

"Lalam İbrahim Paşa, siz gazi lalamla dîdâr görüşmeklik için pâdişâhâne-i hüsrevânemden seni rica eylemiş, ne dersin?"

"Baş üstüne, ferman şevketlü Hünkârımındır." diye cevap verdim.

Ertesi gün bir çektiri sefinesine binip Mudanya'ya çıktım. Oradan kalkıp, "Kandesin Haleb!" deyip ihtişamla çekip gittik.


Haleb'te İbrahim Paşa ile

Günlerden bir gün Haleb'e vâsıl oldukta vezir-i âzam İbrahim Paşa binip istikbâlimize karşı çıktı. Birbiri­mize yakın olunca attan indim, vezir dahi indi. Sarı­lıştık, hal hatır soruştuk.

Tekrar binip, at başı beraber sohbet ederek, gelip saraya girdik.

Sahib-i devlet ile gereği kadar konuştuktan sonra taâmlar çekilip yenildi, şükür denildi.

Sonra bir cevahir taş oturtma eyer pusatlı atı, bi­nek taşına çektiler. Üzerine binip yanımda sağlı sollu çevgenli çavuşlar yürüyüp saltanat ile konağıma gel­dim. Vezir sarayının yanında benim için bir konak dö­şenip hazırlanmış idi.

Bu şekilde kırk gün Haleb'te sahib-i devletle ka­lıp zevk ü safâ eyledik. Sonunda izin alıp, bir saat-i ferah-fezâda Vezir-i âzam hazretlerine vedâ ettim. Âsitâne'ye doğru azimet eyledim.

Yollarda her nereye uğradımsa, fakirlere yemekler yedirip, ihsanlar eyledim.

Konya'ya gelip Molla Hünkâr'ı ziyaret ettim. Fu­karasına ihsanlar edip, dualarına mazhar oldum.

Oradan sonra Bursa'ya geldim. Burda yatan meş­hur Emir Sultan ile geçmiş padişahları ve padişah-zâdeleri hep yollu yolunca ziyaret edip ruhları için hatm-i Kur'an eyledim. Talebe-i ulûmdan olan fukaraları, ye­timler ve kimsesiz hatunları gözetip ihsanlar kıldım.

Bursa'dan gayetle hazzettim. Burası mesire yeri büyük bir şehirdir. Burada bir ay kalıp, kaplıca safaları eyledim. Türlü meyveler yedim.

Sonra sürüp selâmetle Âsitâne-i saâdete geldim. Şevketlü Sultan Süleyman hazretlerine buluşup devle­tine dualar eyledim. Sâdrâzam vezir İbrahim Paşa ile nicesine görüştüğümüzü ikramda bir vechile kusur ko­madığını, hadden bîrûn ve kıyastan efzûn riâyette bu­lunduğunu nakl ü beyân kıldım.


Kaptan-ı Deryalığım

Padişah-ı âlem dahi çok memnun oldu. Kürk kaf­tan giydirip, beni Kaptan-ı Deryâ eyledi.

Ben de gayri Tersâne-i Âmire'ye nizam verip, do­nanma düzüp gemiler inşa etmekliğe giriştim.

Kâfiristan iklimlerinde, "Barbaroşo, Gran Senyör'e Kaptan Paşa olmuş. Gözünüz aydın, işte şimdi belâyı bulduk!" diye, kâfirler kan kuşandılar.

Allah teâlâ korkularını ziyâde eyleye.

Ben ise yabca yabca, bahara kadar donanmayı düz­düm, koştum.

Elli altmış kıta kadırga çektiri ile daha başka ge­miler hazır olunca, mübarek bir saatte Beşiktaş önün­den kalkıp, Şarayburnu'ndan taşra yola revan olup git­tik. Cezayir'den getirdiğim yirmi kıta çektiri ile birlik­te cümlesi seksen pâre tekne idi.

Muvafık rüzgârla Misine adasına geldik. Burada Arçile kalesi denen bir kale vardı. Burası gayet zengin bir vilâyetti. Bu kaleyi alıp askere yağma ettirdim. Bun­dan sonra da Kızıllık denen kale ile Anabolu'yu aldım. Elhâsıl o taraflarda berbâd ü harab kılmadığımız yer kalmadı.

Gemilerde, müslümandan çok esir oldu. O zaman kırk tekneye bütün esirleri ve ganimetleri koyup İslâmbol'a yolladım. Hepsi on altı bin esir idi. Aldığım on sekiz kalenin anahtarlarını da gönderdim ve şevketlü Sultan Süleyman hazretlerine nâme yazıp, eyittim ki:

"Şevketlü Hünkârım duan bereketi ile hâk-i pây-i saâdete on altı bin esir kâfirle dört yüz yirmi beş sandık mal gönderilmiştir. Bu kullarını duadan unutmayasın, inşallahu teâlâ muradımız İspanya kostalarını tâ Sette boğazına varıncaya kadar sıyırtmaktır."

Kırk pâre tekne ganimetlerle Âsitâne'ye varıp, nâ­mem Sultan Süleyman hazretlerine vusûl bulunca çok memnun kalıp bana olan muhabbeti bir iken bin ol­muş.

Zira bazı münafıklar haset ederek, "Şevketlü padişahımız bu hususta gayet tizlik eylediniz. Bir korsan gidisine donanma verip Kaptan Paşa eylediniz. O evvelden bir şey değil iken bile kim­seye baş eğmezdi, şimdi ki bu kadar donanmaya mâlik oldu, onun bir baş gideceği Cezayir'dir." diyerek hakkımda pek çok dedikodu etmişler.

On altı bin esir ile dört yüz yirmibeş sandık akça Âsitâne'ye vardıkta, nifakçıların yüzleri kara, başları aşağı oldu.

Sultan Süleyman hazretleri kendi mübarek eliyle bir hatt-ı hümâyûn yazıp kırlangıç teknesi ile Temâşâlık'a gönderdi.

Hatt-ı hümâyûnda, "Sensin ki lalam gazi Hayreddin Paşa, selâmdan sonra...  Padişahâne-i hüsrevâneme gön­derilen on altı bin esir ile dört yüz yirmi beş sandık ak­ça, nâme mucebince gelip vüsûl bulmuştur. Berekât versin. Hak teâlâ seni düşmanlar üzerine mansûr ve muzaffer eylesin." buyurmuşlar.


Benzerd limanında

Kırk pâre tekne olmak üzere Temâşâlık'tan lenger-endâzları alıp yola revân olduk. Uygun rüzgârla Sardinya üzerine geldik. Burada dahi büyük gazalar ey­ledik.

Sardinya (Sardinia, Sardegna)  -  İtalya   |   Google haritasında mevkii

Sonra Cezayir semtine doğru gider olduk. Yolda bir kaba kacağa sığışmaz batı rüzgârı bizi önüne katıp gö­türdü. Benzerd limanına güç hâl ile girdik.

O zaman kendi kendime, "Yâ ilâhel âlemîn! Sana malûmdur ki, ben gü­nahkâr kulunun buraya uğramak hatırında yoktu. Bi­zi bu tarafa getirmenin kim bilir nice hikmetleri var­dır. Hayırlısını müyesser eyle." diye dua ettim.

O gece Benzerd'in nöbetçilik ağası, kethüdası ve ileri gelen birkaç kişisi firar edip Tunus'a gitmişler.

Benzerd'in nöbetçilik yoldaşları ve ahalisi de on­ların kaçtığını anlayınca evlerini basıp yağma etmişler.

Sabah olunca beş on pâre kayık, kuş sütünden gay­risi ile ağzına kadar dolu olarak geldiler. Ayağıma yüz sürüp, hepsi bana biat ettiler.

Nöbetçilik ağası ise Tunus'a varıp da ahvâli ifâde edince, Tunus Beyi'nin aklı başından gitti.

"Şimden sonra oldu bana olacak!" deyip sahraya kaçtı.

Tunus askeri ve ahalisi beylerinin firar ettiğini gö­rünce, cümlesi bir yere gelip, "Hayreddin Paşa evvelden bu ocağa az iyilik etmedi. Lâkin ol küstah Tunus Beyi, Hayreddin Paşa'nı hakkını ketmedip, türlü mel'ânetler eyledi. En kö­tüsü de Hayreddin Paşa ve merhûm Oruç Reis, iki karındaşlar, din uğruna cihad edip Becâye kalesini muhasara eylediklerinde, fethi yaklaşmış iken barutları bitince bu taraftan barut istediklerinde barut verme­mesidir. Bu iş İslama yakışır mıydı? İmdi Hayreddin Paşa ol küstahın etini lime lime kılsa, yine yarı suçu yanına kalırdı. Bahusus ki Hayreddin Paşa bugüne bu­gün şevketlü Padişahımızın bir üç tuğlu veziridir, dahi Kaptan Paşasıdır. Bize göre itaatten gayri bir çare yoktur." dediler.

Cümlesi bu fikri uygun görüp, bana bir mektup yazdılar.

"Devletlü efendim sultanım hazretleri, duyduk ki, mübarek ayağınız ile Benzerd'e şeref vermişsiniz, bu tarafa dahi zahmet buyurmanızı pek çok arzu etmekteyiz. Mektubumuzun varmasından son­ra bir saat evvel teşrif buyurmanız bâis-i iftiharımızdır. Ol hayın Tunus Beyi sizin Benzerd'e geldiğinizi haber alacak, sahraya doğru firar edip kaybolarak esfelîne gitmiştir. Hemen bir gün evvel bu tarafa gelmeye gay­ret edesiniz. Seni medihte bizim dilimiz âcizdir. Hak teâlâ sen efendimizi uzun ömür ile muammer eylesin." diye çok dualar eylediler.


Tunus'un alınması

Benzerd'den kalkıp Halku'l Vâd'e gelip yattık. Ka­rındaşım merhum Gazi Oruç Reis ile Tunus'a ilk geldi­ğimizde burasını Tunus Bey'i bizlere kışla vermiş idi.

Tunus askeri, ahalisi ve Arap kabilelerinin büyük boyları, şeyhleri ve murâbıtları kalabalık halde gelerek, "Ey mücahitlerin reisi Paşa efendimiz! Allah, Sultan'a ve sana yardım eylesin!" diye dualar kıldılar.

Sonra altın üzengili, cevâhir pusat vurulmuş bir at getirdiler, bindim. Levent gazilerden iki üç bin yiğit, pür silâh yanımda yürüdüler. Bir o kadar Tunus aske­ri, Arap kabile şeyhleri ve murâbıtları da beraber olmak üzere bir alay eyledik. Ortalarında bu şekilde dârât ü ihtişâm ile Tunus'a girdim. Firar eden beyin sarayına oturdum. Üç gün boyunca Tunus asker ve ahalisi yer yerden gelip, alkışlayıp mübarek olsun, dediler.

Bu şekilde ortalığa nizam ve intizam verdim. Her­kes alış verişinde zevk ü safasında oldu.


Nifakçıları derkelle ettirdiğim

Amma Arap kabilelerinden bir fırka, "Eski beyimiz Hayreddin Paşa'dan daha iyi idi!" demişler.

Bunların hepsini derkelle edip ortadan kaldırdım.

Amma bizim askerlerin de beş on tanesini hile ile öldürdüler. Misafirlik bahanesiyle evlerine götürüp yok ederlerdi. Leventler bunu anlayınca bellerine birer pa­la, birer tabancalı sokup gezer oldular.

Bir gün Baba Suyka semtinde bir levent ile bir Tu­nus yoldaşı kavga ederlerdi. Öteki leventler de bunla­rın üzerine varıp ayırmak istediler.

Bu sırada Tunus yoldaşı, bizim levende. "Filânı filânın filân ettiğim Hayreddin Paşa payzanları! Şimdiye kadar beş on tanenize siftah eyle­yip vücutlarını kaldırdık. Amma yakında ne Paşanız Hayreddin kalır ve ne siz kalırsınız!" demiş.

O zaman zaten bu işi araştırmak için çıkmış olan beş altı yüz levendin cümlesi birden dalkılıç olup önce onun kellesini uçurdular. Sonra huruç edip Tunus as­kerine ve Araplarına öyle bir kılıç çektiler ki, yâ medet Allah!

Göz açıp kapayana kadar, tahminen üç dört yüz can toprağa düştü. Hele kavgayı haber alıp da binip geldim. Güç belâ ile leventleri yatıştırdım. Sebebini so­ruşturup anladım.

Bu Tunus halkının hileci ve nifakçı olduklarını bildiğimden bütün ahalisini ve askerini çağırtıp galaba divan eyledim.

"Her kim güzellikle geçinmezse, sonra günahı vebâli boynunadır. Muhakkak vücudu bu dünyadan kaldırılacaktır. Karındaşlar gibi birlik edesiz." diye tenbih ettim.


Şeyhlere mektup

Bu kavgadan sonra bizim askerler ile Tunus askeri kedi köpek gibi, kerhen bir arada durabildiler. Şimdi dahi Tunus askerinin Cezayir gazilerine düşmanlığı ek­sik değildir.

Bundan sonra Tunus'un taşrasındaki Arap beyle­rine ve murâbıtlara nâme yazıp, herkesin mertebesine göre hil'atler gönderdim.

Yazdım ki:

"Herkes eskiden beri ne şekilde ise yine yerli ye­rindedir. Ancak sizlerden istediğim budur ki, firar eden Tunus beyi hayını her hanginizin yanına gelip dahil olursa komayıp reddedesiniz."

Onlar da nâmeleri alıp okuyunca, "Paşa efendimiz, tarafımıza gönderilen hil'atlar nâmeniz muctebince gelip vüsûl buldu. Allah size hayırlar versin. Ey Pa­şa efendimiz bizler dahi bu vatanda ced be ced evvel zamandan beri şeyh oğlu şeyhleriz. Padişah beratı ile her sene Tunus Beyi'nden surre avâyidimiz vardır. Sen dahi âdet üzere bunu göndermeklikte ihmal göstermezsen biz can baş ile emrine uyanlarız. Her ne hizmetin olursa baş üstüne." diye cevap yazdılar.

Onların mektubunu alınca ben de cevap verdim, "Sizin olagelmişiniz her ne ise, eskisi gibi biz dahi riayet ederiz. Hemen kalbinizi hoş tutasınız. Nâmemi alınca sahraya gidip halka ahvâli bildiresiniz. Onlara hiç bir şekilde zulüm etmeyesiniz." dedim.

Şeyhlerin cümlesi bir araya gelip, bu hakimâne cevapları beğendiler. Hepsi bana tâbi oldular.

Yalnız iki üç tanesi ayrı kaldı. Firari Tunus Beyi bunların içine girip sığınmıştı.