Fasıl 14 - Kâfirle büyük savaş
On dördüncü fasıl,
Âsileri kılıçtan geçirdiğime,
İspanyolların Tunus'a hücumuna,
Kafirle yaptığımız büyük savaşa,
Tunus'u terk ettiğimize,
İspanyollardan aldığım Hint gemisine,
Sahte Hayreddin Paşa'nın yakılmasına ve
İspanya Kralı'nın Rumpapa'ya gidişine
dairdir.
- Asileri kılıçtan geçirdiğim
- Tunus Beyi'nden İspanya Kralına mektup
- Padişah donanması zayi olmasın
- İspanyolların Tunus'a hücûmu
- Yerin gubârı, kanın buhârı...
- Tunus'u terk ettiğimiz
- Senede yüz bin kile buğday
- "Yüreğim ona yanar ki..."
- Hint gemisi
- "Yarın Barbaroşo'yu yakacagız"
- Sahte Hayreddin Paşa'nın yakılması
- Yedi yüz yoldaşın kurtuluşu
- Mel'ûn Kaptan'ın inadı
- Kralın günahını tazelendirmesi
- "Barbaroşo ortalığa kan ağlatıyor"
- Yalancı kral
Cezayir'de yerime vekil bıraktığım Hasan Ağa'ya mektup yazıp başımdan geçen sergüzeşti ifade ve Cezayir gazilerinin cümlesine selâm ve dualar eylemiş, hepsinin hâl ve hatırlarını sormuştum.
Mektubum Cezayir'e varıp divanda okununca on pâre tekne hazır edip içine beş yüz tüvâna gazi yiğitler girmişler.
Bunlar benim eskiden yâr-i kafadârım olan yiğitler idiler. Şöyle ki; cengâverlikte, akıl ve tedbirde her biri binbaşı olmaklığa lâyık gaziler idi.
Günlerden bir gün on pâre tekne, korsanlık yoluyla Cezayir'den kalkıp Tunus'a geldiler.
Buluşup hal hatır soruştuk. Bunlardan sual ettim:
"Ey oğullar, siz kendi isteğinizle mi geldiniz yoksa vekil bıraktığım adam mı gönderdi?"
"Yok, biz kendi isteğimizle geldik. İşittik ki Tunus askeri ile senin askerinin arasında büyük fesat belirmiş. Biz dahi sen efendimize yardıma geldik. İstemeyeceğini bileydik, gelmezdik." diye cevap verdiler.
"Yok oğullar! Ondan ötürü değil. Hoş geldiniz safa geldiniz, başım üstünde yeriniz vardır. Ancak şu kadar var ki, biz ol Cezayir'den nân ü nîmet yedik. Orası serhaddir. Elimden gelse, bir adamını on adam edip, üzerinden geçen kuşun kanadını keserdim. Şimdi düşman, 'Cezayir'den beş bin yoldaş değerinde beş yüz yoldaş ayrılıp Hayreddin Paşa'nın yanma gitmiş,' der. Bu hâl, Cezayir'e gece gündüz diş bileyen düşmana kalp kuvveti olur. Sizin yerinize iki bin yeni yoldaşı Cezayir'e göndersem yetmez. Çünkü bir ahvâl-bilir eski yoldaş, on yeni yoldaştan iyidir." dedim.
Cezayir gazilerine bu yolda nasihatlar edip, beş on günden sonra yine tekneleri ile geriye gönderdim. Yanlarına da kendi leventlerimden beş altı yüz yeni yoldaş kattım.
Cezayir'i bu mertebe gözetirim.
Ol on pâre tekne Cezayir'e varınca, herkes bana dualar etmiş.
Ağır hediyeler düzüp on pâre tekne ile şevketlü Sultan Süleyman efendimize gönderdim. Bu sırada devlet kızılbaş belâsı üzerine gidip, orada kışladıkları esnalar idi.
Asileri kılıçtan geçirdiğim
Biz gelince, kaçıp giden Tunus Beyi ise, yurdundan ayrılmış köpekler gibi sahraları gezip, rast geldiği kabileyi baştan çıkarıp bizim üzerimize fitne potasını kaynatmaya başladı.
Arap kabilelerinin bir âdeti vardı. Hayır olsun şer olsun, her ne meşveretleri var ise, bahar gelince Kirvan'a gidip, orada toplanırlardı.
Bu yıl hepsine mektup yazıp, bana ve Padişaha tabi olanların Kirvan'a gitmemelerini bildirdim.
Sonra her türlü hazırlığımı yapıp, günlerden bir gün Tunus'tan çıkıp Kirvan'a yürüdüm. Kirvan'ın erenlerini ziyaret eyledikten sonra beldenin içine girdim. Dost olanlar gelip ziyaret ettiler, itaat etmeyenlere öyle bir kılıç çektik ki ancak olur. Hepsi itaâta gelip bize bağlandılar.
Firari Tunus Beyi gördü ki ahvâl başka, salt başına yine kaybolup gitti. Aratmaktan bıkıp "Ey mel'un elbette elime geçersin!" deyip, Tunus'a döndüm.
Tunus Beyi'nden İspanya Kralına mektup
Padişah-ı âlem-penah hazretleri, Acem üzerine gidip orada kışlayınca, İspanya Kralı mel'ûn bundan faydalanmak istedi.
Aklınca, "Osmanlı, Acem içinde kışladı. Barbaroşo dahi Tunus'ta yerleşti. Bu fırsat bir daha ele geçmez. Şimdi varıp Ada aralarını yakıp yıkıp, berbâd ü harâb eyleyecek zamandır." diye düşünür, donanma hazırlarken, firari Tunus Beyi'nden mektup aldı.
Nâme şöyle idi:
"Sen ki dostum İspanya Kralısın,
Dostluğa lâyık duadan sonra, şöyle malûmun ola ki; Barbaroşo, Gran Senyör divanında senin için iddia eyledi. Varayım İspanya memleketlerini haraba vereyim, dedi. Seksen pâre tekne ile Akdeniz'e çıkıp onsekiz pâre kale feth eyledi. Sonra Temâşâlık'a gelip, lenger-endâz olup yattı.
Kırk pâre tekneye on altı bin esir ile dört yüz yirmi beş sandık beyaz sarı akça koyup, dahi bu kadar hediye ile birlikte feth eylediği on sekiz pâre kalenin anahtarlarını da Gran Senyör'e gönderdi. Kat-ı ziyadesiyle makbule geçti.
Gran Senyör, Barbaroşo'ya olan muhabbetinden, bir hatt-ı şerîf yazıp Temaşalık'a gönderdi. Ve, 'Sen ki gazi lalamsın. Gönderdiğin eşyalar, nâmen mucebince taraf-ı pâdişâhâneme gelip vusûl bulmuştur. Berekât versin', deyip dualar eyledi. Hulâsa şimdi Barbaroşo da kendisini âleme Süleyman olmuş zannedip gezer.
Kırk pâre tekne ile Temâşâlık'tan kalkıp bir baş senin memleketlerini haraba vermek kastıyla Sette Boğazı'na doğru giderken Sardinya üzerinden bir muhalif tufan ile bocalayıp Benzerd'e geldi. Benzerd'i alıp zapt eyledi. Sonra Tunus'a gelip Tunus'u dahi silâh zoruyla alıp beni sahralara kaçırdı. Şimdi sahralarda ot otlayıp gezerim. Kerem ve lutf eyleyip benim âhımı Barbaroşo'dan alıveresin. Sana bu kadar gemiler dolusu zahire göndermekliğimin mükâfatını böyle bûn demimde icrâ edesin.
Sen filân ayın filânca gününde donanma ile deryâdan gelip Halkü'l Vâd'e baş vurasın. Ben dahi elli altmış bin Arap atlısıyla gelip sana yardım ederim. Bolaykim Barbaroşo'yu ele geçirip kanını içeydim."
Firari Tunus Beyi işte böyle şeyler yazıp bir sürü pohlar yemiş. Ol zaman kâfirler dahi bir araya gelip meşveret ettiler ve "Şimdi Türk'e gitmektense Tunus'a gitmemiz daha mâkuldür. Çünkü bizim Barbaroşo'dan ağır düşmanımız yoktur. Azizlerin yardımıyla Tunus'u alırsak hem Barbaroşo'nun hakkından gelir hem de dostumuz eski beyi yerine oturturuz. Ona büyük iyilik etmiş oluruz, o da ömrü oldukça bizim iyiliğimizi unutmaz. Tunus elimizin altında olur. Her ne istersek göndermekte ihmallik eylemez. Bu iş bize göre iki taraftan iyi maslahattır." diyerek Tunus üzerine gelmeye karar verdiler.
İspanya Kralı, Tunus Beyi'ne cevap yazıp câsus eliyle gönderdi, "Pek güzel, bizim muradımız Türk yerlerine gitmek idi. Lâkin madem ki senin başına bu felâket geldi, baharda bizi Tunus'da bilesin. Senin âhını Barbaroşo'dan alıp yine yerine oturtmak boynuma borç olsun." diye, onu teselli etti.
İspanya Kralı'nın nâmesi Tunus Beyi'nin eline geçince, dünyalar onun olup tacını göklere attı. Ferahlar edip, el altından kabileleri kandırıp, Arapları başına toplamaya başladı.
Padişah donanması zâyi olmasın
Ben de o sıralarda İspanya Kralı'nın büyük hazırlıklar yapmakta olduğunu haber aldım. Yine o esnâlarda karışık rüyalar da görmüştüm.
Kendi kendime, "Bu kâfirlerin tedârik üzere olup donanma hazırlamaları ya Cezayir'e yahut da bu tarafadır. Amma mutlak bize olmak gerek. Hem bu tedbir kâfirin kendi fikri de değildir. Muhakkak o mel'ûn firâri Tunus Beyi'nindir. Ben bunları bilirim, Tilmisan Beyi'nin de bunun da İspanya Kralı'na dostlukları bir an eksik olmaz." diye düşündüm.
İslâmbol'dan Padişah-ı âlem-penâh hazretlerinin altmış pâre teknesi ile çıkmıştım. Cümlesi seksen idi, amma yirmisi benim gaza malı ile Cezayir'den götürdüğüm teknelerdi. Kırk tekneyi on altı bin esir ve dört yüz yirmi beş sandık akça ile gönderdimdi. On pâre tekneyi dahi Tunus'a gelip oturduğumuzda hediyeler koyup gönderdim. Elimde mîrîden kalma on pâre tekne kalmıştı. Bu tekneleri de hediyelerle doldurup şevketlü Hünkârıma yolladım.
Kim bilir, kişinin bir dostu varsa, on da düşmanı vardır. Bunlara bir şey olursa adımız 'Padişah donanmasını zayi eylemiş'e çıkar.
Hoş, bu hakîr-i pür-taksîr, devlete on o kadar donanma yapacak kadar mal gönderdim idi. Amma hemen iyisi gittiğidir.
Böylece mîrînin geri kalan on pâre teknesini de yağlayıp İslâmbol'a gönderdikten sonra, kendimin Cezayir'den getirdiğim yirmi pâre tekneyi de yağlayıp hazır eyledim.
Bunları da korsanlığa gönderdim.
Reislerine, "Seferiniz tamam oldukta varın Cezayir'de kışlayın. Size emrim gelince ona göre amel edersiniz." diye tenbih ettim.
Yirmi pâre tekne bir mübarek saatte kalkıp Sardinya üzerine vardılar. Çok ganimet aldılar. Bir Venedik gemisi aldılar ki gayet zengin idi. Yükü hep kumaş, çerçi pusadı idi. Hemen on iki bin Venedik altını nakit çıktı.
On altı aktarma ve dört yüz yetmiş beş esir kâfir ile selâmet ve ganimetlerle Cezayir'e doğruldular. Havalar kış olduğundan yolda bocalayıp Cezayir'i tutamadılar. Beled-i Unnâb'a gelip girdiler. Orada tekneleri karaya çekip kışladılar.
Beled-i Unnâb ( Annaba-عنابة) - Cezayir | Google haritasında mevkii
Ganimet erzakı satıp savup gök nukut ettiler. Teknelere düşen benim hakkımı mühürleyip sakladılar. Kalanı, gaziler karındaşlar gibi aralarında pay ettiler. Hepsi tok doyum, ihtiyaçtan beri oldular. Zevk ü safâlarına baktılar.
İspanyolların Tunus'a hücumu
Tunus'un dört tarafına hendekler, metrisler kazdırıp hazırladım. Bahar günleri yetiştikte, bir gün İspanya donanması seksen pâre yelken ile Halku'l Vâd önüne gelip baş vurdu.
Tunus Beyi ile sözleştikleri vakit bu idi. Kâfir baktı ki, Tunus Beyi'nden bir nâm ü nişân yok. Halbuki evvelki kavil üzere elli altmış bin Arap atlısı ile beklese gerekti. Şimdi kâfirler ol kavilden bir eser bulamadılar.
İspanya Kralı, firâri Tunus Beyi karındaşlığına gazabından, kâfir iken yahudi oldu.
Kâfirler üç gün beklediler. Tunus Beyi'nden bir haber çıkmayınca karaya asker döküp cenge başladılar.
Su burcunu muhasara etmek için geldiklerinde, iyice yaklaşınca, burçtaki otuz altı pâre top bir fitilden kâfirlerin üzerine ateş etti.
Kâfirler alay kesimi gibi yerlere serildiler. Ardından otuz altı bin gazi ile yürüyüp kâfirlerin kalp cenahlarına yalın kılıç girdim. Kaba kuşluktan ikindi vaktine kadar cengin arası kesilmedi. Neticede kâfirler geri püskürüp gemilerini dar buldular.
Sabah olunca ise Kral mel'unu büyük kuvvetlerini ve toplarını taşra çıkardı. Gelip Halkü'l Vâd burcunun etrafına metris alıp cenge dürüştü.
Otuz gün burcu dövdü. Sonunda gaziler bunaldılar. Bir gece burcu bırakıp çekildik, gittik.
Beş altı gün sonra kâfirin yirmi dört bin askeri daha geldi, gayet kuvvetlendiler. Ertesi gün de fesat menbaı Tunus Beyi altmış bin Arap atlısı ile gelip Kralla buluştu. Hediye ve peşkeşlerini takdim etti.
Kral, "Senin yapacağın iş bu muydu? Az kaldı yine geri dönüp gidecektim." deyip çok lâf söyledi.
İş bu hâle gelince Arap taifesinin hepsi eski Bey'den tarafa döndüler. Arapların bu bozuk fikirlerini anlayınca çavuşları gönderip, "Herkes yerinde dursun, bozgunluk etmesinler!" dedirdimse de olmadı.
O iki yüzlü münafıklara söz kâr etmedi. Hemen ölüsü dirisine binip hisara doğru birbirini çiğneyerek kaçmaya başladılar. Kâfirler epey bozulmaya yüz tutmuş iken tekrar gayrete geldiler.
Kendi donanma askerimden başka başıma döner kalmadı. Tunus'un Türk askeri bile Arap askeri ile beraber oldular.
Yirmi otuz bin donanma askeri candan, on bin can kalmadı. Hep şehadet şerbetini nûş eylediler.
Yine bu on bin can, başımda çark-ı felek gibi dönüp, "Elem çekme Paşa baba, birimiz kalmayıncaya kadar biz seni bırakmayız, hemen sen sağ ol!" derler idi.
Ben de, "Berhurdâr olun oğullar! Hak teâlâ sizden razı olsun. Dünyada ve ahirette yüzünüz ak olsun." deyip dualar ederdim.
Yerin gubârı, kanın buhârı...
Vaktâ ki kâfirler karabulut gibi gelip yetişti. O zaman, Padişah hediyesi olan tîğ-ı âteştâbı kılıfından yalın ettim. Allah için kâfirlerle cihada niyet edip kâfirlerin kalp cenahına kendimi kartal gibi çarptım.
O zaman gaziler dahi, "Yâ bizler ne günümüze dururuz!" deyip,
Yâr odur ki bûn deminde yâr ola,
Şâdlıkta her kim ola yâr ola.
kavlince onlar dahi, önce birer yaylım tüfenklerini kâfirlerin kalp cenahına boşalttılar. Ardından dal kılıç olup kâfire daldılar.
Şöyle ki;
iki asker birbirine katıldı, yer penbe misali atıldı.
Yerin gubârı, kanın buhârı, gaziler dilinden birbir verirdi sübhânı.
Üç buçuk saat âlâ cenk oldu, kılıçlar al kan ile lâ'l-renk oldu.
Durmayıp gaziler serden geçerdi, ecel terzisi don biçerdi.
Salındıkça tîğ yalmânı, ederdi ser-nigûn ol kâfirânı.
Netice-i kelâm, sözü ne diye uzatalım...
Kâfir leşinden tepeler oldu. Kelle dersen bostan kesimi gibi ayaklar altında kaldı.
Kulak, tırnak, parmak dülger yongası gibi uçup tozardı.
Kâfirin başına kıyametler koptu. Gayri kâfirler gazilerin darbesine tâkât getiremeyip kıçınlamaya başladılar.
Ammâ gazilerin dahi yarısından çoğu tozup cennet-i a'lâda makamlarını buldular. Beş on bin mücahitten üç dört bin eli ayağı tutar sağ kalmadı. Kalanların da çoğu ölümlük ağır yaralı idi.
Çünkü bize yardıma gelen kimse yoktu. Tunus askeri Arapla karışık uzakta durmuş seyrederlerdi. Ammâ küffar askerinin ardı boş kalmaz, yeniden yeniye yardım gelip dururdu.
Bizim asker kâfire göre az idi. Yine öyle az iken, kâfirlerin başına geniş dünyayı dar ederlerdi. Hattâ kâfirler bile, hakkımızı yitirmeyip, "Bu ne sultat, bu ne kumandan!" diye takdir ederlerdi.
Tunus askerini ise maskaralığa alırlardı.
Hem o gün hava gayet ıssı idi. Cenk bir yana, susuzluk bir yana, kâfirlerin tâb ü tüvânları kesilip geriye doğru çekilip gitmeye başladılar.
Tunus'u terk ettiğimiz
O sırada bir de baktık ki şehirden yana bir velveledir kopar.
Meğer şehir ahalisi kendi aralarında "Kâfirler çoktur. Hayreddin Paşa yalnız başına bu kâfirlerin hakkından gelemez. Tunus yine eski Bey'in eline geçerse, 'niçin bana yardım etmediniz' diye, belki bizi incitir. En iyisi, biz ehlimizi iyâlimizi, oğlumuzu uşağımızı alıp sahraya doğru gidelim. Biz reâyâyız. Sonra hangisi galip olursa yine reâyâlığımız elde bir." diye konuşup, bu kavl ü karar üzerine kaçmaya yüz tutmuşlar.
Gaziler, "Varıp önlerini çevirelim." dedilerse de, gözlerimden yaşlar akıtarak, "Onlarda hayır kalmadı şimden sonra biz de başımıza bakalım. Allah'ın takdiri böyle imiş. İki yüzlü münafık sözüne itimat edenin hâli bu olur." dedim.
Gazilerle vedalaşıp gece karanlığında yabca yabca dağılmalarını söyledim. Akşam ile yatsı arası elli altmış kadar yâr-ı kafadâr alıp uğrun kapıdan girip hazineye gittim.
Bahada ağır, götürmede hafif ne kadar cevher varsa alıp doldurduk. Hemen salt benim elimde hiç yoksa bir milyon akçalık cevher vardı.
Gece yarısından sonra yola çıkıp sahrayı tuttuk.
Senede yüz bin kile buğday
Sabah olunca bizden kimseyi göremediler. O zaman eski Tunus Beyi münafık at boynuna düşüp karındaşlığı İspanya Kralı'na müjde eyledi:
"Devletlü Kral, düşmanımız Barbaroşo bu gece firar eylemiş. Acaba ardından asker gönderelim mi, ne dersiniz?" dedi.
İspanya Kralı, "Bizde kaçanı koğmak yoktur. Varsın hoşça gitsin. Keşke daha önce gideydi." cevabını verdi.
Tunus Beyi yine evvelki gibi yerine oturup hükümet etmeye başladı. Dâhil ve hâriçte oturan herkes gelip, mübarek olsun dediler.
İspanya Kralı'na senede yüz bin kile buğday, beş bin kantar zeytinyağı, beş yüz sığır, bin koyun vermek üzere kavil eylediler.
İspanya Kralı ise bir ay kadar Tunus'da eğlenip, sonra çekilip vilâyetine gitti.
Yüreğim ona yanar ki
Tunus'u gece yarısından sonra terkedip elli altmış gazi ile karadan düşe kalka Unnâb'a geldim. Burada bulunan yirmi pâre teknenin reisleri ve gazileri karşı çıkıp, "Hoş geldiniz, safa geldiniz!" diye izzet ü ikram eylediler.
Unnâb ahalisi de yer yer gelip, bağlılıklarını bildirdiler.
"Ey mübarek Paşamız, teşrifinizle beldemiz şeref buldu." diye tazim ve ikram gösterdiler.
Konak döşeyip, konağa hediye ve peşkeşten girilmez oldu.
Hatırımı teselli edip, "Hemen sen sağ ol devletlü Paşa, giden Tunus olsun. Senin mübarek başın seksen bin Tunus eder." derler idi.
Onlara, "Sizin Tunus dediğinizde benim gözüm yoktur, aklıma da gelmez. Ancak bizim yolumuzda bu kadar Ümmet-i Muhammed telef oldu, yüreğim ona yanar." diye cevap verirdim.
Hint gemisi
Teknelerin hakkına düşen ganimet malından yüz yirmi kese akçayı da getirip teslim eylediler. O kışı Unnâb beldesinde geçirdik. Tunus'da olanları gereği gibi yazdırıp Cezayir'e bildirdim.
Baharda tekneleri yağlayıp, yirmi pâre tekne ile yine bir mübarek saatte Unnâb'dan çıkıp İspanya yakasına gazaya doğrulduk.
İspanya kostalarını sıyırtarak Sette Boğazı'na gittik. Güzel günlere rastlayıp boğazdan taşra çıktık. Faro önlerinde gezinirken direksiz bir gemiye rasladık.
Faro - Portekiz | Google haritasında mevkii
Yetmiş altı pâre top çeker idi. Meğer Ispanyolun Hint gemilerinden imiş. Büyük bir fırtınaya tutulduklarından ayakdaşlarından ayrılmış. Direkleri kırılmış ve üç yüz kâfirinden elli kâfir sağ kalmamış. Hep hastalıktan ölmüşler.
Hemen gemiyi alıp zabt eyledik. İçinden otuz altı bin, sikke vurulmamış riyal ile üç kantar tibir çıktı. O kadar Hint malı vardı ki ancak olur. Ömrümde bu kadar kolay alınan ve bu kadar zengin olan ganimet görmedim.
İçinden bir de ailesiyle beraber olmak üzere asilzâde kâfiri çıktı. Gayet büyük kan köpoğlu mel'ûn kâfir idi.
Tekneyi batırmamız lâzımdı. Topları da alacak yerimiz yoktu. Halbuki çok güzel bir gemi idi. Topları ise yarı tunç yarı demir, yarar şeylerdi. Batırmaya kıyamadım.
Etraftaki adalardan elden geldiği kadar direk, seren, yelken temin edip, yapıp, her şeyini yerli yerine koyduk. Cenab-ı Hakk'a dua ettim, "Yarabbi, şu sefine-i ganimeti selâmetle Cezayir'e götürmekliğimizi sen nasib eyle!" diye tazarruda bulundum.
Tekneyi yedeğe bağlayıp Cezayir'e doğru yola çıktık.
Cenab-ı Hak yardım eyledi, sanki mübarek Nil'de gidercesine dokuzuncu günü şenlik şâdımanlık ederek Cezayir'e gelip dahil olduk.
Yerime vekil bıraktığım Hasan Ağa, gaziler, bütün ahali, şehrin âlimleri ve sâlihleri bize karşı çıkıp yalıya döküldüler.
Fevc fevc gelip, "Hoş geldiniz, safâ geldiniz, devletlü Paşa baba! Gazanız mübarek olsun. Elhamdülillah, yine dünya gözü ile mübarek cemâlini gördük." diye mesrûr oldular.
Taşrada olan şeyhler, kabile reisleri ve öteki reâyâ her biri yeşil bayrakla gelip yüz sürdüler. "Hoş geldiniz." dediler.
Cezayir'e geldiğimizin onuncu günü yalıya indim. Aktarmayı boşaltıp, topları dışarı çıkarttırdım. İki forma on ikişer ve on sekizer hırtal olmak üzere güya bal mumundan dökülmüş gibi tunç toplardı. Çıkarıp burçlara kodurdum.
Gemi dersen on üç alabanda idi. Bu ilk seferi imiş. Yepyeni öyle bir güzel tekne idi ki, resmini yapmakta belki Behzad âciz kalırdı. Gemiye aşık-ı üftâde oldum. Yeni direkler diktirip gemiyi donattım. Tuti kuşuna döndü.
Ganimeti satıp savıp karındaşlar gibi paylaştırdım.
Yarın Barbaroşo'yu yakacağız!
İspanya Kralı Tunus üzerine gelip bizimle cenge tutuştuğunda, kâfir yakasında bir söylentidir çıkmış:
"Barbaroşo, İspanya Kralı'nın başını kesip hıristiyanlara galip olmuş." diye, çarşılarda söylenip destan olmuş. Müslüman esirler de ferah bulup sevinmişler.
Mayorka Kaptanı bir mel'ûn şeytan kâfir idi. Ortalıkta Kral hakkında dolaşan kara haberi bir hilebazlık ile ortadan kaldırıp, halk arasında söylenmesin istedi.
Bunun için kendi sarayının meydan yerine dört direk diktirip hazır eyledi. Sonra bir zift fıçısının üzerine ölüme mahkûm bir kâfiri getirip bağladılar. Üzerine bir dolama giydirip başına bir tülbent sarık sardılar.
Sonra tellâllar çıkarıp bağırttı ki:
"Ey hıristiyanlar! Malûmunuz olsun ki, İspanya Kralı azizlerin himmeti ile Tunus'u almıştır. Hıristiyan düşmanı olan Barbaroşo'yu da dipdiri tutup bu tarafa göndermiştir. Biz dahi yarın ibret-i âlem için Barbaroşo'yu ateşe yaksak gerek! Devletlü Kralımızın fermânı böyledir. Her kim ki Barbaroşo'yu ne şekil adamdır deyu görmek isterse, gelsin yarın seyr ü temâşâ kılıp, devletlü Kralımızın devâm-ı devletine dualar eylesin!"
Sahte Hayreddin Paşa'nın yakılması
Kâfirler bunu gerçek sanıp ol gece yemeler içmeler festeler ettiler.
Sabah oldukta ölüsü dirisine binip, hastası dahi arabaya binip, topalı sakatı dahi koltuk asâsına binip, elhasıl beşikte olan çocuklara varıncaya kadar hepsi, bizim yakılışımızı seyredip sıhhat bulmak için görmeye gittiler.
O gün zindanda olan müslüman esirleri de koyverdiler ki onlar da Barbaroşo'yu görüp yürekleri yansın. Bu derdmend müslüman esirler ise evvelden bizi görmediklerinden 'gerçekten Hayreddin Paşa'dır' deyu feryâd edip ağlaşırlar, derd-i hicrânla yüreklerini dağlayıp, "Eyvah Hayreddin Paşa, nâmın gazâ ve cihadla, bir zaman yedi iklim dört köşeyi tutup, ism-i pâkin anıldığı yerde kâfirler sıtma tutmuş gibi titrerlerdi! Şimdi kâfir eline mi düştün? Ölümün böyle mi olacaktı? Hoş, hüküm Allah'ındır. Ve şüphesiz sen yüce bir şehit olacaksın. Ammâ biz ümid ederdik, Allah sana uzun ömür versin de, senin sâyende kâfir yakasında bir esir kalmayıp, hepsi İslâm ülkelerine kavuşsunlar diye beklerdik. Meğer kul dediği olmaz, Allah dediği olurmuş. Keşke hepimiz öleydik de seni bu halde görmeyeydik." diye zârı zârı âh çekerlerdi.
Elleri ile gözlerini kapayıp, "Tek bâri gözümüz seni bu halde görmesin!" derler, bizim için ye's ü mâtem ederlerdi.
Kâfirler ise müslüman esirlerin ızdırapları ile alay ederek gülüşür, maskaralığa alırlar, "Gördünüz mü! Sizin Barbaroşo'nuzu bizim azizler ne hâle kodular. İşte hıristiyanlara düşmanlık edenin hali budur." diye serzeniş ederlerdi.
Esirler ise kalplerinden söver sabredip susarlardı. Neylesinler, hüküm gâlibindir. Bu hâl zor hâldir. Müslüman esirler de, "Allah sabredenlerle beraberdir." deyip, kazaya rıza ettiler.
Daha sonra kâfirler, "Viva İspanya!" deyip sahte Barbaroşo'yu ateşe verdiler. Cayır cayır yanıp kül oldu. Kâfirler, "Barbaroşo'nun şerrinden kurtulduk!" diye domuzlar kurban ettiler.
Müslüman esirler ise melûl mahzûn zindana gittiler. Zavallılar ne bilsinler ki bunlar olup dururken Hayreddin Paşaları Cezayir'de zevk ü safa sürmekte idi...
Yedi yüz yoldaşın kurtuluşu
Ben ise o günlerde, çok sevdiğim teknemi, yeni aldığımız İspanya gemisini donatmakla meşgûl idim.
Tekneyi on üç alabanda olmak üzere donatıp yağlattım. O gemi ile varıp bir sefer vermeyi murâd ettim. Ayrıca yirmi tekne daha hazır eyledik.
Mübarek bir saatte gazâya teveccüh edip sefere çıktık.
Benim yeni teknem, evvelden yürüklüğü meşhur teknelerin yanında iki gabya ile giderdi. Ben de bu hali görünce karış karış yağ bağlar idim.
Porta Magon üzerine vardık. Gör hikmeti kim, Porta Magon limanında on iki adet barça var imiş. Altısı İspanyol altısı dahi Mayorkin gemisi idi.
Porta Magon - Minorka adasında Mahon limanı - İspanya | Google haritasında mevkii
Bunlar Tunus'un kâfirler tarafından elimden alınmasında orada idiler. Tunus'u alıp da Bey'e teslim ettiklerinde, benim adamlarımdan esir eylediklerini bu on iki barçaya koymuşlar imiş, şimdi esir düşen bu yoldaşlarımızı İspanya'ya götürmekte imişler. Havalar muhalif olduğundan gelip Porta Magon'a girmiş, burada eğlenip kalmışlar.
Bizim Porta Magon'a doğru gelişimizden bir gün önce bu on iki pâre tekne çıkıp gitmişler. Ertesi sabah kuşluk vaktinde bizimle rastlaştılar.
Allah'ın yardımı ile on ikisini de aman zaman vermeyip aldık.
Bir de baktık ki Tunus'ta esir olup kalan yoldaşlarımız içlerinde değil mi!
Hepsi yedi yüz esir idi. Tâcımı göklere atıp secde-i şükürlere kapandım.
"Yarab! Şükürler olsun, lütfuna keremine!" deyip hamd ü senâlar edip, kurbanlar adadım.
Ben bu adamlar için gece gündüz ağlar, "Bu kadar Ummet-i Muhammed bizimle beraber kimi telef kimi esir oldular." der idim.
Eğer bütün kâfir yakasını fetheylese idim, bunları kurtardığımız zaman duyduğum sürûru duymazdım. Esirler dahi yer yerden gelip, bana buluşup "Gazan mübarek olsun. Şükür bu deme." dediler.
Ol gün deryanın üzerinde Nevrûz bayramı edip, ta'amlar pişirip, büyük ziyafet yaptık. Yiyip içip zevk ü safalar eyledik.
Sabah oldukta bocalayıp şenlik şâdımanlık ederek selâmet ve ganimetlerle Cezayir'e geldik.
Cezayir'in büyüğü küçüğü karşılamaya çıkıp "Gazan mübarek olsun!" diye alkışladılar.
Kurtardığımız yedi yüz esirin hepsini ulûfeye yazıp silâh, pusat, esvâb, harçlık verip izzet ü ikrâm ile ağırladım. Ganimet malından da hepsine birer pay verdim. Böylece herkes zevk ü safâsında oldu.
Mel'ûn Kaptan'ın inadı
Porta Magon limanı açıklarında vurup aldığımız on iki barçanın yanında bir de Mayorkin korsan teknesi var idi. Hem bize uzak olduğundan hem de yürük olduğundan kaçıp kurtulmuştu. Amma on iki barçanın alındığını da gözü ile görmüştü.
Kaçarak varıp Mayorka limanına girdi, ahvâli haber verdi. O zaman Mayorka'nın içinden bir hâyhûy ü feryattır koptu.
Çünkü esir olan teknelerin altı tanesi Mayorkin olduğundan, kimisinin babası ve kimisinin hısım ve akrabası hep esir olmuşlardı. Kâfirler ve kâfireler köpekler gibi uluyarak, feryâd ü figân ederek, yüzlerini gözlerini yırtarak başlarına ateş yaparak, güya bizi yaktıkları yere toplandılar.
Burada o hileyi düzen Mayorka Kaptanı'nın ağzına yüzüne söğüp melânet eylediler.
"Cümlemiz varır seni Kral'a şikâyet ederiz. Barbaroşo taşrada analar ağlatmakta, yürekler yakmakta, sen burada bize sahteden Barbaroşo yapıp yakarsın. Bütün hıristiyanları maskara edersin." diye bağırıp çağırdılar.
Ammâ ol şeytan herif, inat edip ayak dayadı. "Barbaroşo'yu biz ateşe yaktık. Denizde Barbaroşo'dan gayri korsan gezdirmez misiniz?" derdi.
Sonunda Mayorkin teknesinin reisini çağırıp suâl ettiler. Olduğu gibi doğru haberi söyledi.
O zaman mel'ûnların yüzleri kara olup, yalanları gün gibi meydana, çıktı.
Şimdi müslüman esirler ferah bulup 'Hayreddin Paşa sağ salim imiş!' deyu düğün bayram eylediler.
Kralın günahını tazelendirmesi
İspanya Kralı'nın her sene Rumpapa'ya gitmek âdeti idi. Hem hava alır hem de günahını tazelendirirdi.
Bu sene de kendi kuruntusunca, "Tunus'u alıp Barbaroşo'yu kaçırdım." deyu gururu pek ziyâde artıp, "Her şey bana lâyıktır!" diyerek, bu ümit ile Papa'ya vardı. Âyin-i bâtılları üzere Papa'nın hediye ve peşkeşlerini gönderdi.
Üçüncü gün kendisi de altın ile süslenmiş arabasına binip Papa'nın huzuruna vardı.
Bir milyon safi dublin olmak üzere beraber götürüp Papa'nın baş patriği olan ruhbana bir yıllık günahını çıkarmak karşılığı olarak verdi. Patrik dahi yüz bin nâz ü na'im ve imtinan ile zahmetler çekip güç belâ ile, "Bir yıllık günahın affolunmuştur." diye eline tezkere verdi.
Ondan sonra oturup hâl hatır soruştular. Tamam keyifleri olunca meclis kıvamını buldukta İspanya Kralı ayağa kalkıp kendi bozuk zanlarınca, din ulusu sandıkları yalancı mel'ûnun tazim ile elini öptü.
Papa, "Bir şey mi diyeceksin?" dedikte, Kral, "Sultanım, azizlerin ve siz din ulumuzun himmeti ile, silâh zoruyla Tunus'u alıp hıristiyan düşmanı olan Barbaroşo'yu pabuçsuz kaçırdık. Kaybolup gitti. Artık adı sânı anılacak hâli kalmadı. Şimdi hıristiyan duacıların rahatlıkla, korkusuz kaygusuz gelmelerinde gitmelerinde olurlar. Hatta bir rivayete göre Mayorkin korsanları Barbaroşo'yu alıp Mayorka'da ateşe yakmışlar derler. Eğer öyle ise daha güzel. Ammâ henüz doğru bir haber yoktur. Bolaykim gerçek olaydı." dedikten sonra, "Eğer makul ise Nûşirevân koronası ben kulunuza ihsan oluna." dedi.
Papa dahi eyitti, "Bana yüce efendimizin tenbihi böyledir ki, 'Her kim Barbaroşo'yu öldürürse korona ona sıhhatler olsun...' Gerçi sen Barbaroşo'yu Tunus'tan pabuçsuz kaçırmasına, hakikaten kaçırmışsın. Amma senin elinde helak olmamış, zaten helak olup olmadığı da belli değil. Lâkin bunun usûlü şudur ki, Sen bana üç gün mühlet ver. Ben hücremde yalnız kalır halvet olurum. Ol üç gün içinde bana nasıl emirler gelirse ona göre iş işleriz."
Barbaroşo ortalığa kan ağlatıyor
İspanya Kralı buna razı olup, yalancı herifin poh yemelerini bekleyip durdu.
Sabahleyin ise Mayorka adasından şikâyetçiler gelip, Mayorka Kaptanından gerek Papa'ya gerek İspanya Kralı'na şikâyet ettiler:
"Bize şöyle düzen etti, güya siz Kralımız Barbaroşo'yu Tunus'da ele geçirip tutup, eli bağlı sinesi dağlı olmak üzere Mayorka'ya göndermişsiniz. Ve fermân eylemişsiniz ki, 'Bu hıristiyan düşmanı Barbaroşo'yu ibret-i âlem için ateşe vurasın ve Mayorka içinde tellâllar bağırtıp, her kim ki Barbaroşo'yu görmedi ise gelsin görsün, Kralımızın devam-ı devletine dualar eylesin', deyesin. Biz de bunlar gerçek sanıp sevindik. Bütün Mayorka ahalisi gelip darağacının altında, Barbaroşo'yu ne şekil yakacaklar diye seyreyledi. Ve Barbaroşo'nun şerrinden hıristiyanlar kurtuldu diye ferahladık. Meğer onun ateşe yaktığı bir ölüme mahkûm olmuş hıristiyan imiş. Müslüman urbasına koyup, başına tülbent sarık sarıp, güya Barbaroşo'dur diye ateşe yakıp külünü göğe savurdular. Herkes ferahlayıp yerli yerine gitti. Arası üç gün geçmeden Barbaroşo'nun Porta Magon'dan çıkmış on iki pâre barçayı aldığı haberi geldi. Bunların altısı İspanyol, altısı Mayorkin gemileri idi. Barbaroşo bunları alıp içindeki Tunus'dan alınan yedi yüz müslüman esiri de kurtarıp Cezayir'e götürdü." dediler.
İspanya donanmasından aldığımız tekneyi de anlatıp, "Barbaroşo şimdi sizin Hint gemilerinden filân tekneyi kendine kapudâne gemisi etmiş. Bu gemiye ilk seferi olmak üzere filân Hint Paşadoru ehliyle iyâliyle binip gelirken fırtınadan direkleri düşüp Faro önünde kalmış. Barbaroşo ise yirmi pâre forsa çektiri ile rast gelip kolayca alarak Cezayir'e götürmüş. Bu geminin içinde otuz altı bin tapa vurulmadık riyal ile üç kantar tibir varmış ve öyle yürük gemi imiş ki uçan kuşa hükmedermiş, derler. Yanında ayakdaş olan baş açık tekneleri iki gabya ile geçermiş, derler, tek seferinde işte on iki adet barçayı alıp, kendi adamlarından yedi yüz esiri kurtarmış. Elhâsıl devletlü Kralımız, Barbaroşo görürüz ki evvelkinden kuvvetli olmuştur. Kendisi ol Hint gemisine binip yanında yirmi otuz pâre yürük forsa galereler olmak üzere ortalığa kan ağlatıp gezmektedir. Sana olduğu gibi ifade eyledik, mâkul olanı sen devletlü Kralımız bilirsin." dediklerinde, Kral kâfir iken mecûsi olup saçın sakalın yolmaya, "Eyvah! Biz yine Barbaroşo'ya birşey etmemişiz. Şimdi o Hint gemisinden esir aldığı Paşayı dünya dolusu akçaya vermez." diye ağlamaya başladı.
Hilebaz Mayorka Kaptanı'nı hapse atıp yerine başka kâptan gönderdi.
Yalancı Kral
Papa ise ol korona hususu için Kral'a üç gün vâde verip hücresinde halvete girmişti. Burada güya azizler kendisine ne deyip ne poh yerlerse ona göre amel edeceklerdi.
Bu geçen ahval kendisine haber verilince İspanya Kralı'nı çağırdı:
"Sen benden korona istersin, işte senin için üç gün halvet olup efendimize yalvardım, İspanya Kralı kulunuz yine Krallar içinde büyük kandır, korona ona lâyıktır, diyecek oldum. Bana bir azar bastı ki, nereden geldiğini bilmedim. Bana dedi ki, 'Evvelâ Krallara yalan söylemek düşmez. Barbaroşo'yu Tunus'dan pabuçsuz kaçırdım, Mayorka'da ateşe yakmışlar diye, Mayorka zabiti gibi o da yalancılığa mı başladı? Barbaroşo, Tunus'un hazinesini boşaltıp, adamlar gibi başın alıp gitti. Yerinde başını kurtarmak da erlikten sayılır. Şimdi evvelkinden ziyade ortalığı yakıp yandırmaktadır. Şimdi sen ona söyle ki eğer korona ister ise varsın Barbaroşo'nun başını kesip, dahi Cezayir'i alsın. O zarftan sözümüz yoktur. Korona ona sıhhatler olsun. Yoksa kuru lâf ile biz adama korona vermeyiz.' "İşte böyle kat'î kelâm eyledi. Ona göre var başının tedârikini gör" dedi.
Bu sözleri yalancı papazlar hep kendileri düzüp, "Efendimiz şöyle poh yedi." diye ahmak kâfirleri saptırır, cehennem yoluna gönderirlerdi.
Bunun üzerine İspanya Kralı, başı aşağı olup hüsrân içinde vilâyetine çekilip gitti.